19 Mayıs 2018 Cumartesi

Ekmek ve şarap - ORHAN GÖKDEMİR

Başım sıkıştığında kapısını çaldığım Dionysos adında bir karakterim var benim. Artık tedavülden kalkmış eski tanrılardan biri Dionysos. Trakya veya Frigya çıkışlı olduğu sanılıyor. Bugünkü duruma bakınca Trakyalı olması ihtimali daha yüksekmiş gibi geliyor bana!


Dionysos antikçağ Yunanistan’ın üç büyük tanrısından biri. Fakat o, diğerlerinden farklı olarak bir dinin oluşumuna da yol açmış. Çiftçiliğin, bağcılığın, tabii özellikle üzümün koruyucusu. Üzümü yeterince koruyunca, malum, şaraba dönüşüyor. Haliyle şarap tanrısı olarak da anılıyor adamımız. Başka lakapları da var: Keder dağıtan (Ioaios), yumuşatıcı (Meilikhios) bunlardan ikisi. E bunlar da şarabı yeterince içince az çok dönüştüğümüz şeyler sayılır.

Çiğdem Dürüşken, “Roma’nın Gizem Dinleri” adlı kitabında adamımızın Romalı versiyonu Bacchus-Bacchos-Baküs ve ritüelleri hakkında geniş bilgi veriyor. Bu inancın müritleri boğazlarına kadar şaraba bulandıktan sonra kendilerinden geçer, böylece tanrıyı da içlerine aldıklarına inanırlarmış. Üstelik tanrının kendilerine vahşi hayvan kılığında göründüğüne inandıklarından, şaraptan kendini kaybetmiş sarhoş sürüleri halinde dağlara yönelirler, naralar atarak dans ederler, karşılarına çıkan hayvanların üzerine atılarak diri diri yerlermiş. Din bu, ritüelinde mantık aramaz. Kadın dinidir Dionysosculuk üstelik. Büyük ihtimal dağa çıkanların arasında da kadınlar çoğunluktadır. Manzarayı gözünüzde canlandırın!

Din de tanrısı da göçtü gitti gerçi ama kalıntılarına sağda solda hala rastlamak mümkün. Mesela bir teze göre Hıristiyanlıkta ekmek ve şarapla yapılan komünyon töreni bu inancın mirası. Yunanistan’dan sonra Roma’da da Baküs adıyla itibar görmüş. Belli ki oradan da Hıristiyanlığa miras kalmış, bir aziz olarak kabul edilmiş.  İstanbul'un Kumkapı semtindeki Küçük Ayasofya caminin kitabesinde hala adı kayıtlı duruyor. Sonradan camiye çevrilen bu kilise Bizans İmparatoru I. Justinianus ve karısı Theodora tarafından 527-536 yılları arasında yaptırılmış ve Bachos Kilisesi olarak anılmış. İnşa edildiği tarih paganizmden Hıristiyanlığa geçiş dönemidir, eski Yunan ve Roma tanrıları Hıristiyanlığın azizlerine dönüşmüştür. Kaldı ki, “Sofia” da paganizmden miras biz azizimizdir.

                                                               ***

"Ne işin var peki bu tuhaf âdemle” diyorsanız söyleyeyim. Malum çok tuhaf bir muhafazakâr topluma dönüştük az zamanda. AKP iktidarının 16 yıldır düzenli olarak yaptığı tek iş içkiye, rakıya ve şaraba zam yapmak, vergi yüklemek. Bir servet harcamanız gerekiyor bir şişesini edinmek için. Öyle bir hal ki bu, artık içmek için Dionysos müritlerinden daha tutkulu bir içici olmanız gerek. İçkiye karşı takınılan bu düşmanca saplantılı tutumun binde biri hırsızlığa, yolsuzluğa, çocuk tecavüzüne takınılmıyor. Sanki tanrı bütün günahları affetti ve geride tek günah olarak içki içmeyi bıraktı.
Hâlbuki dinler tarihinin en önemli materyallerinden biri şarap. İçeni tanrıya yaklaştırdığına inanılmış hep. Doğruluk payı da var bir anlamda. Günlük kaygılardan, hırslardan uzaklaştırır kararında içildiğinde, daha bir insan yapar içeni, tanrıya yaklaştırır.
Sonuçta fermente olmuş üzümdür. Usulüne göre şıraya da, şaraba da, sirkeye de yol açar. Aynı ürünün ayrı versiyonlarıdır hepsi. Bu ürünü damıtırsanız rakıya veya brendiye ulaşırsınız. Esası aynı, lezzeti ve alkol oranı farklıdır sadece.


Sağ olsun, AKP bu irrasyonel tutumu nedeniyle 1920’li yıllardaki büyük çalkantıdan sonra silinmiş olan içki kültürünü yeniden diriltti. Marketten alması imkânsızlaşınca halkımız evde şarap, bira ve rakı yapmaya girişti. Sürahiyle geliyor artık sofralara. Doğrusunu söylemek gerekirse çok başarılı örneklere de rastlanıyor. Biraz daha iktidarda kalırsa bu gericilik, içki kültüründe dünyada hak ettiğimiz yeri alacağız yakında.
Türkiye öyle bir tuhaf halde ki toplam içki satışı düştü son on yılda ama buna karşın tüketimde devrimsel bir sıçrama oldu. Devletin vergi kaybı muazzam. AKP iktidarı buna rağmen dinsel takıntısı nedeniyle vergileri makul bir seviyeye çekmeyip içkiye yüklenmeye devam ediyor. Ama sınıra dayandı artık bu politika. Almaz kimse o fiyata içki miçki, evinde yapar. Olmadı kaçak yollarla temin etmeye tevessül eder. Olan işte bu.
İslamiyet’te de yeri var, merak eden için ekleyeyim. “Kitap”ta ne dediğinden bağımsız olarak Emevi-Abbasi kültüründe vazgeçilmez bir gelenek içmek. Osmanlı padişahların bir kısmı alkolik, hatırı sayılır bir kısmı akşamcıydı. Daha geriye gideyim, Tabip İbn-i Şerif’in “Yadigâr-ı İbn-i Şerif” adlı tıp kitabı 15. yüzyılda, demek ki 1400’lü yıllarda yazılmış. En uzun bölümü akşam ölçüsü kaçırılmış şarabın yol açtığı arazlardan kurtulma formüllerine ayrılmıştır.
                                                                ***

Değerli oyuncu İhsan Yüce “Ekmek ve Şarap” şiirinde şöyle diyor…
“Ne diyordum arkadaş,
Diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
Ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
Daha sonra yaparım hayatın felsefesini

Sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni
Bazen kadın hamamında tellak...
Bazen Kristof Kolomb
Napolyon'ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri
Timur'ken Beyazıt'ı yenişimi...
Bir kere Aristo'nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odununu ateşleyen bir cellat olurum

Eğer daha da içersem
Shakespeare halt etmiş derim karşımda
Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be Platon.
Bir içsinde görsün.
Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu”
Bu, hakkıyla ve layıkıyla içilmiş rakının, sindirilmiş içki kültürünün dışavurumudur. İçinde ne inanç vardır, ne inançsızlık. Ne kötülük vardır, ne de şeytanlık. Ne herhangi bir dine saygısızlık vardır, ne de hak etmediği bir saygı gösterisi. İçilmiştir ve dünya eskisinden daha hoş görünmektedir. Keder dağılmıştır (Ioaios) ve içen yumuşamıştır (Meilikhios), işte hepsi bu…

                                                                ***

Bizde kutsal çok. Düzen dağıldıkça, geriledikçe daha çok kutsala ihtiyaç doğuyor. Üstelik kutsalına sınırsız bir saygı beklentisi doğdu son zamanlarda. Bu inancın en okumuş yazmışları “yeryüzü sofrası” kurarak muhalefet ediyor buna. Tek itirazları işin esasına değil, biçimine.

Gerçek mi uydurma mı bilmem “Orucuma Saygı Duy” diye bir ilanın görüntüleri dolaşıyor ortalıkta. Fakat ilanla olacak iş değil saygı. Ancak kazanabilirsiniz onu. Birisinin sana saygı göstermesi için bir marifetin olmalı mesela, bir şey katmış olmalısın büyük insanlık ailesine. Belki bir fikir, belki bir icat… Ne bileyim, ahlaklı olmalısın en azından.

Bunların hiçbiri olmadığından olacak bizim göçük Dionysos popüler bir şahsiyete dönüştü az zamanda. Üstelik bilebildiğim kadarıyla en hoşgörülü tanrılardan biri. İçtikçe sevap yazıyor hanemize ki çoğumuza cennet garanti!

İnandığı tanrısı kabul etsin, kim neye inanıyor ve nasıl ibadet ediyorsa. Bu da bizim yeryüzü soframız ve ibadetimiz. Ne karışırız, ne karıştırırız.

Bu da içilmeden önceki felsefesidir. Dionysos birikmiş günahlarımızı affetsin, afiyet olsun!

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder