Rusya Federasyonu’ndaki (RF) başkanlık seçimleri tüm dünyada yakından izlendi. Devlet Başkanı Vladimir Putin bu kez yarışa bağımsız aday olarak girdi. Her yere webcam’lerin yerleştirildiği, gözlemcilerin öncesindeki demokratik ortamı ‘yetersiz’ bulmasının ötesinde oylamaya ‘toz kondurmadığı’ seçimlerde oyların yüzde 76.6’sını alarak seçildi. Katılım ortalamayı biraz aşarak yüzde 69’u buldu.
***
Öncesi ve sonrasında estirilen Rosofobi/Putinofobi dudak uçuklatıcıydı.Ülkeyi anayasasına uygun olarak -tıpkı Almanya’da Merkel gibi- dördüncü dönem yöneteceği, anketlere yansıyan popülaritesi eşliğinde aşikâr olan Vladimir Putin için bu kez ‘diktatör’ nitelemesi de, 20’inci asrın tüm kötülükleri üzerine süpürülmüş ‘Stalin’ benzetmeleri solda sıfır kaldı. İşi her dilde olduğu gibi Rusçada da bulunan ‘Vojd’ (önder) kelimesinin Almancasının ‘Führer’ olmasından hareketle Hitler’le kıyaslamaya vardırdılar. Putin’in Nazilerin Leningrad’da öldürdüğü ağabeyi yahut savaşırken yaralanmış babası düşünülürse, pek ağır. Elbette Sovyetler Birliği’nin ideolojik yükünü ısrarla üzerinden atmaya çalışsa da başaramayan Rusya lideri, başta Batı olmak üzere ‘dünyadaki bütün sorunların faili’.
***
Oysa Sovyetler’in dağılması sonrası 1993’te parlamentoyu bombalatmış, alkolikliği ve kadınlara sarkıntılıklarıyla meşhur Boris Yeltsin varken, Moskova ‘övgülere’ mazhardı. Oligarkları ülkeyi yağmalarken, Yeltsin başbakanlarını kirli mendil gibi kenara atarken, yolsuzluklar yahut şimdilerde Le Carre romanlarına taş çıkaracak Skipral vakasının kasıp kavurduğu Londra’daki Rus oligarkların kirli paraları o vakitler eğlence konusuydu. Sovyet coğrafyasının piyasa kapitalizminin barbarlığına bu şekilde açılması alkışlanacak şeydi. Halkların kardeşliği ilkesiyle şekillenmiş birlikteliğin paramparça olması umuluyordu.
Olmadı. Siloviki ve onların temsilcisi Putin geçit vermedi. Bugün Sovyetler yok. Buna rağmen mirasını tuhaf biçimde kısmen yaşattığı, ekonomisiyle olmasa da nükleer gücüyle askeri meydan okuma teşkil ettiği için aynı muamelenin yapıldığı bir Rusya Federasyonu var. Rusya lideri en başta bu yüzden ‘suçlu’.
***
RF bugün hâlâ NATO tarafından mütemadiyen askeri olarak çevrelenen, yaptırımlar altında ve aslında ‘savaşta olan’ bir ülke. 11 saat dilimine yayılmış, 146 milyonluk, her birinin başkanı, parlamentosu hatta yüksek mahkemesinin yer aldığı eşit statüde oblastlar, kraylar, otonom bölgelerden oluşan 85 federal yönetimde onlarca farklı kökenden insanın yaşadığı devasa bir coğrafya. Bölgeler arası uçurumların bulunduğu, altyapı sorunları çözülmeyi bekleyen bir yer. RF yurttaşları bu koşullarda kendilerini 1990’ların yıkımından çekip çıkardığı için ‘normalleşme ve istikrar’ anlamına gelen Putin’in sunduğu ‘kapitalist kalkınma modelini’ seçtiler.
Putin’in karşısıda hiçbir başkan adayı iç ve dış meselelere dair manalı bir laf etmemişken, kapitalist üretim ve kalkınma yoluna da (belki de devlet kapitalisti demeli) meydan okumadı.
Ama zaten böyle bir soru ortaya koyan yok. RF’de ‘Sovyet geçmişinden utanan’ liberal bir entelijansiya gelişmekteyken, ülkeyi Batılı liberal demokratik perspektiften eleştirmek popüler.
Bu koşullarda örneğin Batılıların yedi muhalefet adayı içinde ancak ‘sosyal demokrat’ denilebilecek KP adayı Pavel Grudinin’in yüzde 12’lik oy oranına burun kıvırmasına da şaşırmamalı. Grudnin, Batı medyasına söyleşi saçmadı. Onlar hukuken ‘yasaklı’ olmasından hareketle anketlerde desteği yüzde 2-5 arasında görünen Aleksey Navalni’nin arkasından ağlaştılar. Orta-üst sınıfın temsilcisi olarak Müslüman göçmenleri ‘hamamböcekleri’ diye nitelediğini, ‘Ruslar için Rusya’ söylemlerini dert etmediler.
***
Olmadı tabii. Batılılar istedi diye olacağı da yok. Soruları yanlış yerden sorduğunuzda yine yanlışlara çıkar. Kanımca RF’ye dair doğru sorular ancak Sovyet deneyimini süzmüş hakiki bir sol hareketten çıkabilir.
Ceyda Karan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder