Devr-i Erdoğan’ın en önemli sonucu bu belki de: Bu ülke ilericisine fikirlerinin ertelenebilir, ideolojilerinin önemsiz olduğunu sopa sopa, seçim seçim öğretti. Türkiye ilericisini, Atsızları İskiliplilere tercih edecek kadar düşürdü. İstibdattan çıkışı, pelteleşmede gören bir ilerici, moda deyimle 'seküler' üretti.
Meral Akşener 3 Mayıs Türkçüler gününü kutlamış. Birden, ittifak mühendislerinin bakkal hesaplarıyla istila ettiği gündemimize hiç yakışmayan bir soru uyandı zihnimde. Fikirler ve tarih bu kadar önemsiz mi? 3 Mayıs’ı kutlamak bu kadar kolay mı?
NEDEN 3 MAYIS?
Önce biraz bellek: Neden 3 Mayıs?
3 Mayıs 1944, ırkçı olduğunu hiç saklamayan, Nazizmi, faşizmi övünçle savunan Nihal Atsız'ın siyasal manifesto günüdür. Hem de ne manifesto! Atsız, İçişleri Bakanı'na mektuplar yazarak Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav gibi kıymetleri "devlete sızan komünist vatan hainleri" diye ihbar etmiş, dünyanın karanlığa boğulduğu o yıllarda ülkenin en parlak kurumu olan Milli Eğitim Bakanlığı'nı (Hasan Ali Yücel adı yeterlidir sanırım) buna çanak tutmakla suçlamıştı. Sabahattin Ali, Atsız’a dava açtı, Atsız da işte o davanın 3 Mayıs gününü, kendisine bağlı faşist gençlikle "Ankara Nümayişi"ne çevirdi. Atsız’a destek için gelen faşist kalabalık Ankara’da yürüyüşe geçti ve kolluk güçlerinin sert müdahalesiyle dağıtıldı.
Atsız ve Nazi sempatizanlarının müdahale karşısındaki şaşkınlığı, aslında devletin kanatları altında semirme ufkunun aniden kapanmasındandı. Dünya Savaşı sırasında faşist cephe ile müttefik cephe arasında salınarak savaş dışında durmaya çalışan İnönü, tam da Nazi ordusunun beli kırılmışken müttefiklere göz kırpacak hamleler yapmayı uygun görmüş, içimizdeki Nazileri güzelce hırpalamak istemişti. İnönü’nün bu hamlesi ırkçıların “tabutluklarda” tezgahtan geçirilmesine kadar vardı, ama asıl olarak faşist Atsız’ın talepleri yerini buldu. Beş yıla kalmadan Sabahattin Ali devletçe öldürüldü ve Boratav’lar üniversiteden, ülkeden kovuldu. (Halkbilimci Pertev Naili Boratav, Korkut Boratav’ın babasıydı, uzun yıllar Fransa’da yaşamak zorunda kaldı ve yaşamını ülkesinden uzakta yitirdi.) Faşist hareketin pek sevdiği, “Biz içerideyiz, fikirlerimiz iktidarda” serzenişinin ilk versiyonu bu örnektir. (Devlet kanatları altında semirenler, mağduriyet konusunda daha nazik oluyor, artık herkesin malumu.)
Türk milliyetçileri, koca Türk tarihinde "gün" belirlemek için daha büyük bir zafer ya da trajedi bulamadılar ve bir açık faşistin bu ülkenin eli kalem tutan insanlarına saldırı tarihini bayram diye sahiplendiler. İşte Akşener’in kutladığı 3 Mayıs budur ve bu belleği canlandırmaktadır. Başka deyişle, Akşener rüzgarından etkilenip “3 Mayıs'ta n'olmuş?” diye gugıl'layacak her genç, ilk önce Sabahattin Ali, Pertev Naili düşmanlığını öğrenecektir. Sandık mühendisliğiyle fikirlerin ve tarihin rolünü küçümseyebilirsiniz, ama ikisinin de şakası olmadığını acı şekilde öğrenirsiniz.
SAĞ İLERİCİLERE SALDIRI TARİHİNİ ANARKEN İLERİCİLİK ADINA NE YAPILIYOR?
O 3 Mayıs’tan beri elbet derenin altından çok sular aktı. Ama hangi yönde? Atsızcılık, 1970’lerde Türk-İslam Sentezciliğiyle değiştirildi, ama 3 Mayıs terk edilmedi. Çünkü “tabutluk” edebiyatı, İnönü düşmanlığı aracılığıyla cumhuriyet ve aydınlanma düşmanlığına, dolayısıyla İslamcılığa köprü oluşturuyordu. Nitekim, ülkücülük, İslamcılıkla birlikte devlet içinde uyum içinde yükseldi. Akşener’in bakanlık yaptığı 1990’larda bir emniyet ve mafya fikriyatı haline gelmişken AKP iktidarı boyunca yargıya da sızdırıldı. Bu, Fethullahçıların etkin olduğu dönem kadar bugün de geçerlidir. Okuyoruz: Öğrenciliğimizden tanıdığımız, ellerinden Sızıntı dergisi düşürmeyip laik öğretim üyelerini tehdit eden, bu arada her 3 Mayıs’ta okul duvarlarına sola küfürler yazmayı ihmal etmeyen ülkücü gençler, şimdi türlü türlü sabıkalarına rağmen Erdoğan rejiminde hakimliklere atanıyorlar. Başkaları AKP, MHP ve bu arada İYİP koridorlarında geçmiş fikirlerini savunuyorlar.
Akşener’in 3 Mayıs kutlaması, piyasadaki muhalefetin kimsenin söz etmekten hazzetmediği genel samimiyetsizliğini ortaya koyuyor: 15 yıllık bir iktidara muhalefet yapıyor, ama o iktidarı hazırlayan, destekleyen fikirlerle. İslamcılığı silik bir Türkçülükle hareketin imajını tazeleyebileceğini düşünüyor. Partinin adını koyarken bile bugün özel timlerin takmayı pek sevdiği IYI armasında, 1990’lardaki ülkücülük yerine yeni bir güvenlikçi ideolojisi geçirebileceğini düşündüğü kesin. Oysa işte tam da 3 Mayıs tarihi, bu tür Türkçülüğün altındaki faşizmi, üstelik, cumhuriyet ve aydın düşmanlığıyla İslamcılığa soluk borusu açmaktan başka bir işlevi olmadığını gösteriyor.
3 Mayıs 1944’te “sızması önlenen” sola karşı Sızıntılarla beslenen Türkçülerin ve İslamcılar’ın “sızdıkları” devletin hali 2018 yılı itibarıyla ortada. Akşener, şimdi kendi ideolojisinin cumhuriyeti çökerten sicilini çok da dışavurmadan, ekonomisi, kurumları, hukuku darmadağın bir devleti diktatörün elinden kurtarma vaadiyle solculardan oy bekliyor.
Akşener’in hesapları bir yana, bizi daha ziyade ilgilendiren nokta da bu: Sağ, Sabahattin Ali’lere saldırı tarihini anarken ilericilerin kendi tarih ve fikirlerini vazgeçilebilir görmelerine güveniyor. Kuşkusuz, Erdoğan karşısında Akşener tezahüratı yapan Kemalist yazar-çizer sayısı bu güveni köpürtüyor. AKP, yükselirken eski Milli Görüş gömleğini çıkardığını ana tema olarak sunmak zorunda kalmıştı. Akşener ise ortodoksisini gizlemiyor, kendi tarih ve fikirlerini muhasebe konusu bile etmeye gerek duymuyor.
Devr-i Erdoğan’ın en önemli sonucu bu belki de: Bu ülke ilericisine fikirlerinin ertelenebilir, ideolojilerinin önemsiz olduğunu sopa sopa, seçim seçim öğretti. Türkiye ilericisini, Atsızları İskiliplilere tercih edecek kadar düşürdü. İstibdattan çıkışı, pelteleşmede gören bir ilerici, moda deyimle “seküler” üretti. Ama fikirleri soyut, tarihi de geçmiş gitmiş sananlara gene en güzel yanıtı 3 Mayıs’ı anan Akşener verdi.
Barış Zeren / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder