Henüz birkaç hafta önceye kadar “bu sefer beni kimse sandığa götüremez”in baskın olduğu bir “boykot” havasındaydı insanlar. Ancak bu havanın gerisinde, düzenin dışına çıkma, radikalleşme, devrimcileşme eğilimleri yoktu; açıkça yılgınlıktan, umutsuzluktan, bezginlikten beslenen bir ruh halinin yansımasıydı bu. “Seçimle gitmeyecekler” deniliyordu doğru ama “o zaman sokakta göndeririz” de denilmiyordu; “nasıl olsa gitmeyeceklerse ben de sandığa gitmem, evimde otururum” şeklindeydi genel durum.
Peki şu an?
Şu an bu havanın dağılmaya başladığını, toplumun karamsarlık ve yılgınlık halinden sıyrıldığını, aritmetik hesaplara, Meclis çoğunluğuna, ilk turda oyların dağılımına, ikinci turda ne yapılacağına dair hararetli tartışmalara girildiğini ve “gidecekler, bu sefer olacak” denilmeye başlandığını görebiliyoruz. Ölü toprağının üzerimizden atılması için iyidir, gereklidir, umudu ciddiye almak, umutlu olmayı küçümsememek gerekir.
Geride kalan on beş yılın sonunda, toplumun en az yarısının ruh halini tanımlayacak olan şeyin yorgunluk olduğunu söylersek yanlış olmaz. Birinin çıkıp günde beş kez ekranlardan kendisine bağırıp çağırmasından, “biz biliriz”lerden, “eyy”lerden, her gün yeni bir düşman icat edilmesinden, süreklileşmiş teyakkuz halinden, yalan dolanın saltanatından, lümpenliğin, cehaletin, kabalığın iktidarından, insanlar fena halde yorulmuş, sıkılmış durumda.
İşte tam da bu yüzden, “gitsinler de nasıl giderlerse gitsinler” diyorlar, işte tam da bu yüzden “gitsinler, gerisine ondan sonra bakarız” diyorlar. Bu ruh halini anlamaya, bu ruh haliyle kavga etmemeye özen göstermeliyiz, çünkü ortada son derece insani ve üstelik zaman zaman hepimizi kesen, hepimizin bir parçası olduğu bir ruh hali var.
Bu ruh halini anlamak, tepeden bakmamak, küçümsememek gerekiyor, ama bu “ne yapalım, durum ortada” deyip bir kenara çekilip seyretmeyi de gerektirmiyor. Buraya müdahale etmek, burayla tam da mevcut halini dönüştürme iddiasıyla iletişim kurmak, toplumu sandıktan sonrasını da düşünmeye ve kendi kaderinin efendisi, sahibi olmaya davet etmek bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Geriye kalan on beş yılda, solcular, sosyalistler, belki siyaset sahnesinin etkili, güçlü bir aktörü olmayı başaramadılar ama öte yandan akıllarını, zihin açıklıklarını muhafaza etmeyi hep başardılar. Bu iktidardan demokrasi beklenmeyeceğini de, bu iktidarın Kürt sorununu çözemeyeceğini de, hedefin rejim değişikliği olduğunu da, ülke ekonomisinin götürüldüğü yeri de önce Türkiye solu gördü, önce Türkiye sosyalistleri söyledi ve söylediklerinde de yanılmadı.
Bugün ise, ülke yeni bir seçim atmosferine ve politikleşme sürecine girmişken, doğrudan bir parçası olmadığı, olamadığı bu seçimleri, oturup izleyecek değil elbette. Hem yukarıda sözünü ettiğim ruh halini anlayarak, hem de o ruh halini dönüştürme iradesiyle müdahale etmenin yollarını, yöntemlerini, araçlarını bulacağız hep beraber.
Toplumda seçim süreci nedeniyle yeniden yükselen politikleşmeyle birlikte, sokağa çıkabilme, topluma seslenebilme imkânlarını sonuna kadar kullanmalı, “bu sefer gidecekler” inancından geleceğe ve sandık sonrasına dair bir umut devşirmeli, toplumdaki “yapabiliriz” inancını yükseltmeli, “bunu yaptıysak ötesini de yaparız” dedirtmeye çalışmalıyız, önceliğimiz bu.
Bu noktada ise kanımca iki soru önem kazanıyor:
Birincisi, “giderlerse ne yapacağız” ve ikincisi, “gitmezlerse ne yapacağız” sorusu. “Giderlerse ne yapacağız” derken, “bununla yetinecek miyiz” demek istiyorum. “Gittiler ve artık her şey düzeldi, hadi evlerimize” diyecek bir ülkede yaşamıyoruz ve geride bırakacakları şeyi düzeltmek de öyle kolay olmayacak. Ancak “eskisinden ve onun eskisinden de daha iyisini kuracağız” demek zorundayız. “Bunları gönderdiysek, daha neler yaparız” diyen bir toplumsal özgüven inşası, bunun üzerinde yükselen bir sol dalga, solun etkili, güçlü bir özne olması, söylediğim bu.
Ve ikincisi, eğer gitmezlerse ne yapacağız? Yani seçimi kazandılar ya da iktidarı devretmediler, o zaman ne olacak? O zaman yaşanacak büyük hayal kırıklığını, umutsuzluğu, yılgınlığı, yukarıda sözünü ettiğim ruh haline dönüşü nasıl engelleyeceğiz? Topluma sandığın ötesini, bir gün sonrasını, haklarını savunacağı mekanizmaları işaret etmeden, oraya hazırlanmadan hiçbir şey yapamayız. Sandığı küçümsemeden ama sandıktan çıkacak olumsuz bir sonucun dünyanın sonu olmadığını, başka mücadele biçimlerine hazır olunması gerektiğini anlatmak, bundan asla vazgeçmemek gerekiyor.
Toplumlar hiçbir zaman yola “haydi sosyalizmi getirelim” diye çıkmazlar, toplumun arzularıyla, talepleriyle, hayalleriyle, sosyalistlerin söyledikleri anlık bir zaman diliminde çakışır, bu arzular, talepler, hayaller dönüşür, politikleşir, bu da sosyalizmi bir hakikat haline getirir, toplumla buluşturur. Bize düşen, sözünü ettiğim çakışmanın gerçekleşmesi için çabalamak, kişilerin kendi gündelik hayatlarının hakikatiyle sosyalizmin hakikatinin temasını, bir araya gelmesini, ilişkiye girmesini sağlamaktır.
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Peki şu an?
Şu an bu havanın dağılmaya başladığını, toplumun karamsarlık ve yılgınlık halinden sıyrıldığını, aritmetik hesaplara, Meclis çoğunluğuna, ilk turda oyların dağılımına, ikinci turda ne yapılacağına dair hararetli tartışmalara girildiğini ve “gidecekler, bu sefer olacak” denilmeye başlandığını görebiliyoruz. Ölü toprağının üzerimizden atılması için iyidir, gereklidir, umudu ciddiye almak, umutlu olmayı küçümsememek gerekir.
Geride kalan on beş yılın sonunda, toplumun en az yarısının ruh halini tanımlayacak olan şeyin yorgunluk olduğunu söylersek yanlış olmaz. Birinin çıkıp günde beş kez ekranlardan kendisine bağırıp çağırmasından, “biz biliriz”lerden, “eyy”lerden, her gün yeni bir düşman icat edilmesinden, süreklileşmiş teyakkuz halinden, yalan dolanın saltanatından, lümpenliğin, cehaletin, kabalığın iktidarından, insanlar fena halde yorulmuş, sıkılmış durumda.
İşte tam da bu yüzden, “gitsinler de nasıl giderlerse gitsinler” diyorlar, işte tam da bu yüzden “gitsinler, gerisine ondan sonra bakarız” diyorlar. Bu ruh halini anlamaya, bu ruh haliyle kavga etmemeye özen göstermeliyiz, çünkü ortada son derece insani ve üstelik zaman zaman hepimizi kesen, hepimizin bir parçası olduğu bir ruh hali var.
Bu ruh halini anlamak, tepeden bakmamak, küçümsememek gerekiyor, ama bu “ne yapalım, durum ortada” deyip bir kenara çekilip seyretmeyi de gerektirmiyor. Buraya müdahale etmek, burayla tam da mevcut halini dönüştürme iddiasıyla iletişim kurmak, toplumu sandıktan sonrasını da düşünmeye ve kendi kaderinin efendisi, sahibi olmaya davet etmek bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Geriye kalan on beş yılda, solcular, sosyalistler, belki siyaset sahnesinin etkili, güçlü bir aktörü olmayı başaramadılar ama öte yandan akıllarını, zihin açıklıklarını muhafaza etmeyi hep başardılar. Bu iktidardan demokrasi beklenmeyeceğini de, bu iktidarın Kürt sorununu çözemeyeceğini de, hedefin rejim değişikliği olduğunu da, ülke ekonomisinin götürüldüğü yeri de önce Türkiye solu gördü, önce Türkiye sosyalistleri söyledi ve söylediklerinde de yanılmadı.
Bugün ise, ülke yeni bir seçim atmosferine ve politikleşme sürecine girmişken, doğrudan bir parçası olmadığı, olamadığı bu seçimleri, oturup izleyecek değil elbette. Hem yukarıda sözünü ettiğim ruh halini anlayarak, hem de o ruh halini dönüştürme iradesiyle müdahale etmenin yollarını, yöntemlerini, araçlarını bulacağız hep beraber.
Toplumda seçim süreci nedeniyle yeniden yükselen politikleşmeyle birlikte, sokağa çıkabilme, topluma seslenebilme imkânlarını sonuna kadar kullanmalı, “bu sefer gidecekler” inancından geleceğe ve sandık sonrasına dair bir umut devşirmeli, toplumdaki “yapabiliriz” inancını yükseltmeli, “bunu yaptıysak ötesini de yaparız” dedirtmeye çalışmalıyız, önceliğimiz bu.
Bu noktada ise kanımca iki soru önem kazanıyor:
Birincisi, “giderlerse ne yapacağız” ve ikincisi, “gitmezlerse ne yapacağız” sorusu. “Giderlerse ne yapacağız” derken, “bununla yetinecek miyiz” demek istiyorum. “Gittiler ve artık her şey düzeldi, hadi evlerimize” diyecek bir ülkede yaşamıyoruz ve geride bırakacakları şeyi düzeltmek de öyle kolay olmayacak. Ancak “eskisinden ve onun eskisinden de daha iyisini kuracağız” demek zorundayız. “Bunları gönderdiysek, daha neler yaparız” diyen bir toplumsal özgüven inşası, bunun üzerinde yükselen bir sol dalga, solun etkili, güçlü bir özne olması, söylediğim bu.
Ve ikincisi, eğer gitmezlerse ne yapacağız? Yani seçimi kazandılar ya da iktidarı devretmediler, o zaman ne olacak? O zaman yaşanacak büyük hayal kırıklığını, umutsuzluğu, yılgınlığı, yukarıda sözünü ettiğim ruh haline dönüşü nasıl engelleyeceğiz? Topluma sandığın ötesini, bir gün sonrasını, haklarını savunacağı mekanizmaları işaret etmeden, oraya hazırlanmadan hiçbir şey yapamayız. Sandığı küçümsemeden ama sandıktan çıkacak olumsuz bir sonucun dünyanın sonu olmadığını, başka mücadele biçimlerine hazır olunması gerektiğini anlatmak, bundan asla vazgeçmemek gerekiyor.
Toplumlar hiçbir zaman yola “haydi sosyalizmi getirelim” diye çıkmazlar, toplumun arzularıyla, talepleriyle, hayalleriyle, sosyalistlerin söyledikleri anlık bir zaman diliminde çakışır, bu arzular, talepler, hayaller dönüşür, politikleşir, bu da sosyalizmi bir hakikat haline getirir, toplumla buluşturur. Bize düşen, sözünü ettiğim çakışmanın gerçekleşmesi için çabalamak, kişilerin kendi gündelik hayatlarının hakikatiyle sosyalizmin hakikatinin temasını, bir araya gelmesini, ilişkiye girmesini sağlamaktır.
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder