Türkiye tarımı için 21. Yüzyıl tam da 1 Ocak 2000 yılında yürürlüğe sokulan IMF Programı ile başlamaktadır. Başlayan yalnızca bir istikrar programı değildi. Program, kapsamlı bir yeniden yapılandırmayı da içermekteydi. Bunun, finansal sistem, KİT sistemi ve tarımsal yapı olmak üzere üç önemli ayağı bulunmaktaydı. KİT sisteminin tasfiyesi, çok sayıdaki tarımsal KİT'ler nedeniyle doğrudan doğruya tarımı da ilgilendirmekteydi. Finansal sistemdeki dönüşüm de tarımdakiyle dolaylı bir ilişki içindeydi. Tarıma ilişkin düzenlemelerin bütünü, 1980'li yıllarda dayatılan dönüşümü çok aşan bir kapsamdaydı.
Tarımda dönüşüm talebi ülkenin ve tarım sektörünün kendi iç dinamiklerinin zorlamasıyla değil, gelişmiş ülkelerin ve bunlardan neşet eden ulusötesi şirketlerin ihtiyaçlarınca belirlenmişti. "Tarımda Reform Uygulama Programı" (TRUP) denilen programın sahibi olan IMF ve DB ikilisi, iktidarlar değişse de dönüşümün içeriği ve hızından ödün vermemişti. İlk büyük hamleler Ocak 2000- Kasım 2002 arasındaki yaklaşık üç yılda DSP-MHP-ANAP koalisyonu dönemindeydi. Sonrasını AKP iktidarı devralacak ve bu programı büyük bir sadakatle bugüne dek uygulayagelecektir.
Türkiye tarımının yeni yüzyıldaki tarihi, dış dinamiklerin belirleyici olduğu olağanüstü hızlı bir dönüştürme saldırısının tarihidir. Ama bu dönüştürme, 1990'lardan itibaren içerde siyasi/ bürokratik/ akademik düzlemlerde ideolojik zeminin hazırlanması ve işbirlikçiliklerin türetilmesi olmaksızın olamazdı.
***
4 Mayıs 2018'de İzmir üniversitelerinin İzmir Ekonomi Üniversitesi'nde düzenledikleri ortak kollokyuma sunduğumuz "Türkiye'de Tarımın 21. Yüzyıldaki Dönüşümünün Dinamikleri" başlıklı açılış bildirimizden devam edelim:
Tarıma dönük tasfiye politikaları birkaç koldan yürütülmüştür: İç desteklerin hızla tayınlanması; tarımsal istihdamı hızla daraltan DGD (doğrudan gelir desteği) sisteminin radikal bir biçimde uygulanması; TTH/ tarımın ticaret hadlerinin (tarım/sanayi fiyat endeksinin) sürekli ve adeta geri dönüşsüz biçimde tarım ve çiftçi aleyhine döndürülmesi; tarımın dolaylı vergilerle sağılmasında yeni bir sıçrama yapılması ve böylece görünür desteklerin görünmez yollarla fazlasıyla geri alınması; tarımın finansmanının daraltılması ve kredi reel faizlerinin yükseltilmesi.
TTH, 1980'lerde 24 Ocak Programıyla köklü bir biçimde tarım aleyhine döndürüldükten sonra, koalisyonların bir nimeti olarak 1990'larda inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve nihai olarak 1998'de kuvvetle tarım lehine dönmüştü. Ama ondan sonrası, özellikle 2000 IMF/DB Programı sonrası hep tarım aleyhine gelişme gösterdi. Böylece tarımdan tarım dışına değer aktarımının önemli bir düzeneği olarak çalıştı.
İç destek düzeyi, 2000-2002'de ortalama binde 12 dolayından, 2006 Tarım Kanununun milli gelirin en az yüzde biri (binde 10'u) kadar destek verilmesi hükmüne rağmen 2006-2007'de binde 6'ya düşürülmüş, 2016-18 ortalaması olarak da binde 4,2 düzeyine geriletilmiştir. Böylece, 2007-2018 döneminde çiftçinin devletten alacaklı kaldığı destekleme miktarı 120 milyar TL'yi bulmuştur.
Tarıma verilen desteklerin, dolaylı vergiler aracılığıyla geri sağılmasının AKP döneminde doruğa çıktığını ve yalnızca tarımın kullandığı mazot üzerinden alınan ÖTV ve KDV ile tüm desteklerin yüzde 85'inin geri alındığını vurgulamak yeterli olabilir.
DGD ise, uygulandığı 2001-2007 dönemi boyunca (son ödemeler 2008'de) 13 milyar TL'yi biraz aşan (2009'a kadar alınıp DGD'nin kalıntıları da hesaba katılsa bile 18 milyar TL'yi aşamayan) bir gelir ödemesi gerçekleştirmekle birlikte, 3 milyon haktara yakın toprağın ekim alanı dışına çıkmasına ve 2,5-3 milyon çiftçinin üretimden düşmesine neden olabilmişti. Desteklerin sınırlanması ve bunun giderek daha da sıkılması nedeniyle bu etkiler DGD sonrasında da sürecektir.
***
Sonuçlar ortadadır: Tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki payı 2000'de yüzde 36'dan 2006'da yüzde 23,3'e, 2017'de ise yüzde 19,4'e gerileyecektir.
Tarımsal hasılanın GSYH içindeki payı 2000'de yüzde 12'den, 2009'da yüzde 8,1'e, 2016'da yüzde 6,2'ye gerileyecektir.
Tarımın dış ticaret dengesi de, Cumhuriyet tarihinde ilk kez uzun dönemli bir "olumsuz bakiye" dönemine girmiştir. 2003-2017 arasindeki 15 yılın 13 yılında dış ticaret dengesi negatiftir. Dönem toplamı olarak 20,6 milyar dolarlık açık verilmiştir.
Tarımsal destek kurumlarının (girdi üretimi ve/veya destekleme alımında görevli KİT'ler, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, Tarım Bakanlığı birimleri, tohum üretim istasyonları, vs.) işlevsizleştirilmesi veya tasfiyesi ise, bir daha geriye dönüş olmaması için "gemilerin yakılması" anlamındadır.
Bu radikallikte uygulanan bir tasfiye programının aynı radikallikle tersine çevrilmesinden başka çare yoktur. Eğer, Türkiye tarımını küresel mal ticareti zincirinin bağımlı bir halkası olmaktan çıkarmak, üreticiyi ulusötesi şirketlerin oyuncağı olmaktan kurtarmak istiyorsak; tüketiciyi GDO'lu ve hibrit ürünlerin işgalinden korumak istiyorsak; kısacası tarımdaki çözülmeyi durdurmak istiyorsak 2000'lerin sürekli bağımlılık üreten neoliberal politikalarıyla (ve dolayısıyla, DTÖ, IMF, DB, OECD, AB gibi yapılarla) hesaplaşmayı göze almaktan başka çare yoktur.
***
Bu hesaplaşmanın kuşkusuz öncelikle gıda emperyalizminin sözcüsü gibi davranan ve ulusötesi şirketlerinin rahatça at oynatacakları ortamı hazırlamayı "millilik ve yerlilik" olarak topluma yutturmaya çalışan iç siyaset odaklarıyla yapılabiliyor olması gerekir. Dolayısıyla bugünkü seçimlerden ve adaylardan beklediğimiz, Tayyipgillere laf yetiştirmek yanında, bu gibi ülke sorunlarını ve çözüm önerilerini de gündeme taşımaları olacaktır, olmalıdır.
Oğuz Oyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder