“Sordum çobanlara
Yüksek dağa, kar mıdır?
KAVEL’in kapısında ölenlere
Sual soran var mıdır?”[1]
“Kavel” Türkiye işçi sınıfının ve sosyalistlerin belleklerine kazınmış bir isim. Belki de bu nedenle adı bu önemli işçi direnişine öykünülerek konulmuş olan Kavel Alpaslan’ın yazısını okuyunca içim ısındı ve altmışlı yıllara döndüm[2].
Turgut Reis Caddesi’ndeki o mütevazi evimiz, ufak salonun sol köşesine sıkıştırılmış uzunca masanın çevresindekiler içinde kıvırcık dağınık saçlarıyla kıpır kıpır, çoğunlukla ayakta, elini kolunu sallayarak heyecanla bir şeyler anlatan, gür sesli, güzel ozanımız Hasan Hüseyin Korkmazgil… Sofrada sosyalizm, TİP ve yükselen işçi sınıfı mücadelesi konuşulmakta. Ne var ki, yazdığı o doyumsuz güzellikte ve mücadeleyle örülü şiirler nedeniyle hakkında işletilen TCK’nın 142. Maddesi Hasan Hüseyin’i mahkemeden mahkemeye sürükler. Ve dost sofrasındaki iki yoldaş, iki TİP’li arasında, ozan ve Halit Çelenk arasında, bu kez savunman ve müvekkil ilişkisi başlar.
Hasan Hüseyin siyasal çalışmalarının yanı sıra Kavel, Temmuz Bildirisi, Kızılırmak gibi olağanüstü yapıtların yazarıdır. Kavel, sosyalist ozanın işçi sınıfının direnişinden duyduğu heyecanı ve umudu, inancı ve sevgiyi şiirinin her dizesine yüklediği yapıtlarından birisidir.
Hasan Hüseyin’in siyasal yaşamını, yargılanma öykülerini ve yoldaş avukatıyla yaşanan o büyük dostluğu bir başka yazıya bırakalım ve Kavel’e dönelim.
Ozanı, ilk çocuğuna Kavel adını vermek isteyecek kadar heyecanlandıran Kavel olayı nedir?
9 Temmuz 1961’de Türkiye’de ilk kez işçilere grev hakkı tanıyan 27 Mayıs Anayasası kabul edilir. Konuya ilişkin Anayasanın 47. Maddesi aynen şöyledir:
“Madde 47: İşçiler, işverenle olan münasebetlerinde, iktisadi ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler. Grev hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenin hakları kanunla düzenlenir.”[3]
Görüldüğü gibi hak tanınmıştır ama kullanımı için yasal düzenlemeler gerekmektedir. Ne var ki, yasalar bir türlü çıkmaz. İşçiler Aralık 1961’de ünlü Saraçhane mitingiyle ve direnişler, yemek boykotları, yürüyüşlerle yasaların çıkması için hükümeti zorlamaya çalışırlar. İşte Hasan Hüseyin’in şiirine konu olan Kavel Direnişi de bu eylemlerden birisidir.
“Kavel çıktı greve
İşçi gitmiyor eve”[4]
E. Aktar, V. Koç ve E. Burla’nın kurduğu Kavel Kablo ve Elektrik Fabrikası’nda çalışan ve Türk İş’e bağlı Maden İş sendikasına üye olan 173 işçi, kıdem esasına göre verilmekte olan yılbaşı ikramiyelerinin işverenin kararıyla eksik ödenmesi, ücretlerde yapılan ayarlamalar, sendikadan çıkılması için yapılan baskılar ve dört sendika temsilcisinin işten atılması üzerine, 28 Ocak 1963 günü, beş gün sürecek bir oturma eylemi başlatırlar. Eylemin ilk gününde fabrikada asayişi bozdukları gerekçesiyle patron on işçinin işine son verir. İşten çıkarılan on işçi, aileleriyle birlikte Kavel’in önünde beklemeye başlarlar.
Kavel Direnişi’nin ne kadar haklı ve işverenin uyguladığı lokavtın ne kadar haksız ve yasa dışı olduğunu Maden İş sendikası başkanı ve TİP kurucusu Kemal Türkler şöyle özetler:
“İşçilerin kazanılmış hakları olan ikramiyeler eksik ödenmiş, böylece iş akdi tek taraflı bozulmuş, 3008 sayılı İş Yasası ihlal edilmiştir. Sendika temsilcileri işten atılmış, 7286 sayılı yasa çiğnenmiştir. İşçiler yasalara aykırı olarak, üye oldukları sendikalardan çekilmeye zorlanmışlardır. İşçi temsilcisi İş Kanunu ve diğer nizamname hükümleri çiğnenerek Hakem Kurulu kararı alınmadan işten çıkarılmıştır.”[5]
İşçiler tarafından fabrikaya sokulmayan idari kadro çalışanları Vali Niyazi Akı’ya şikâyette bulunurlar. Vali işçi ve işveren temsilcileri ile görüşür ve 9 Şubat’ta devreye İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata girer. Bakan yaptığı görüşmeler sonucunda anlaşmaya varıldığını açıklar ama ortada yazılı hiçbir belge yoktur. Bu durumda işçiler bu “sözlü” anlaşmayı kabul etmezler.
Bu görüşmeden birkaç gün sonra işveren fabrikaya polis çağırır. Gelen çevik kuvvet içindeki komiser Murat Naimoğlu tabancasını çıkarır ve “Komünist bunlar, bunları dağıtın!” diye bağırarak işçilerin üzerine yürür ve yüz polis “Biz komünist değiliz, ekmeğimizi bekliyoruz” diyen işçilere cop ve tabancalarıyla saldırırlar. Biri ağır olmak üzere 9 işçi yaralanır.
Fabrika önünde mal çıkışını engellemek için kocalarıyla birlikte direnen Kavelcilerin eşleri ile polis arasında çıkan arbedede yaralananlar olur. Hamile bir kadın yediği darbelerle çocuğunu düşürür. Nöbet bekleyenler arasında yaşlı bir ana da vardır. Rizeli Semiha ana Kavelcilerin yemeklerini pişirir, onlara sırtında odun taşır. “36 gün nöbet bekledim. Helâl olsun. 360 gün beklerim. 7 oğul yetiştirdim. Bu can fedadır bu yola…” diye konuşan Semiha ananın iki oğlu da Kavelcidir.
İstanbul kışının insanın iliklerine işleyen o nemli havasına ve onca baskıya rağmen Kavel İşçileri fabrikanın önünde gece gündüz demeden “çiğnenen haklarının barikatını kurmuş halde” direnirler[6].
Basında KAVEL
Kavel olayı sağ ve sol eğilimli basın organlarında geniş tartışmalara yol açar. Cumhuriyet Gazetesi, Sosyal Adalet ve Yön dergileri işçileri desteklerler. İlhan Selçuk “Kavel Grevinin Anlamı” başlıklı yazısında;
“Kavel fabrikası dediğiniz 150-200 işçi çalıştıran küçücük bir iş yeri. Bu küçücük işyerinin işçileri… bir büyük dayanışmanın örneğini bütün Türkiye’nin gözleri önüne serdiler… Kavel işçilerinin davranışlarını değerlendirmek için İkinci Cumhuriyetin Anayasasına aykırı cılız bir sürü kanunun maddelerine tutunmak istemiyoruz. Hadise tarih perspektifinden önemlidir. Sosyal hayatımızda emekçi şuurunun bükülmez bir inatla, şimdiye kadar kendisini hiçe saymış olanlara tanıtmasıdır” diye yazar.
Yazıda, Cumhuriyet Gazetesi yazı işleri müdürünün Kavel işçilerine yardım topladığını da anlatır.
20 Şubat 1963 tarihli YÖN Dergisi’nin “Tahammülsüzlük”başlıklı başyazısında, Doğan Avcıoğlu lokavt uygulayan Kavel işverenini şiddetle eleştirir ve şunları söyler;
“…Sanki ne yapmış Kavel işçileri? Kavel işçileri sadece ve sadece Anayasanın tanıdığı bir hakkı kullanmışlardır… sendikacı arkadaşlarının kovulmasını önlemek amacıyla tam bir dayanışma ve olgunluk içinde greve koyulmuşlardır… mecburen ekmeklerinin bekçiliğini yapmışlardır… İşveren, Anayasa tarafından tanınmadığı ve mevcut kanunlar tarafından yasaklandığı halde, grevi bozmak için, işveren konfederasyonunun da desteğiyle, lokavta giderek, fabrikayı kapattı. Kanunsuzluk ortada…”
YÖN’ün bu sayısında, Kavel olayının görüşüldüğü Bakanlar Kurulu toplantısında 17 işçi liderinin grev tahrikçiliği nedeniyle tutuklanmaları için harekete geçilmesi kararı alındığı ve bu işi Çalışma Bakanı Ecevit’in üstlendiği de belirtilir. Kararın dönemin İstanbul Emniyet müdürü Necdet Uğur ve Vali Niyazi Akı’nın itirazları üzerine geri alındığının vurgulandığı yazıda Ecevit de eleştirilir[7].
Kavelcilere bir destek de yabancı bir sendikadan gelir. 7 Mayıs 1963 tarihli Sosyal Adalet dergisindeki “Kavel grevi bütün dünyada yankılandı” başlıklı haberde, Ankara’da bir seminer yapıldığı ve Lewinson adlı Kanadalı ilerici bir sendikacının Maden İş Genel Kuruluna giderek bir konuşma yaptığı anlatılır. Konuşmasında, Kavel’in başarıyla sonuçlanmasını tüm dünyanın hayranlıkla karşıladığını, işçilerin aileleriyle birlikte verdikleri hak mücadelesinin Batı’da IMF’nin (Maden İşçileri Federasyonu) Kavel resimlerini de içeren bir özel yayın yapmasına neden olduğunu söyler Lewinson. “Dünya artık bizim dünyamızdır. Kapitalist sömürücülerin düzeni her gün biraz daha gerilemektedir… IMF’nin maddi ve manevi desteği sizinledir. Sizlerle iftihar ediyoruz” diyerek bitirir konuşmasını.
Sağcı gazete Tercüman “İşçinin hakkını korurken işverenin hakkına taarruz etmek hiçbir zaman haklı ve mubah görülemez” diyerek patron yanlısı tavrını sergiler[8].
Yine bir başka sağ eğilimli gazete Yeni Sabah;
“… Bilindiği gibi yürürlükte olan kanunlara göre yurdumuzda grev kanun dışı bir fiildir. Buna rağmen hükümet, Kavel fabrikasındaki işçilerin işi terk etmelerine ve hatta daha ileri giderek işi bıraktıktan sonra fabrikayı tahliye etmeyerek, işvereni fabrikasını işletemeyecek hale sokmasına… seyirci kalmıştır” diyerek hükümeti suçlar[9].
En tahrik edici yazı ise Dünya Gazetesi yazarı Bedii Faik’ten gelir;
“İstanbul’un göbeğinde bir fabrika. İşçiler çadır kurup kapıyı tutmuş. Grev yapıyorlar. İçeri kimseyi bırakmazlar. Memurlar devlete beyanname verecekler; hayır içeri girmeleri mümkün değil. Patronlar bonolarını ödeyecekler; hayır kendi fabrikalarına girmeleri imkânsız. Polis var, savcı var, kanun var, mahkeme var, vali var… ama hayır. O fabrikanın kapısında sadece işçiler var… Kuşatmayı kimseler yaramaz!” diye haykırır patron gazetesinin yazarı.
Dünya Gazetesi’nin hızını bu yazı da kesmez ve Kavel’i Türkiye’de sosyalizmi kurmak isteyen TİP’in örgütlediğini iddia eder[10].
Sağ basında grevin komünist bloktan bir ülkenin Türkiye iç pazarına egemen olması için çıkarıldığını savlayanlar bile çıkmıştır[11].
CHP’ye yakın KİM dergisine göre Kavel “kanun dışı bir grev”dir. TİP, Türk İş dışında bir başka odak yaratmak için çıkarmıştır Kavel grevini. KİM, Maden İş‘in Kavel’de yetkisiz bir sendika olduğunu iddia edecek kadar ileri gider.
Bu bağlamda TİP’in durumuna bakmakta da yarar olabilir. Kavel’i TİP örgütlememiştir ama Kemal Türkler TİP kurucularındandır ve Kavel’deki bir iki işyeri temsilcisi de TİP’lidir. Ayrıca TİP işçilerin davalarında da onları savunmuş ve desteklemiştir. TİP’in o dönemde TBMM’deki tek temsilcisi olan senatör Niyaz Ağırnaslı da yaptığı konuşmada, Kavel olayında işçilerin “rastgele bir kapris ile” işi terk etmediklerini, olayın yeni atanmış bir işveren temsilcisinin beş yıldır işçiye tanınan hakları vermemesinden doğduğunu vurgulamıştır[12].
Özetle, Alp Selek’in belirttiği gibi “Kavel’de işlerin organize edilmesinde TİP’in örgütü doğrudan doğruya yoktur ama işçilerin hareketlerinde TİP’in felsefesi etkili olmuştur.”
İşçiler omuz omuza
Kavel sadece bir “kanunsuz grev” değildir, aynı zamanda büyük bir işçi dayanışmasıdır da.
İlk dayanışma İstinye halkından, komşulardan, esnaftan, bakkaldan, kasaptan, tüm mahalle mensuplarından gelir. İşçilere ekmek, sigara, yemek taşırlar.
Maden İş işçilere para dağıtır, Türk İş çadır ve hasta bakımına yardımcı olur. Gemi İş sendikası kumanya dağıtır. Haller Meyve ve Sebze İşçileri Sendikası işçilere sandık dolusu portakal yollar. Liman-Dok sendikası öğlen yemeğini üstlenir. Grevi filme alan Sine İş sendikası grevcilerin üç günlük iaşelerini karşılar. 400 tersane işçisi grev yerine gelirler ve işçilere hem dayanışma mesajlarını iletir hem de topladıkları parayı verirler. Karayolları sendikası ve daha birçok sendika destek verir ve para yardımı yaparlar. General Elektrik Ampul fabrikası işçileri de aralarında topladıkları parayı teslim ederler Kavelcilere.
En ilginç dayanışma Türk Demir Döküm işçilerinden gelir. İşçi temsilcileri Kavel fabrikasındaki işçilerin greve çıkma nedenlerini ve işverenin yaptığı haksızlığı anlattıktan sonra yayınladıkları bildiriyi şöyle sonlandırırlar;
“… İşte şu bildirimizle sana görevini yazılı olarak bildiriyoruz: Sakalınızı kesmeyeceksiniz. Sakal bırakacaksınız. İşyeriniz sizi sakallı gördükçe, başka fabrikada Kave’lde hakları çiğnenenlere destek olduğunuzu anlayacak… Bu mücadele gününde yalnız değilsin. Bir elin nesi var, iki elin sesi var… Kaç kuruş verirsen ver, maddeten ve manen Kavel’deki kahraman 220 kardeşine yardım et ve destek elini uzat. İşte görevin… Görevini yap ki sen de yarın haksızlığa uğrama.”[13]
Sakal bırakma dayanışmasına Oto Makas yedek parça işçileri de katılırlar.
Sonunda protokol imzalanıyor ama…
Olayın yaygınlaşmaya başlaması hem hükümeti hem de işverenleri korkutur. 3 Mart 1963 günü toplanan Türk İş ve TİSK temsilcileri bir protokol yaparlar. Buna göre işçilerin ikramiyeleri, 1961 öncesinde olduğu gibi işçilerin işbaşı yapmalarını izleyen hafta içinde ödenecek, işten çıkarılan dört işçi temsilcisi işe alınmayacak ama yasal tazminatları ödenecek, diğer işten atılan dokuz işçi ise fabrika çalışmaya başladıktan sonra 20 gün içinde işlerine iade edileceklerdir.
İşçiler 11 Mart günü işbaşı yaparlar ama onları tatsız bir sürpriz beklemektedir. 14 işçi tutuklanır ve 12 Mart’ta mahkemeye çıkarılırlar. 13 Mart’ta beş işçi daha tutuklanır. Sarıyer savcısı protokolün imzalanmasından sadece iki gün sonra 28 işçi hakkında polise mukavemet, mesken masuniyetini ihlâl ve toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefetten dava açmış ve üçer buçuk yıl hapis cezası istemiştir. İşe iade edilecek dokuz işçinin beşi bu dava nedeniyle tutuklandıklarından işe başlayamazlar. Yukarıda da belirtildiği gibi TİP’li avukatlar davalara girerler ama Sultanahmet Cezaevi’nde tutulan işçilerin bırakılmaları ancak Nisanın 11’inde gerçekleşir.
İşçilerin işe iade edilmelerinde de sorunlar yaşanır. İşveren temsilcisi protokole rağmen işçileri işe almak istemez. Sonunda fabrikaya geri dönen işçiler becerilerinden çok farklı işlerde istihdam edilirler. Örneğin çok üstün nitelikli bir kablo kaplama ustası olan Ali Sarsar muşamba atölyesine yollanır. Kablo kaplamada makine ustabaşısı olan Hamdi Biçer’e hamallık yaptırılır. Yemekhanede görevli Sefer Mert tel çekme işine verilir.
Boşuna değil çekilen acılar…
Kavelciler cürümlerinden fazla yer yakarlar. Grevin başlamasından kısa bir süre sonra, 18 Şubat 1963’de hükümet 274 sayılı Sendikalar Yasasını ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’nı TBMM’ye getirir. Yasa 15 Temmuz’da onanır ve 24 Temmuz’da resmi gazetede yayınlanır[14]. 6 Mart 1963’de ise Anayasa Mahkemesi 1936’da çıkarılan İş Kanununun grevi yasaklayan 72. Maddesini iptal eder.
Kavel, iş yasalarının - tüm yetersizliklerine ve işçi aleyhindeki içeriklerine karşın- çıkarılması için siyasal iktidarı zorlamış olan bir hak grevidir. İşçilerin birlikte kurtuluşlarının ancak ortaklaşa bir dayanışma ile mümkün olacağını göstermiştir. Kavel’in çoban ateşleri bugün de sermayeye karşı direnen, OHAL’e karşı ekmek mücadelesinden geri durmayan cam işçilerini, metal işçilerini ve tüm işçi sınıfını aydınlatmaktadır. Gerçek kurtuluş ise ancak “tek bir burjuvaya boyun eğdirmek için böylesine dayanabilen insanların”, tek vücut olup kendi örgütlerinde birleştiklerinde, “tüm burjuvazinin gücünü kırabilecekleri” günlerde kazanılacaktır[15].
Biz yazıyı Hasan Hüseyin’in coşkulu sesiyle bitirelim.
“İşime karım dedim
Karıma kavel diyeceğim
ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada
güneşe karışmadıkça etim
kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim
ve izin verilerse İstinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
ve ben kendimi tutabilirsem eğer
sesimi tutabilirsem
o çoban ateşlerinin parladığı yerde kavel’de
o erkekçe direnilen yerde kavel’de
karın altında nişanlanıp
dostlarımın arasında öpeceğim
nişanlımı kavel kapısında
ve izin verilerse eğer istinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
ilk çocuğumun adını
kavel koyacağım”
SERPİL GÜVENÇ / SOL
[1] Bir Karadeniz türküsünün Kavel işçileri için uyarlanması, YÖN dergisi, 13 Şubat 1963, s. 6
[2] 28.1.2017, Evrensel Pazar eki
[3] Kemal Sülker, Mart 1976, “Türkiye’de Grev Hakkı ve Grevler”, s. 234, Gözlem Yayınları, İstanbul
[4] Bir Kavel işçisinin şiirinden bir parça. Zafer Aydın’ın Kanunsuz Bir Grev adlı kitabından alındı.
[5] Kemal Türkler, “Kavel Olayının İçyüzü”, Sosyal Adalet, 19 Mart 1963, s. 10
[6] YÖN, 13 Şubat 1963, Suha Baykal, “Kavel Önünde bir Gece”
[7] YÖN dergisi, 20 Şubat 1963, s. 4-5, “Kavel Grevi, Hükümet sendika liderlerini tevkif ettirmek istedi” başlıklı haberden
[8] Tercüman gazetesi, 3 Mart 1963, Kanunsuz bir Grev adlı kitaptan alınmıştır.
[9] Yeni Sabah, 14 Şubat 1963,Kanunsuz bir Grev adlı kitaptan alınmıştır.
[10] Dünya gazetesi, 24 Şubat 1963, Kanunsuz bir Grev kitabından, s. 44-45
[11] Son Baskı gazetesinden, aynı kitaptan, s. 102
[12] Kanunsuz bir Grev adlı kitaptan, s. 98
[13] YÖN dergisi, 13 Şubat 1963, s. 5
[14] 274 ve 275 sayılı İş Yasaları konusunda Kemal Sülker’in “Türkiye’de Grev Hakkı ve Grevler” başlıklı kitabında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Anayasa’da olmayan Lokavtın 275 sayılı yasa ile işverene sunulduğunu, yasanın grev hakkını korumak bir yana onu ortadan kaldırıcı bir çok unsurla dolu olduğunu da söyleyelim. Bu arada TİSGLK’ya eklenen bir geçici madde ile 8 Nisan 1963 öncesi 1947 tarihli sendikalar yasası ile TCK’nun 201, 258,266, 273 maddelerine aykırı fiillerden işlenen suçlar ve bunlara verilen cezalar affedildiğini de belirtelim. Bu bağlamda Kavelcilerin cezaları da affedilmiş olmaktadır.
[15] Kemal Sülker, Mart 1976, “Türkiye’de Grev Hakkı ve Grevler” içinde, F. Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”ndan alıntı, s. 13.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder