7 Nisan 2018 Cumartesi

Muhalefet “İslam’da güncelleme” için ne yapmalı- AYDIN TONGA / ODATV

Din adına hareket ettiğini söyleyen örgütlenmeler, hayata dair iddialarda bulunmaya ve bunun da ötesine geçerek siyasal iktidara talip olmaya ya da iktidara örtük veya açık destek vermeye başladıklarında kendiliğinden siyasetin içerisine girmiş olurlar. Zira siyasi bir özne olarak yaşamın içerisinde yer almak için özel olarak örgütlenmenizin başında “parti” adının yer alması gerekmiyor. Çünkü sanattan, bilime, hukuktan, sağlığa, felsefeye ve hatta spora karşı takınmış olduğunuz söylemler, açıklamalar doğrudan sizin siyasal duruşunuzu ve öznelliğinizi ortaya koyar. Bu noktada din adına hareket ettiğini söyleyen bir örgütlenme de siyasallaşmıştır ve dolayısıyla siyasal muhatap olmayı kabul etmiş demektir.
SİZİ BEKLEYEN BÜYÜK BİR TEHLİKE MEVCUT
Dini örgütlenmelerin sözünü ettiğimiz politik tutumlarına karşı verilecek mücadele ve eylem pratiği ise tahmin edileceği üzere hiçte kolay bir konu değildir. Çünkü bu noktada sizi bekleyen büyük bir tehlike mevcuttur. Şöyle ki, dini örgütlenmelerin siyasal söylemlerine, mücadele pratiklerine ve iktidar alanlarının meşruiyetine dair eleştirel tutum takındığınızda, başta o örgütler ve akabinde de onu destekleyen siyasal iktidar anında sizi “din düşmanı”  olarak kodlayabilecek ve buradan oldukça gerilimli bir fay hattı yaratarak, sizi o hattın beri tarafına izole etmek isteyebileceklerdir. Nitekim ifade ettiğimiz bu durum tarihte sıkça başvurulmuş bir yöntemdir. Burada amaçlanan dini/siyasal örgütler karşısında, muhatapları  “dinsizlik” yaftasıyla korkutarak adeta linç etmek ve akabinde de susturmaktır. Nitekim tarih bu durumun ibretlik örnekleri ile doludur.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin dini örgütlenmeler ve iktidarın din siyaseti karşısında takındığı ürkek ve düşük profilli muhalif tavrı da bu noktada oldukça dikkat çekici ve çarpıcıdır. Çünkü bir yandan ülkenin ana muhalefetini temsil edip, öte yandan dini/siyasal örgütlenmeler karşısında layıkıyla eleştirel bir siyaset izleyememek, neticesi ağır olan sonuçlara yol açabilecektir.  Anladığımız kadarıyla CHP Genel Merkezi, bu ürkek muhalif tutumunu din karşıtı görünmemek ya da dinin toplumdaki hassasiyetini gözetmek gerekçeleriyle açıklamakta. Bu çekinceler önemli ve elbette üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir muhteviyata sahip. Nitekim dinin toplum içerisinde psikolojik, sosyolojik ve değer odaklı bir ilişkiler ağıyla yaşam bulduğu, insanın mana dünyasında önemli bir öge olarak var olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu anlamda gerek dinin bu öznel kimliğini gerekse de insanın din ile kurduğu ilişki biçimini elbette göz önünde bulundurmak gerekir. Lakin din adına hareket ettiğini söyleyen, dini/siyasi yapılar için aynı durum geçerli değildir. Onlar ellerindeki imkan ve kabiliyetleri, öncelikle iktidarını savundukları din yorumu lehine değiştirmek için ve sonrasında da yaşamın dönüşümü için harekete geçirmektedirler. Yaşam ve iktidar dönüştürülüyorsa, burada artık siyasal bir muhataplık ilişkisi zorunlu hale gelmiştir. Tam da bu nedenden dolayı, siyasal/dini örgütlere karşı daha canlı, dinamik ve cesur siyaset izlenmesi gerekmektedir.
SONUÇ TAM BİR YIKIM OLABİLECEK
Peki ya aksi olursa? Yani siyasal din söyleminin saldırılarına ve dini örgütlenmelerin yarattığı tahribata karşı, CHP gibi laik ve seküler örgütler de “hassasiyet siyasetini” gerekçe göstererek harekete geçmez; bu zihniyete aktif, akılcı, dinamik, zinde bir muhalefet geliştirmezse ne olur? Kelimen tam anlamıyla, tarihsel süreç içerisinde, sonuç tam bir yıkım olabilecektir. Çünkü bu aşamada “bireyler ve toplum; korkutularak, sindirilerek, kandırılarak adeta kendi korkuları ile hipnotize edilerek, yanlış doğru kavramlarının yer değiştirmesi sağlanır. Değer yargısı kaybı ve kavram anarşisi içerisine itilen toplumlar sürekli olarak değişen düşman hedefler, art arda verilen sloganlarla şaşırtılır ve sonuçta pasif, aldırmaz, tepki vermeyen bireylere ulaşılır. Bu bireylerden oluşan toplumlar içine itildikleri düşünsel kaosta, telkin edilmek istenilen yeni düşünceleri, zararlı da, önceden tümüyle reddettiği fikirler olsa da pasif bir itaatkârlık duygusu içerisinde kabul etmeye başlarlar. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu algılamayacak konuma indirgenen toplumlar, içine itildikleri kavram kargaşasında daha önce savunduğu değerler sisteminin tümüyle aksi değerleri sessizce kabul etmeye, sebep sonuç ilişkilerini irdelemez hale gelerek kendilerine empoze edilen her şeyi kendi düşünceleri gibi kabul etmeye başlarlarBu durum ise öğrenilmiş ya da öğretilmiş çaresizliktir”[1]
HZ. MUHAMMED ÖLDÜKTEN SONRA NELER OLMUŞTU
Öte yandan dini siyasal söylemlerin tarihi ve yarattığı kaosta yeni değildir. Örneğin İslam peygamberinin ölümünün ardından yüzyıl geçmeden yüz bini aşkın Müslüman savaşlarda öldürülmüştür. Üstelik savaşın iki tarafı da Müslüman’dır. Üçüncü halife Osman’ın evini günlerce kuşatıp sonra da onu döve döve öldürenler Müslüman’dır. Yine dördüncü halifeye suikast düzenleyip katledenler, oğlu Hüseyin’i çocukları ve yakınlarıyla öldürenler Müslüman’dır. Mekke’yi iki defa kuşatıp, kabeyi yakılma tehlikesiyle baş başa bırakanlar, Harre vakası sonrasında Medine’de üç gün sürecek yağmayı başlatanlar, Müslüman halkın malını bile ganimet diyerek talan edenler Müslümanlardır. Örnekleri çoğaltabiliriz. Diyeceğimiz Cumhuriyet Halk Partisi yaşanılan sorunun yalnızca güncel değil, tarihsel ve teorik boyutları da olan bir sorun olduğunu görmelidir.  
Ve tam da bu sebeplerden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “dinde güncelleme”  açıklamasına, CHP liderinin “dinde güncelleme olmaz” demesi ya da CHP Grup başkan vekili Engin Altay’ın “ayetleri sorgulamak işi değil” diye cevap vermesi oldukça önemli bir tartışmayı güncelin içinde “boğmak”,hadiseleri şimdi ve an üzerinden okuyarak, olayın  “politik kimliğini” hiçleştirmek anlamına gelmektedir. Oysaki bu noktada CHP, iktidarın din siyasetini teşhir etmeli, dini örgütlerle kurduğu ilişkiyi gözler önüne sermeli ve bugün pek revaçta olan “fetvacıların” arkasındaki güç üzerinden bir cevap vermeliydi. Buna karşın ana muhalefet tartışmaya, konuyu bağlamında okumak yerine -muhtemeldir ki yine o “hassasiyet” siyasetinden yola çıkarak- dini “savunma” yöntemiyle dâhil oldu. Hâlbuki korkunun ecele faydası yoktu. CHP burada iktidarın sorumluluğunu açığa çıkarmalı, Osmanlı’da Kadızadelileri,[2]  Günümüzde Fethullahçı Örgütü bir kez daha hatırlatmalıydı.
Geldiğimiz noktada şunu ifade etmemiz gerekir ki, siyasetin merkezine dinin yerleştirilmesi kadar dinin siyasete alet edilmesi de kabul edilemez. Tarih, bu kabulün sonrasında kurulan darağaçlarının, engizisyon mahkemelerinin, bedenleri ateşe verilen insanların,   “kutsallık”  iddiası ile yakıp yok edilen hayatların utanç verici örnekleriyle doludur. Elbette bugün, dün yaşanan aynı örneklerle karşılaşmayabiliriz. Fakat bilimden, sanattan, doğadan yüzünü çeviren; kadını bir biçimde “saklama kabına” hapseden, kendinden olmayanı düşman ilan edip, dinsiz diye linç etmeye çalışan zihniyetin inşa ettiği hayat, adeta kolu kanadı kırılmış, kötürümleştirilmiş bir hayattır. Bu hayatın ruhumuzdaki tesirini ve acısını görmek için onu yaşamamız gerekmiyor. Ana muhalefet olup bitenleri ısrarla bir “korku” sığınağından yorumlamak istiyorsa, gözünü biraz da giyotine, diri diri yakmak için insan kovalayan Engizisyon mahkemelerine, idam fetvalarına, dili kesilen, sürgün edilen, katledilen bilim insanlarına çevirmelidir.[3]
Aydın Tonga / Odatv.com
[1] Halis Çetin, Korku Siyaseti ve Siyaset Korkusu,İletişim yay.
[2] Aydın Tonga, Osmanlı’nın Paralel Devleti Kadızadeliler, Doğu Kitabevi.
[3] John Bury, düşünce Özgürlüğünün Tarihi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder