İtalyan halkının büyük çoğunluğu AB üyeliğinin kendilerine hayır getirmediğine inanıyor. Bugün İtalyan ekonomisi krizin vurduğu 2008’e göre yüzde 6 daralmış durumda. Kişi başına gelir de 2007’nin yüzde 8 altında.
İtalya’nın çok renkli ve hareketli bir ülke olduğunu hepiniz bilirsiniz. Kendi ölçülerini de zorlayan çalkantılı iki haftanın ardından, yeni hükümet, Cumhurbaşkanı Mattarella tarafından onaylandı ve yemin ederek göreve başladı. İşin ilginç bir yönü de, başbakanlık koltuğunda oturan Giuseppe Conte ile yeni Maliye Bakanı Giovanni Tria’nın pek tanınmayan, aslında siyasi güçleri de bulunmayan iki genç akademisyen olmaları (Birisi hukuk, diğeri iktisat profesörü).
Bazı yorumlara göre, 1945’te Mussolini’nin devrilişinden bu yana ülkenin en sağ hükümeti kuruldu. Koalisyonun büyük ortağı Luigi Di Maio’nun liderliğindeki Beş Yıldız hareketi. Ancak bu süreçte Lega’nın başkanı, yeni İçişleri Bakanı faşist Matteo Salvini öne çıktı, bir anlamda koalisyon sözcüsü gibi davrandı.
4 Mart Seçimleri ve popülist koalisyon
Gelişmeleri şöyle kısaca hatırlarsak, 4 Mart’taki genel seçimlerde oyların yüzde 32’sini alan Beş Yıldız, birinci parti oldu. İkinciliği ise, oyların yüzde 19’unu toplayan merkez sol Demokratik Parti (PD) aldı. Ancak önceki Başbakan Matteo Renzi’nin neoliberal, AB’ci partisi öyle yıpranmış, prestijini öylesine yitirmişti ki muhtemel bir koalisyonda adını bile telaffuz eden çıkmadı. Silvia Berlusconi ile ittifak yapan, Forza İtalya’yı 4 puan farkla geride bırakan aşırı sağcı Lega ise üçüncü sırada, seçimin galipleri arasında sayıldı.
Ülkenin yaşadığı ekonomik gerilemeden geçmişte hükümette bulunan partileri sorumlu tutan İtalyan kamuoyu da, bir bakıma sol popülist Beş Yıldız ile aşırı sağcı Lega arasındaki koalisyona yeşil ışık yaktı. Komedyen Beppe Grillo tarafından kurulan Beş Yıldız hareketi 2008 Ekonomik Krizi sonrasında artan öfke temelinde yükseldi. Düzen politikacılarının kirlenmişliğini, yolsuzluğu, AB’nin İtalyan halkına dayatmalarını hedef alarak geçmişte sola oy veren kitleler, özellikle gençler arasında çok etkili oldu. Vergileri düşürme vaadi, yer yer göçmenleri hedef alan söylemleri partinin sol değil de “popülist” kategorisinde değerlendirilmesine yol açtı.
Lega ise daha önce Kuzey Birliği (Lega Nord) ismiyle biliniyordu. Padanya olarak da adlandırılan Po Ovası’nın zenginliğini, diğer bir ifadeyle Milano ve Torino’nun refahını, ülkenin geri kalanı, özellikle güneyi ile paylaşmaya yanaşmayan reaksiyoner bir tepkiye dayanıyor. Bu özelliğiyle de aşırı sağcı, ayrılıkçı bir psikolojiye hitap ediyordu. Zaman içerisinde isminden Kuzey ifadesini de atarak ülkenin tümüne hitap etmeye; göçmenlere, Çingenelere, Müslümanlara, Afrikalılara, eşcinsellere karşı gelişen tüm gerici tepkilere yaslanmaya başladı.
Bir bakıma, Lega güneylileri aşağılayanların partisiyken; koalisyon ortağı Beş Yıldız, ülkenin refahının adaletsiz paylaşılmasına tepki duyan güneyin yoksul bölgelerinin oylarıyla yükseldi. Özellikle bölgesel bir stratejisi bulunmamasına karşın, Beş Yıldız’ın aylık 780 avro “temel yurttaşlık geliri” vaadi, ülkenin güneyinde etkili oldu. Her iki parti seçmenlerinin ortak noktası ise, Brüksel’in dayatmalarına, AB’nin neoliberal politikalarının sade yurtaşa ödettiği faturalara şiddetli tepkiydi.
Çünkü İtalyan halkının büyük çoğunluğu AB üyeliğinin kendilerine bir hayır getirmediğine inanıyor. Bugün İtalyan ekonomisi krizin vurduğu 2008 yılına göre yüzde 6 daralmış durumda. Kişi başına gelir de 2007’nin yüzde 8 altında. İtalya’nın en büyük ekonomik sorunu 2.3 trilyon avroluk kamu borcu. Bir yılda sırf 65-70 milyar avro faiz ödemek zorundalar. Faizlerin “normal” bir düzeye yükselmesi halinde bu borçların servisi çok zorlaşacak. İtalya’nın Yunanistan’ın aksine, büyük bir ekonomi olması, ortaklığı terk etmesi durumunda AB’nin çöküşü anlamına gelecek.
Neoliberal müdahale
İşte böyle bir ortamda, Beş Yıldız ve Lega koalisyon kurma konusunda En sonunda anlaştılar ve Cumhurbaşkanı Mattarella’ya hükümet listesini sundular. Kızılca kıyamet Maliye Bakanlığı’na aday gösterilen isimden koptu. Çünkü 81 yaşındaki Paolo Savona AB’ye muhalif ve avrodan çıkmayı savunan bir ekonomi profesörüydü. Savona’nın düzen dışı bir figür olduğu sanılmasın; tam tersine zamanında Sanayi Bakanlığı yapmış, banka ve şirket yönetim kurullarında dünyalığını doğrultmuş, İtalyan TÜSİAD’ı sayılabilecek işveren örgütünün genel müdürlüğünü yürütmüştü. Ancak avroya karşı tutumu zaten sallanan birliği dinamitleyebilirdi. Bu nedenle de Mattarella’nın vetosuyla karşılaştı.
Mattarella, 28 Mayıs günü hükümeti kurma görevini çok iyi tanıdığımız bir kişiye, eski IMF Türkiye Masası Şefi, geçen hafta bu sütunlardan ismini yad ettiğimiz Carlo Cottarelli’ye verdi. Koalisyon ortaklarının siyasi eğilimleri ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı’nın bu müdahalesi açıkçası halkın iradesini hiçe saymak anlamını taşıyordu.
Aslında, halka sorumluluğu bulunmayan teknokratik hükümetler üzerinden neoliberal reçeteleri dayatma hevesi, küresel kriz sonrasında gündeme gelmişti. Diğer bir ifadeyle, ekonomi ile siyaseti ayırarak, piyasa sinyallerine ve sermayenin taleplerine göre ekonomi politikalarını belirleme tasarımı yeni sayılmazdı. 2011’de İtalya’da Goldman Sachs ekürisi Mario Monti ve Yunanistan’da eski Avrupa Merkez Bankası Kurmayı Lucas Papademos ile denenmiş ve fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
AB birliğinde ortak para avro kullanıldığı için piyasa, tepkilerini İtalyan kamu kâğıtlarının fiyatlarını düşürüp-faizlerini yükselterek gösterdi. Brüksel’den önce, bütçe komiseri Günther Dettinger’in “piyasalar İtalyanlara bir dahaki seçimde nasıl oy vereceklerini öğretir” şeklindeki haddini fazlasıyla aşan mesajı geldi. Ardından komisyon başkanı Jean Claude Juncker, İtalyanların tembelliği ve yolsuzluklara batmışlıkları iddiasıyla, “kendi sorunlarınız için Brüksel’i suçlamayı bırakın” sözlerini sarfetti. Bu kem sözler de İtalyan halkının tepkisini AB Komisyonu’na yöneltti.
Zaten Cottarelli’nin halk nezdinde çok olumsuz bir imajı vardı. 2013’te Demokratik Partili Enrico Letta’nın başbakanlığı döneminde “tasarruf komiseri” olarak atanmış, kamu bütçesinde yaptığı budamalarla “bay makas” namıyla anılmaya başlamıştı. Toplumda, Brüksel’in İtalya’nın içişlerine müdahale ettiği yargısı yaygınlaşıp , kısa sürede güven oyu alamayacağı anlaşılınca bu proje çöktü.
İlk raund berabere
Maliye Bakanlığı’nı sivrilikleri bulunmayan Tria’nın üstlendiği Beş Yıldız-Lega koalisyonunun onaylanmasıyla ilk raund berabere bitmiş görünüyor. Matterella Savona’yı atamayarak koalisyona şimdilik geri adım attırdı. Onlar da teknokratik hükümete oy vermeyeceklerini ilan ederek, Cottarelli’nin başbakanlık hevesini kursağında bıraktılar.
Aslında yaşanan, birçok ülkede tanık olduğumuz, açıkçası tarafımızı belirlemekte güçlük çektiğimiz bir kutuplaşma… Bir yanda piyasacı, sade yurttaşın sorun ve taleplerine kör, elitist bir zihniyet bulunuyor. Öte yanda ise, sade yurttaşların tepkilerini sağ versiyonunda göçmenlere-çingenelere husumete, “sol” versiyonunda ise yolsuzluğa bulaşanlara, yüksek vergi alanlara tepkiye yönlendiren ; emekçilerden, sınıftan, sömürüden söz etmeyen popülist akımlar yer alıyor.
Ne yazık ki bu tablonun sorumlularından biri de; sürece ağırlığını koyamayan, bir seçenek olarak sade yurtaşın aklına ve kalbine hitap edemeyen gerçek sol güçler... Emekten yana, güç ve mülkiyet ilişkilerine vurgu yapan, adını koyarak kapitalizmi karşısına alan sosyalistler… Üstelik Gramşi’nin ülkesinden, Komünist Partisi’nin 70’lerde yüzde 35 oy aldığı İtalya’dan bahsediyoruz…
HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN
İtalya’nın çok renkli ve hareketli bir ülke olduğunu hepiniz bilirsiniz. Kendi ölçülerini de zorlayan çalkantılı iki haftanın ardından, yeni hükümet, Cumhurbaşkanı Mattarella tarafından onaylandı ve yemin ederek göreve başladı. İşin ilginç bir yönü de, başbakanlık koltuğunda oturan Giuseppe Conte ile yeni Maliye Bakanı Giovanni Tria’nın pek tanınmayan, aslında siyasi güçleri de bulunmayan iki genç akademisyen olmaları (Birisi hukuk, diğeri iktisat profesörü).
Bazı yorumlara göre, 1945’te Mussolini’nin devrilişinden bu yana ülkenin en sağ hükümeti kuruldu. Koalisyonun büyük ortağı Luigi Di Maio’nun liderliğindeki Beş Yıldız hareketi. Ancak bu süreçte Lega’nın başkanı, yeni İçişleri Bakanı faşist Matteo Salvini öne çıktı, bir anlamda koalisyon sözcüsü gibi davrandı.
4 Mart Seçimleri ve popülist koalisyon
Gelişmeleri şöyle kısaca hatırlarsak, 4 Mart’taki genel seçimlerde oyların yüzde 32’sini alan Beş Yıldız, birinci parti oldu. İkinciliği ise, oyların yüzde 19’unu toplayan merkez sol Demokratik Parti (PD) aldı. Ancak önceki Başbakan Matteo Renzi’nin neoliberal, AB’ci partisi öyle yıpranmış, prestijini öylesine yitirmişti ki muhtemel bir koalisyonda adını bile telaffuz eden çıkmadı. Silvia Berlusconi ile ittifak yapan, Forza İtalya’yı 4 puan farkla geride bırakan aşırı sağcı Lega ise üçüncü sırada, seçimin galipleri arasında sayıldı.
Ülkenin yaşadığı ekonomik gerilemeden geçmişte hükümette bulunan partileri sorumlu tutan İtalyan kamuoyu da, bir bakıma sol popülist Beş Yıldız ile aşırı sağcı Lega arasındaki koalisyona yeşil ışık yaktı. Komedyen Beppe Grillo tarafından kurulan Beş Yıldız hareketi 2008 Ekonomik Krizi sonrasında artan öfke temelinde yükseldi. Düzen politikacılarının kirlenmişliğini, yolsuzluğu, AB’nin İtalyan halkına dayatmalarını hedef alarak geçmişte sola oy veren kitleler, özellikle gençler arasında çok etkili oldu. Vergileri düşürme vaadi, yer yer göçmenleri hedef alan söylemleri partinin sol değil de “popülist” kategorisinde değerlendirilmesine yol açtı.
Lega ise daha önce Kuzey Birliği (Lega Nord) ismiyle biliniyordu. Padanya olarak da adlandırılan Po Ovası’nın zenginliğini, diğer bir ifadeyle Milano ve Torino’nun refahını, ülkenin geri kalanı, özellikle güneyi ile paylaşmaya yanaşmayan reaksiyoner bir tepkiye dayanıyor. Bu özelliğiyle de aşırı sağcı, ayrılıkçı bir psikolojiye hitap ediyordu. Zaman içerisinde isminden Kuzey ifadesini de atarak ülkenin tümüne hitap etmeye; göçmenlere, Çingenelere, Müslümanlara, Afrikalılara, eşcinsellere karşı gelişen tüm gerici tepkilere yaslanmaya başladı.
Bir bakıma, Lega güneylileri aşağılayanların partisiyken; koalisyon ortağı Beş Yıldız, ülkenin refahının adaletsiz paylaşılmasına tepki duyan güneyin yoksul bölgelerinin oylarıyla yükseldi. Özellikle bölgesel bir stratejisi bulunmamasına karşın, Beş Yıldız’ın aylık 780 avro “temel yurttaşlık geliri” vaadi, ülkenin güneyinde etkili oldu. Her iki parti seçmenlerinin ortak noktası ise, Brüksel’in dayatmalarına, AB’nin neoliberal politikalarının sade yurtaşa ödettiği faturalara şiddetli tepkiydi.
Çünkü İtalyan halkının büyük çoğunluğu AB üyeliğinin kendilerine bir hayır getirmediğine inanıyor. Bugün İtalyan ekonomisi krizin vurduğu 2008 yılına göre yüzde 6 daralmış durumda. Kişi başına gelir de 2007’nin yüzde 8 altında. İtalya’nın en büyük ekonomik sorunu 2.3 trilyon avroluk kamu borcu. Bir yılda sırf 65-70 milyar avro faiz ödemek zorundalar. Faizlerin “normal” bir düzeye yükselmesi halinde bu borçların servisi çok zorlaşacak. İtalya’nın Yunanistan’ın aksine, büyük bir ekonomi olması, ortaklığı terk etmesi durumunda AB’nin çöküşü anlamına gelecek.
Neoliberal müdahale
İşte böyle bir ortamda, Beş Yıldız ve Lega koalisyon kurma konusunda En sonunda anlaştılar ve Cumhurbaşkanı Mattarella’ya hükümet listesini sundular. Kızılca kıyamet Maliye Bakanlığı’na aday gösterilen isimden koptu. Çünkü 81 yaşındaki Paolo Savona AB’ye muhalif ve avrodan çıkmayı savunan bir ekonomi profesörüydü. Savona’nın düzen dışı bir figür olduğu sanılmasın; tam tersine zamanında Sanayi Bakanlığı yapmış, banka ve şirket yönetim kurullarında dünyalığını doğrultmuş, İtalyan TÜSİAD’ı sayılabilecek işveren örgütünün genel müdürlüğünü yürütmüştü. Ancak avroya karşı tutumu zaten sallanan birliği dinamitleyebilirdi. Bu nedenle de Mattarella’nın vetosuyla karşılaştı.
Mattarella, 28 Mayıs günü hükümeti kurma görevini çok iyi tanıdığımız bir kişiye, eski IMF Türkiye Masası Şefi, geçen hafta bu sütunlardan ismini yad ettiğimiz Carlo Cottarelli’ye verdi. Koalisyon ortaklarının siyasi eğilimleri ne olursa olsun, Cumhurbaşkanı’nın bu müdahalesi açıkçası halkın iradesini hiçe saymak anlamını taşıyordu.
Aslında, halka sorumluluğu bulunmayan teknokratik hükümetler üzerinden neoliberal reçeteleri dayatma hevesi, küresel kriz sonrasında gündeme gelmişti. Diğer bir ifadeyle, ekonomi ile siyaseti ayırarak, piyasa sinyallerine ve sermayenin taleplerine göre ekonomi politikalarını belirleme tasarımı yeni sayılmazdı. 2011’de İtalya’da Goldman Sachs ekürisi Mario Monti ve Yunanistan’da eski Avrupa Merkez Bankası Kurmayı Lucas Papademos ile denenmiş ve fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
AB birliğinde ortak para avro kullanıldığı için piyasa, tepkilerini İtalyan kamu kâğıtlarının fiyatlarını düşürüp-faizlerini yükselterek gösterdi. Brüksel’den önce, bütçe komiseri Günther Dettinger’in “piyasalar İtalyanlara bir dahaki seçimde nasıl oy vereceklerini öğretir” şeklindeki haddini fazlasıyla aşan mesajı geldi. Ardından komisyon başkanı Jean Claude Juncker, İtalyanların tembelliği ve yolsuzluklara batmışlıkları iddiasıyla, “kendi sorunlarınız için Brüksel’i suçlamayı bırakın” sözlerini sarfetti. Bu kem sözler de İtalyan halkının tepkisini AB Komisyonu’na yöneltti.
Zaten Cottarelli’nin halk nezdinde çok olumsuz bir imajı vardı. 2013’te Demokratik Partili Enrico Letta’nın başbakanlığı döneminde “tasarruf komiseri” olarak atanmış, kamu bütçesinde yaptığı budamalarla “bay makas” namıyla anılmaya başlamıştı. Toplumda, Brüksel’in İtalya’nın içişlerine müdahale ettiği yargısı yaygınlaşıp , kısa sürede güven oyu alamayacağı anlaşılınca bu proje çöktü.
İlk raund berabere
Maliye Bakanlığı’nı sivrilikleri bulunmayan Tria’nın üstlendiği Beş Yıldız-Lega koalisyonunun onaylanmasıyla ilk raund berabere bitmiş görünüyor. Matterella Savona’yı atamayarak koalisyona şimdilik geri adım attırdı. Onlar da teknokratik hükümete oy vermeyeceklerini ilan ederek, Cottarelli’nin başbakanlık hevesini kursağında bıraktılar.
Aslında yaşanan, birçok ülkede tanık olduğumuz, açıkçası tarafımızı belirlemekte güçlük çektiğimiz bir kutuplaşma… Bir yanda piyasacı, sade yurttaşın sorun ve taleplerine kör, elitist bir zihniyet bulunuyor. Öte yanda ise, sade yurttaşların tepkilerini sağ versiyonunda göçmenlere-çingenelere husumete, “sol” versiyonunda ise yolsuzluğa bulaşanlara, yüksek vergi alanlara tepkiye yönlendiren ; emekçilerden, sınıftan, sömürüden söz etmeyen popülist akımlar yer alıyor.
Ne yazık ki bu tablonun sorumlularından biri de; sürece ağırlığını koyamayan, bir seçenek olarak sade yurtaşın aklına ve kalbine hitap edemeyen gerçek sol güçler... Emekten yana, güç ve mülkiyet ilişkilerine vurgu yapan, adını koyarak kapitalizmi karşısına alan sosyalistler… Üstelik Gramşi’nin ülkesinden, Komünist Partisi’nin 70’lerde yüzde 35 oy aldığı İtalya’dan bahsediyoruz…
HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder