8 Mayıs 2018 Salı

Kurtuluş düşü - ORHAN GÖKDEMİR

Dincinin 16 yıllık iktidarının kesin sonucu ile başlayalım. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre 2017 yılında muhtaç durumda olan vatandaş sayısı 14,4 milyona ulaştı. 

Ne demek? 

Şöyle açıklayayım; İşsiz ve çalışmayan yurttaşlar 2018 yılı için SGK’ye aylık 60,89 TL prim ödeyerek sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyor. Bu rakamı ödeme imkânı olmayan yurttaşların Genel Sağlık Sigortası primleri Devlet tarafından ödeniyor. Veriler bu düzenlemenin getirisi. İşi ve geliri olmayan çalmış devletin kapısını, “öde benim primimi” demiş. O kayıtlardan anlaşılıyor, hiçbir sosyal güvencesi olmayan, çalışmayan, 18 yaşını doldurmuş ve öğrenci olmayan, aylık geliri asgari ücretin üçte birinden (2017 yılı için 592,50 liraydı) az olan bu kadar insan var ülkemizde. 
Demek ki her yedi yurttaşımızdan biri muhtaç, düşkün.

Korkunç rakamlardır bunlar. Bazı illerdeki yoksul yurttaşların sayısı, illerin toplam nüfusunun yüzde 30-40’ını, seçmen sayısının yüzde 60-70’ini geçmektedir. Yani, bazı illerimizin yarıya yakını düşkündür. Samsun örneği var elimizde. 1 milyon iki yüz bin civarında nüfusu var ilin. Yarısı devlet yardımıyla geçimini sağlıyor. İlde yaşayanların yarısı teknik olarak yurttaş bile değil. İnsanlık onuruna yakışmayan şartlarda yaşamaya zorlanmış büyük bir kalabalık söz konusudur. Sonra sadaka vererek, yardıma alıştırarak, asalaklaştırarak  düşkünleştirmiş bu kalabalığı devlet. Parti kanalıyla yapmış bunu üstelik. “Muhalefet” partileri ittifak mittifak yaparak işte bu denklemi değiştireceğini sanıyor. İmkânsızdır.

Biliyorsunuz, iktidarı elinde tutan zat (İsmet İnönü’ye saygımdan adını bilerek anmıyorum)  ikide bir çıkıp patronlara güvence veriyor. “OHAL’i sizin için ilan ettik, grev yapan olursa başına indiriyoruz sopayı, rahat olun” diyor. Gereksiz bir tehdit aslında. Bu kadar düşkünleştirilmiş bir toplumda kim greve cesaret edebilir?

Edilmiyor zaten. 

AKP’li yıllarda, 2002-2017 arasında, 20 bin işçi ölmüş. “Kaza” diye  sınıflandırılanlar bunlar. Meslek hastalıkları dâhil edildiğinde sayı 140 bine ulaşıyor. 2018 yılının ilk dört ayında 575 işçiyi kurban almış sistem. Acımasız, kuralsız bir sınıf savaşıdır hakikaten. Ülkede kan gövdeyi götürmektedir. Ama grev yasaktır, sendikalar düzen tarafından teslim alınmıştır, ölenler öldüğüyle kalmaktadır. Ülkenin yarısı açlık sınırının altında bir gelirle yaşarken bir avuç sendika ağası vur patlasın çal oynasın haldedir. Bunların en solcu görüneni geçen gün şöyle dedi, “Çok mücadele ettim burada, biraz da mecliste mücadele edeyim diye CHP’den aday adayı oldum.” Bilmez miyiz, kırdı geçirdi ortalığı. Baksanıza sınıfın haline? Hem ne olacak, kaybederse gidip köyüne yerleşir, yiyip içtiklerine sayar…

Bunun bilmenin özgüveniyle konuştu son günlerini yaşayan atanmış başbakan da. Kapitalizmin en gerici, en çapsız, en arsız, en cahil savunusunu yaptı. İnsanların gözünün içine baka baka, “bilirim, tecrübeliyim, işçiler kendi kendini öldürüyor” dedi. Cesaret edebildi buna. Bu cesaretinin bir sebebi OHAL’se, diğeri emekliliğini CHP’de dolduran sendika ağalarıdır. Ona bu lafını yedirmeyen muhalefettir.

***

Bir de gizli düşkünlerimiz var. Bunlar, hiçbir yeteneği, hiçbir vasfı olmamasına rağmen iktidara yanaşarak bir “iktidar seçkinleri” şebekesi oluşturmayı başarmış dinci-yobaz tayfadır. Uzun memuriyettedirler. Devlette, orduda, yerel yönetimlerde bütün köşelerde onlar vardır. Basın onlarla doludur. Dernekler, federasyonlar, vakıflar, devlet basın yayın kuruluşları onlara maaş verme kurumlarına dönüştürülmüştür. Bütün varlıklarını iktidara borçlu olduklarından güne “varlığım AKP’ye armağan olsun” duasıyla başlamaktadırlar. Bu uğurda yapamayacakları ahlaksızlık, işlemeyecekleri suç yoktur.

Örnek vereyim: Daha önce kamu kaynaklarını yağmalayan politikacılar için “hırsızlık sayılmaz, dinimizde günah işleme özgürlüğü var” diyen ilahiyatçı görünümlü haysiyetsiz utanmaz, “rüşvet almanın haram ama vermenin caiz olduğunu” yumurtladı geçen gün. Zaten haramla beslendiklerinden, tek tehlikenin rüşvet verilmemesi olduğunun bilincindedir yani.

Bunların bir de ikinci çemberde duran yanaşmaları var. Saray sofralarından kalkmadığı için adı kötü yola düşen eski şarkıcı mesela. Koşup sordular ne düşünüyorsun diye. Kenan Evren’e övgüler düzerek başladı söze. “Evren’in ilk üç günü iyiydi ama sonra yanlış yöne saptı” diye devam etti. “Ama siz de bütün iktidarları seviyorsunuz” mu dediler, kendisi mi öyle anladı bilinmez, şöyle tamamladı sözlerini: “Devletimi kim yönetiyorsa, halkımızın seçimleriyle, oylarıyla hangi hükümet varsa ben ona saygı duyarım.” “Ulan adam diktatör, çekmiş tankı topu rehin almış iktidarı” desen anlamaz. Yarım aklını da rehin bırakmıştır saray kapısına, üç günlük çıkarı için.

Hırsızlık özgürlük, rüşvet caizmiş… Bir düzenin baştan ayağa çürüdüğünü bilmem başka nasıl anlatabilirim?

***

Efendim? İktidarı değiştireceğiz mi dediniz? Kiminle? Kemal Kılıçdaroğlu veya Meral Akşener’le mi? Yoksa sizde mi kundakçı Temel’e inananlardansınız?
Önceki gün Denizlerin idam edilmesinin yıldönümüydü. İktidarı değiştirmek için tek dayanağınız olan politikacı onlar için tivit hesabından paylaşımda bulundu. "Deniz, Yusuf ve Hüseyin ülkemizin bağımsızlığı uğruna çıktıkları yolda aramızdan kopartılan, kendi kaderlerini memleketin kaderiyle eşitleyen cesur yüreklerdi. Onlara sözümüzü tutacağız, özgürlüklerin ve demokrasinin egemen olduğu bir ülkeyi hep birlikte kuracağız" dedi.

Çok değil iki ay önce de bir tivit atmıştı. Orada da şöyle diyordu: “Aramızdan ayrılışının 9. yıldönümünde Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle anıyor, şüpheli ölümünün aydınlatılması için de adalet mücadelemizin devam edeceğini yineliyorum.”
E tamam da birader ikincisi birincilerinin katili değil mi? Nasıl oluyor böyle? Nasıl bir midedir bu?
Denizlerin idamına “evet” diyenlerin tam listesi yayınlandı o gün. Fotoğraflar da eşlik ediyordu listeye. O fotoğraflardan birinde Adalet Partisi Grubu hep birlikte el kaldırmıştı “evet” niyetine. En önde en şevkli görünen kişi, suratındaki o değişmez sırıtışla Süleyman Demirel’di.
Unutturdular her şeyi. Biz Demirel’le mücadele ederken eteklerinden gelenler makbul vatandaşlar oldu. “Dişi kurt”la “şeriat dede” koşup gelecekmiş, kurucu partiyle kol kola girip hepimizi zulümden kurtaracakmış. 
Amiyane tabirle, yersen!

***

İşte size memleketimden insan manzaraları. Düşmüş, zavallı, biçare yaratıklardır hepsi. Omurgasızdır, eğri büğrüdür. Brüeghel’in tablolarındaki gibi, hepsi insanlığından çıkmış, acı çeken yaratıklara dönüşmüştür.

Tekrar not edeyim öyleyse: Cumhuriyet, halkı yukarı çekme işidir. Cumhuriyet yoksa halk aşağı düşer. Paramparça olur.
Laiklik, ümmetten insan yaratma işidir. Laiklik yıkılırsa insan biter. Cübbeliler, Nurofiller, Binaliler, Sedalar, Hülyalar, İbolar türer yerine.
Geldiler, ellerinin değdiği her şeyi çürüttüler. Halkı düşürdüler, insanı bitirdiler. Acımasız, kuralsız bir sınıf savaşının tam ortasındayız şimdi.

***

İşte tablo, işte ülke. Biz diyoruz ki size, kurtuluşunuz kendi ellerinizde. Onlar diyor ki kurtuluşunuz katillerinizde. Baksanıza, ellerindeki kan kurumadı daha. İmkânı var mı?
Kalkın öyleyse, uzatın elinizi. 
Ne duruyorsunuz?

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder