“Çatlayın patlayın AKM’yi yıktık” diyen bir Cumhurbaşkanı... Ülkede sayılı iyi üniversitelerden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne yöneltilen kinci üsluplu saldırı, ki benzeri ODTÜ için de yapıldı dönem dönem... Ayrıştırma ve ötekileştirme politikaları ile beslenen bir siyaset... Kadın sanatçıların sahneye alınmaması... Barış bildirgesine imza atan akademisyene kesilen 1 yıl hapis cezası...
Bir süreliğine Kanada’dayım. En batıda... Vancouver’da... 10 saatlik bir zaman dilimi ile Türkiye’yi geriden takip ediyorum.
Bizdeki siyasi iktidarın “Bu ülkede yaşamak istemeyen gidebilir, tutan yok...” üslubu ile Kanada’nın dünyanın her yerinden nitelikli beyinleri çekmek için oluşturduğu ekosistemi yakından görüp tanıdıkça dışarıdan Türkiye’ye bakmak daha bir acı oluyor.
Zaten çekip gidiyorlar da... Huzur, sadelik, çocuklarının eğitimi için endişelenmemek, çalıştığı işte emeğin karşılığını almak en temel ve anlaşılabilir insani gerekçe... Yüreklerinin bir parçasını doğup büyüdükleri, eğitim aldıkları ülkede, ailelerinde, sevdiklerinde, dostlarında bırakarak göç ediyorlar... Onlarca genç insanla tanışıyorum, hepsi de son birkaç yıl içinde Türkiye’yi bırakma kararı alan gencecik, yeni çocukları olan aileler. Çoğu mühendis ya da akademisyen. Kimisi doktorasını yapıyor. Gerekçeleri tek: “Geleceğimizi göremediğimiz için buraya geldik.”
Oysa içinde bulunduğumuz dönemde bir ülkenin insani sermayesi en önemli itici gücü. Bilimi ve teknolojiyi ürün ve hizmete dönüştürenin kazandığı bu yeni küresel ekonomik sistemde gelişmekte olan bizim gibi ülkelerin kendi ekonomik özgürlüklerini elde etmesinin de temel harcı. Ama bunu anlamıyor, anlamamakta da ısrar ediyoruz.
Erinç Yeldan Hoca yazıp duruyor. Türkiye ekonomisi dış sermaye girişlerine bağımlı ve yurtdışından sermaye girişleri olduğu sürece büyüyen, aksi durumda küçülen bir ülke. Bu bağımlılığın sonucu ise hızla artan dış borç. 2006 yılında 206 milyar dolar iken 2017’de 450 milyon dolara ulaşmış. Yani 2 kattan fazla artmış. Gelen para, ağırlıklı olarak inşaat yatırımlarına yönlendirilmiş. Eğitime ayrılan payın 2.5 misli harcanmış inşaat yatırımlarına...
Oysa bilim üretmeden teknoloji de üretilemiyor. Bilimi üretebilmek de daha okulöncesinden başlatılan bir eğitimin ve kültürün sonucu. O kültür öyle kendiliğinden kazanılamıyor ne yazık ki...
Bilim ve mühendisliğin itici gücü Ar-Ge. Ama tek başına o da yeterli değil. İçinde eğitimden yatırımlara, patent ve fikri mülkiyet haklarından, hükümet politikalarından küresel mal ve hizmet tedarikine, nitelikli beyinlere, inovasyona kadar uzanan geniş bir ekosistemi de zorunlu kılıyor.
Özgür bir akademik ortamı, bağımsız medyayı, kadın erkek eşitliğini, kadınların da ekonomiye katılımının koşullarının devlet tarafından yaratılmasını, yurttaş bilincini de gerekli kılıyor. Yurttaş bilinci derken yaşadığı çevreye, yaşam alanına, doğasına sahip çıkan, hükümetin yaptığı harcamaları sorgulayan, hesap soran, keyfiyete asla olanak bırakmayan bir yapı bu.,
Başa dönersek... Nitelikli işgücü, yaratıcı beyinler olmadan Türkiye’nin teknoloji ve bilimde sıçrama yapması olanaksız. Bu beyinlerin gitmesini hiç umursamayan siyasi iktidar, Türkiye’ye belki de verebileceği en büyük zararı veriyor...
Özlem Yüzak / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder