KEVIN RUDD'A GÖRE Şİ JİNPİNG
Kevin Rudd, 5 Mart 2018’de West Point’teki ABD Askerî Akademisi’nde “Şi Jinping’in liderliğinde Çin’in Yükselişini Anlamak” başlıklı bir konuşma yapmış. İlgilenenler konuşma metnine Sinocism China Newsletter’dan ulaşabilirler.
Kevin Rudd kimdir? 2007-2010 ve 2013’te Avustralya İşçi Partisi lideri olarak başbakanlık yapmış bir siyasetçidir. Sonrasında siyaseti terk etmiştir. Çince’yi (Mandarin’i) iyi bilen bir Çin uzmanı olarak Harvard ve Chicago üniversitelerinde görev almış; Asia Society enstitüsünün başkanlığına getirilmiştir.
Rudd, konuşmasına, Çin tarihine göz atarak başlıyor: 18’nci yüzyıl sonunda bu ülke, yükselişinin zirve noktasındadır. Dünya nüfusunun yüzde 30’u, dünya ekonomisinin üçte biri Çin’dedir. Sonra, Batı’nın, Japonya’nın emperyalist saldırılarını içeren yüzyıllık ulusal onursuzluk dönemi gelir. 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ise, ülke tarihine yepyeni, onurlu bir sayfa açacaktır.
Kevin Rudd, Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri Şi Jinping’i tanıtmak için Çin tarihine başvuruyor; çünkü Şi, ÇKP’nin “yeniden gençleşmeyi tarihsel misyon ve ulusal bir hedef olarak üstlendiğini” vurgulamıştır. “Yeniden gençleşme”, Çin’in dünyadaki konumunu tekrar zirveye yükseltmek anlamına gelmektedir. Kevin Rudd, bu milliyetçi özlemin, Şi Jinping’in düşüncesine ve siyasetine damgasını vurduğunu hatırlatıyor. Ancak, bir vurgulama daha yapıyor: Çin lideri, bu ulusal hedefe, ancak Marksist Leninist bir partinin öncülüğünde gidileceğini düşünmektedir ve bu özelliğiyle Batı dünyasını tedirgin etmektedir.
Rudd, ÇKP içinde 1990’lı yılların sonunda ülkenin geleceği üzerinde yapılan yoğun bir tartışmaya referans veriyor: Tartışma sonunda ÇKP’nin çok partili bir siyasî rejim içinde sosyal-demokrat bir partiye dönüşme seçeneği, SSCB ve Doğu Avrupa’daki gelişmelerden ders alınarak açıkça reddedilmiştir ve 1949’da belirlenen ÇKP’nin öncü rolü kesinleşmiştir.
Kevin Rudd, 2013’te ÇKP liderliğine gelen Şi Jinping’in Parti ve ülke yönetimine üç doğrultuda değişiklikler getirdiğini belirliyor.
İlk olarak, Şi’nin diyalektik maddeciliği benimsemiş bir Marksist-Leninist olduğunu vurguluyor. 2013 ve 2015’te Politbüro’da diyalektik ve tarihsel maddecilik üzerinde iki kapsamlı semineri, ÇKP’nin yeni Genel Sekreteri olarak bizzat yönetmiştir. Rudd’a göre, “bir diyalektikçi olarak Şi, Çin’deki neo-liberal dönüşümün yarattığı ekonomik güçlerin zaman içinde ÇKP iktidarını tehdit edeceğini algılamıştır.” Batı çevrelerinde bu ekonomik etkenlerin Çin’i çok partili bir demokrasiye dönüştüreceği beklentisi, Şi tarafından kesinlikle önlenmesi gereken bir tehdit olarak görülmüştür. Ve bu tehdir, Marksist-Leninist doktrine bağlı bir ÇKP tarafından önlenecektir.
İkinci değişim, bu algılamanın sonucudur: Çin toplumunun yönetiminde son yıllarda adım adım hükümet kurumlarına geçmekte olan rol, yeni baştan ve her aşamada ÇKP tarafından üstlenilecektir. Öyle ki, artık, özel sektörün, hatta bazı dev yabancı şirketlerin yönetimine, işyerlerindeki ÇKP temsilcileri katılmaya başlamıştır.
Son olarak, SSCB Komünist Partisi’nin hazin sonu ayrıntılı olarak incelenmiş; ders alınmış ve Parti-içi yozlaşmaya son vermeyi hedefleyen kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele kampanyası başlatılmıştır. 2013’ten beri sürdürülen bu kampanya, bu yıl yeni bir anayasal kurumlaşmanın da katkısıyla devlet ve ÇKP hayatının kalıcı bir öğesi olmaktadır. Rudd’a göre bu kampanya sayesinde üst-düzey Parti yönetimi tamamen Şi’nin güvendiği kadrolara geçmiştir.
Rudd, ABD’li kurmay adaylarına hitap eden konuşmasına şu sözlerle son veriyor: “Çin’in gerçeği budur ve bu olguyu anlayacak yeni kuşak liderlere gereksinimiz vardır. Bu iki büyük ulus arasında barışı, istikrarı koruyacak; savaş musibetini önleyecek; işbirliğini sağlayacak yolları bulmalıyız.”
ABD İLE TİCARET SAVAŞI MÜZAKERESİ Mİ?
10 Nisan 2018’de Şi Jinping, Hainan adasındaki Boao Asya Forumu’nda bir konuşma yaptı.
Konuşmanın iki örtülü muhatabı vardı. Birincisi, Çin’e ticaret savaşı açan ABD Başkanı Trump; ikincisi ise, kapitalist dünya sisteminin “âkil çevreleri”… Bu ikinci grupta kimler var? Listeyi oluşturma çabasını bu yazının okurlarına devrediyorum. Trump’ın küreselleşme karşıtı çizgisine ve bu bağlamda yer alan ticaret savaşlarına karşı çıkan ABD’nin güçlü sermaye gruplarının ve temsilcilerinin bu grupta yer aldığını herhalde dikkate alırlar.
Şi’nin konuşmasının Trump’a hitap eden öğeleri, “uzlaşma arayan bir müzakere platformu” özelliği taşıyor ve ABD Başkanı’nın Çin’den taleplerine ilişkin vaatler içeriyor.
Sıralayalım:
- Fikrî mülkiyet haklarının korunmasını güçlendirmek.
- Otomobillere uygulanan gümrük tarifelerini anlamlı boyutta indirmek; başka ürünlerde de tarife indirimleri başlatmak.
- Otomobil, gemi ve uçak sektörlerinde yabancı hissedarlık sınırlarını azaltmak, hatta yüzde yüz yabancı mülkiyetine imkân tanımak.
- DTÖ’nün devlet ihaleleriyle ilgili sözleşmesine katılmak.
- İthalatı artırmak ve cari işlem hesabının dengeye yaklaşmasına çaba göstermek.
- Otomobillere uygulanan gümrük tarifelerini anlamlı boyutta indirmek; başka ürünlerde de tarife indirimleri başlatmak.
- Otomobil, gemi ve uçak sektörlerinde yabancı hissedarlık sınırlarını azaltmak, hatta yüzde yüz yabancı mülkiyetine imkân tanımak.
- DTÖ’nün devlet ihaleleriyle ilgili sözleşmesine katılmak.
- İthalatı artırmak ve cari işlem hesabının dengeye yaklaşmasına çaba göstermek.
Bu “ödünler listesi”ne, Batı’dan talepler refakat etmektedir: Çinlilere ait fikrî mülkiyet haklarının da korunmasını sağlayınız; Çin’in yüksek teknolojili ithalatını kısıtlama uygulamalarına ve Çin yatırımcılarının ülke dışında yüksek teknolojili şirketleri satın alma girişimlerinin “güvenlik gerekçesi” engellenmesine son veriniz.
Bence, iki sonuç çıkıyor: Birincisi, Şi, ABD’nin taleplerinı müzakere etmeye hazırdır ve “vereceklerinin asgari listesini” peşinen açıklamıştır.
İkincisi, Çin’in gelişkinlik düzeyi, belli bir özgüven getirmiştir ve bu ima edilmektedir: Korumacılıkla ticaret açığınızı yok edemezsiniz; zira rekabet gücü açısından sizden üstünüz. Dahası, yenilikler (“innovation”) ve teknoloji açısından da sizden geri değiliz; yıllık patent sayısında ABD’yi dahi geçmiş durumdayız; fikrî mülkiyet haklarında bize de serbestlik talep ediyoruz…
KÜRESELLEŞMENİN SAHİBİ ÇİN'DİR...
Şi’nin konuşmasının diğer muhatabı olan “kapitalist dünya sisteminin âkil çevreleri”ne öncelikle şu mesaj aktarılıyor: Son kırk yılda küresel büyümenin yüzde 70’ini Çin gerçekleştirdi. Artık tüm dünyayı etkileyecek büyüklükte ve güçteyiz. Ancak, bu konumumuzu, çatışmaları, karşıtlıkları besleyerek kullanmıyoruz; ortak çıkarlarımızı gözeten işbirlikleri arıyoruz.
Boao konuşması, örtülü olarak Trump’ı hedefliyor; böylelikle de tüm korumacı, “kapanmacı” eğilimlere karşı çıkıyor.
Şi’nin sözleriyle sürdürelim: “İnsanlık açılma ile tecrit (yalıtım) arasında, ilerleme ile geriye dönme arasında bir tercih yapma durumundadır. Kazançlı-kayıplı karşıtlıklarına dayanmayan; herkesin kazançlı çıkacağı, daha fazla açılmayı, işbirliğini içeren; tek-düzelilik aramayan; birbirimize saygıyla, eşitler olarak davranacağımız bir dünyayı istemeliyiz. Küresel eğilim, gelişme, işbirliği ve barış doğrultusundadır. Bunları reddedenler tarihin çöplüğüne mahkûm olacaktır.”
Bu söylem, Şubat 2017’de Şi Jinping’in Davos ve Cenevre’de yaptığı; özünde Trump’ı hedef alan ve “artık küreselleşmenin sahibi, ABD değil, Çin’dir” mesajını içeren iki konuşma ile aynı doğrultudadır.
EMPERYALİZM VE KAPİTALİZM NEREDE?
Kevin Rudd’a göre Şi Jinping, ÇKP içinde Marksist-Leninist çizgiyi güçlendiren liderdir. Ne var ki, Şi’nin yukarıda aktardığım “küreselleşmeci söylemi”, Marksizm-Leninizm’in emperyalizm çözümlemelerinin ve Mao’nun Üç Dünya Kuramı’nın dışındadır; hatta karşıtıdır.
Bir “uyum” arayacaksak, olsa olsa, Mao’nun benimsediği Bandung doktrininin izlerine bakabiliriz: Şi de uluslararası ilişkilerde tedüzeliliği reddetmektedir; ulusal hükümranlıklara saygılıdır; Çin’in hegemonya aramadığını vurgulamaktadır. Ama, bugünkü emperyalizmin sömürücü, tahripkâr ve saldırgan özelliklerinin açıktan eleştirisi nerededir? Çin emperyalist sistemin kumanda merkezine kapitalist bir ülke olarak ulaştığında, bugünkü ABD’nin rolünü paylaşacak mıdır? Devralacak mıdır?
Öngöremeyiz.
Kevin Rudd konuşmasının bir bölümünde Şi Jinping’in “kaynak tahsisinde piyasanın egemenliğini, özel sektörün artan ağırlığını” hedeflediğini belirliyor. Bu hedeflerle ile Marksizm-Leninizm arasında uyum var mıdır? Bir uyum arayacaksak, olsa olsa, Şi’nin “yüzyılın ortasında modern sosyalist bir toplum kurma” hedefini ortaya atmasında bulabiliriz. Peki, “modern bir sosyalist toplum”a ulaşılırken bugün gelişmekte olan kapitalizm nasıl aşılacaktır?
Belki de Şi Jinping tarihsel maddeci düşüncenin temel bir önermesine dayanmaktadır: Gelişmelerinin belli bir safhasında maddi üretim güçleri, mevcut üretim ilişkileriyle (yani kapitalizmle) çatıştığında, toplumsal bir devrim kaçınılmaz olur. Önümüzdeki yıllar boyunca Çin’in teknolojik atılımlarına büyük öncelik veren Şi Jinping, belki de bu gelişimin kapitalizm ile uyumlu olamayacağı bir dönüm noktasına 2049’da ulaşılacağını öngörmektedir. ÇKP de, o tarihte “Çin’e özgü sosyalizme kendiliğinden ulaşıldığını” beyan edebilir.
Marksizm-Leninizm sosyalizme kendiliğinden geçileceğini kabul etmemektedir; ama, otuz yıl sonrası için “bu kadarlık” bir uyumsuzluğu hoş görenler olabilir.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder