Özdemir İnce’nin deyimiyle “müflis” yani iflas etmiş “yetmez ama evetçi-solcu” Ufuk Uras, “yetmez ama evetçi-liberal” Hasan Cemal, CHP’nin tartışmalı ismi, Atatürk’e “kefere” diyen “Numan Kurtulmuşzede” Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu…
Özdemir İnce’nin deyimiyle “müflis” yani iflas etmiş “yetmez ama evetçi-solcu”Ufuk Uras, “yetmez ama evetçi-liberal”Hasan Cemal, CHP’nin tartışmalı ismi, Atatürk’e “kefere” diyen “Numan Kurtulmuşzede” Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu…
Dün “Yetmez ama evet” diyerek AKP’ye omuz verenler, bugün “Çare Abdullah Gül” diyor…
“ZAMANIN RUHU’ DEDİKLERİ”
Yıl 1999. Nisan ayında genel ve yerel seçim birlikte yapılacaktı. Solda ise büyük bir rüzgâr esiyordu. Birkaçı hariç neredeyse bütün sol-sosyalist gruplar “parti olmayan parti”, “aşkın ve devrimin partisi” ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi)’de toplanmış seçimlere giriyordu. Caddeler, sokaklar, televizyonlar, radyolar, gazeteler; her yerde bir heyecan vardı. Türkiye İşçi Partisi’nden sonra ilk defa sosyalist bir parti meclise girmeye yakındı. (Bir de 1995 seçimlerinde Cem Boyner’in liberal-piyasacı Yeni Demokrasi Hareketi’ne estirilen rüzgâr vardı, binde 4’lerde kalmıştı ama, konu uzamasın diye adını anıp geçelim).
Öyle bir rüzgârdı ki kapılmayana aşk olsun! Zamanın ruhuna nasılda uygundu…
Bu her rengi bir arada tutan gökkuşağının popüler, gruplar üstü, sempatik ismi Ufuk Uras’tı.
Entelektüel bir derinliğe sahip olduğunu dosta düşmana göstermek istermiş gibi kısarak baktığı gözleriyle gülümsediği fotoğraflarının yer aldığı afişleri görüp de oy vermeyecek olanın solculuğundan şüphe duyulurdu.
O yıllarda bu “parti olmayan parti”yi ve Ufuk Uras’ın söylemlerini eleştiren “dinozor”lardandık. Yaşımız çok gençti ama kafaca çok eskiydik maalesef. Ah şu popülizmi es geçişimiz, zamanın ruhunu kavrayamamamız!
1999 yılı Nisan ayındaki seçimlerde ÖDP yüzde 0,8 oy aldı. Rüzgâr yüzde 10 barajını aşmasına yetmedi. Sonrasında yavaş yavaş ideolojik, siyasi, örgütsel tartışmalarla birlikte birçok grup ayrılıp kendi partisini kurdu.
“Sempatik solcu” Ufak Uras bu tabloda partisini es geçip vekillik yolunu tuttu. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde DTP’nin desteğiyle “Meclis’e Ufuk Gerek” sloganıyla İstanbul’dan Bağımsız Milletvekili seçildi. Partide tartışmalar bitmedi. ÖDP’deki sosyalistler Ufuk Uras’ın başını çektiği liberalizm virüsünü PM’deki fazladan bir oy sayesinde kongre kararı aldırarak, Uras’ın başını çektiği liberalizm virüsünü onunla birlikte def ettiler.
MECLİS’E “UFUK” OLACAKKEN, ERDOĞAN’A “EĞLENCE” OLMUŞTU!
Uğradığı hezimet nedeniyle ÖDP’den istifa etmek zorunda kalan Uras’ın Meclis performansı da gayet iyiydi. Meclis’teki “Demokratik açılım” oturumunda konuşan ve çözümün sürdürülebilir olması için toplumsal desteğin alınması gerektiğini söyleyen Uras’ın, konuşmasına itiraz eden CHP’lilere yönelik sözleri AKP’lilerden büyük alkış toplamıştı.
Konuşmasına devam etmek için ek süre istediğinde, dönemin TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’den olumlu yanıt almıştı. Bu duruma tepki gösteren CHP’lilere; “Ben 10 Kasım’da, kendimi ‘aç aç gecesinde’ zanneden milletvekillerinden değilim” diyerek karşılık vermişti.
Uras’ın Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’yu işaret ederek, CHP’lilerin mantık dersleri alması gerektiğini söylemesi Tayyip Erdoğan’ı oldukça güldürmüş ve Erdoğan’ın Çubukçu’yu uyararak Uras’ın konuşmasını işaret etmesi ise Bakanlar Kurulu heyetini bir hayli keyiflendirmişti.
Yandaş Medya Manşetlerindeydi: “Gerçek Solcu Ufuk Uras’tan Solculuk Dersi, Gül’e Destek!”
Sadece bu değildi elbette. Meclis’e “ufuk” olma iddiasıyla girdiği 22 Temmuz 2007’den Haziran 2011’e kadar AKP ne zaman darda kalsa bir ‘ambulans’ gibi yetişti. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi söylemlerle ortaya çıkan, ancak yaptıklarıyla kendisine oy veren insanları bile şaşırtan Uras’ın bir icraatı da Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşınmasına yardımcı olmak oldu. Oylama öncesi kendisini ziyaret eden Gül’e; “CHP’nin Meclis’e girmemesi çocukça” demiş ve tüm yandaş medyanın ilgi odağı olmuştu. Manşetler şöyleydi: “Gerçek solcu Ufuk Uras’tan solculuk dersi, Gül’e destek.”
Kendisini 28 Eylül 2009 tarihinde yeniden sahnelerde gördük. Uras, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında, siyaset yaptığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunuyordu.
12 Eylül 2010 referandumunda “Yetmez ama evet”çilerin önde gelenlerindendi: “Bir yetmez, iki defa ‘evet’ diyeceğim. Hayır demek, solu sol yapan değerleri inkâr etmektir” sözlerini unutmak ne mümkün!
Sonrası malum. EDP’den sonra “Yeşiller ve Sol Gelecek” içerisinde yer aldı. Yandaş medyada boy gösterdi, AKP desteğinde hız kesmedi.
Bugün attığı tweet ile Abdullah Gül’e desteğini tazelemiş olduğunu görüyoruz. Akşam da bir televizyon programında boy gösterdi: “Abdullah Gül’ün adaylığının Erdoğan karşısında tek gerçekçi seçenek olduğu ortada. Diğer adaylar Erdoğan’ın zaferini kolaylaştırır.”
Şaşırdık mı, elbette hayır? Özdemir İnce’nin deyimiyle “müflis” yani iflas etmiş bir “solcu”dan da ancak bu beklenebilirdi.
HASAN CEMAL, GÜL VE DEMOKRASİ MANİFESTOSU…
Gül’e destek korosu sadece Ufuk Uras ile sınırlı değil.
Bir “Yetmez ama evetçi” daha PR çalışmasına katıldı; Hasan Cemal. T24’teki “Abdullah Gül ve bir demokrasi manifestosu...” başlıklı yazısında şunları döktürdü:
“Türkiye’nin bugünkü siyasal ortamında en iyi ortak aday Abdullah Gül’dür. Ve Abdullah Gül sahneye çıkarken, altında tüm muhalefetin imzasını taşıyan bir demokrasi manifestosu yayınlamalıdır.”
Liberalizmin kalemine göre demokrasi manifestosu “Çankaya Noteri”ne ithaf edilmeliydi. Ne tiyatro ama!
Bu satırları kaleme alırken HDP Milletvekili Garo Paylan’dan bahsetmezsek ayıp etmiş oluruz. Birkaç ay önce katıldığı bir televizyon programında “Herkese ihtiyacımız var. Bu girdaptan çıkarmayı vaat eden herkesle çalışmalıyız. Abdullah Gül’ün de sorumluluk alması gerekir, Abdullah Gül’e de ihtiyaç var”demişti.
MEHMET BEKAROĞLU DA ‘GÜLCÜ’ KOROYA DAHİL OLDU
CHP’nin tartışmalı ismi, İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu da geriden ve hızlı bir şekilde koroda yerini alarak, “Gül etrafında yapılacak birleşme seçimlerin kazanılma şansını artırır” dedi.
Refah Partisi, Saadet Partisi, sonra Kasım 2010’da Numan Kurtulmuş’un Has Partisi… Kendilerine “anti-kapitalist”, “solcu” diyen Müslümanlar ve onlarla beraber adaletsizliğe, vahşi kapitalizme, sömürüye son vermek için mücadele edeceklerini cümle aleme duyuran sosyalistler, solcular, sosyal demokratlarla birlikte büyük umutların bağlandığı Numan Kurtulmuş ve Has Parti!
Temmuz 2012’ye gelindiğinde ise Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, AKP’nin davetine icabet ediyor ve partinin İl başkanları ve GİK toplantısından da karar çıkararak yeni adrese yürüyordu. Mehmet Bekaroğlu ve Zeki Kılıçaslan ise duruma tepki gösteriyorlardı ama nafile. Sonra peş peşe CHP’ye katıldılar. Bekaroğlu’nun 1993’te bir dergideki yazısında Atatürk’e “kefere Kemal” diyerek hakaret etmiş olması bu katılım üzerinde büyük tartışma yarattı.
“Milli Görüşçü” Bekaroğlu hâlâ CHP’de ve Abdullah Gül korosuna o da destek veriyor. Keşke şaşırsaydık!
“BÜTÜN ‘LİBOŞLAR’ TOPLANDIK, TOPLANDIK…”
Siyasal İslamcılığın karakteri bellidir. Zaman zaman çıkarları çatışıp rol yapsa da emperyalizme her daim sadıktır. Asıl olan iktidar, güç ve çıkardır. Gerisi hallolur. Şiar bellidir: “Dün dündür, bugün ise bugün” Mevzu bu kadar basit yani!
Peki, ya sol?
İdeolojik netlik, sınıf politikası, emekten yana olmak, emperyalizme karşı mücadele, bağımsızlık, Cumhuriyet, laiklik gibi kavramlara ne oldu? Bunları dillendirenlerin ‘eski moda’, ‘muhafazakâr’ denilerek, oluşturulan ‘sol liberalizm’in yeni jargonu bol “sivilleşme”yle hâkim kılınmaya çalışıldı. Maalesef bu süreç, ekonomik ve siyasal dönüşümle birlikte daha liberal hâl alan bir kısım solun aslında muhafazakârlığa eklemlenmesine ve gerici bir hal almasına yol açtı. Solun gövdesini saran bu virüs!
GÜL; HEP BİLDİĞİMİZ GÜL…
Dönelim Abdullah Gül’e. Siyasal hayatında hep gücün yanında olmuş bir isim o. Karakterinin gereğini yapmış hep. Necmettin Erbakan’ın partisi Refah Partisi’ni ele geçirme projesinde yer almış, başarılı olamayınca partiyi bölen ve AKP’yi kuran ekipte yer almıştı.
Sonra kısa süreli Başbakanlığını Erdoğan’a teslim etti. Hep görevini yaptı. Sessiz ama derinden; dengeleri kollayarak... Risk almadan, garanti çerçevesinde… 2007’de Cumhurbaşkanı oldu. “Çankaya Noteri” lakabını aldı. Boşuna mıydı? Ne geldiyse önüne onayladı!
Ergenekon, Balyoz, özelleştirmeler, Cumhuriyet karşıtı gerici uygulamalar, yargıyı dizayn eden 2010 Anayasa Referandumu, FETÖ’nün önünü açan birçok düzenleme hep onun döneminde gerçekleşti. Önüne geldi, onayladı!
Bu PR Çalışmalarına, Bu Sinsi Plâna Onlar Ne Diyor?
Sözü daha fazla uzatmayalım. Liberal cephesinde pek bir değişiklik yok. Abdullah Gül döneminde “yetmez ama evet” diyerek AKP’ye omuz verenler, bugün “Çare Abdullah Gül” diyor.
Peki, ya Cumhuriyetçiler, İlericiler, Atatürkçüler, Vatanseverler, Sosyalistler, Halkçılar?..
Onlar bu PR çalışmalarına, bu sinsi plana ne diyor?
Şenol Çarık / Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder