Türkiye ekonomisi yeni bir kriz tehdidi altında. Peki, bu istikrarsız yapının ana kaynağı nedir? Türkiye ekonomisi niçin potansiyel büyüme hızında süreklilik gösterememektedir?
Bu sorunun yanıtı kuşkusuz, ulusal ekonominin büyümesinin ardında yatan niteliksel öğelerde gizlidir: Türkiye ekonomisinin dalgalanmaları doğrudan doğruya uluslararası sermaye akımlarının yönüne bağlı olarak yaşanmaktadır. Dışarıdan (her ne pahasına olursa olsun) sermaye girişi yaşandığında ekonomik aktivite canlanmakta, sadece iç talep değil, ihracat performansı da ithal girdilerin ucuzlaması sayesinde yükselebilmektedir. Sermaye girişlerinin yavaşlaması durumunda ise ulusal ekonomi durgunluğa sürüklenmektedir.
Türkiye ekonomisi özellikle 2010 ve sonrasında küresel ekonomideki ucuz kredi bolluğuna dayanarak yeni bir spekülatif büyüme konjonktürüne sürüklenmiştir. Türkiye’nin 1990 sonrası iktisadi tarihçesi bu tür konjonktürel büyüme dalgalarının nasıl hüsranla sonlanmış olduğuna dair örneklerle doludur.
Bu tespitler sadece bizler tarafından değil, uluslararası kuruluşlarca da sıklıkla dile getirilmektedir. Örneğin 2012’de IMF tarafından yayımlanan VI. Çerçeve Raporu, daha ikinci paragrafında bu sorunu, “sermaye girişleri bol iken büyüme güçlü seyretmekte; sermaye hareketleri yön değiştirdiğinde ise ekonomi daralmakta, Türkiye’yi genişleme-daralma çevrimlerine mahkûm etmektedir” sözleriyle itiraf etmekteydi.
***
2000’li yıllarda tüketim ve yatırım talebi ithalata bağlı olarak hızlanırken, ulusal sanayi de ithalat baskısı altında gerilemesini sürdürdü. Kalkınma yazınında “olgunlaşmamış sanayisizleşme” (premature de-industrialization) diye anılan istikrarsızlık tehdidi Türkiye’yi de etkilemekteydi.
Sanayisizleşme kavramı ile, olgunlaşmış sanayi toplumlarının artık işgücü ve diğer kaynaklarını giderek sanayi sektöründen, inovasyon ve yüksek teknolojili hizmetler sektörlerine kaydırma süreci anlatılmakta. Sanayiden giderek aktarılan işgücü ile birlikte sanayi katma değerinin toplam milli gelir, sanayi istihdamının da toplam istihdam içerisindeki payının azalması kaçınılmaz olduğu için, söz konusu sürecin sanayisizleşme kavramı ile betimlenmesi son derece doğal.
Konunun Türkiye benzeri gelişmekte olan ülkelerdeki boyutuna bakacak olursak, taklit ve montaj sanayiilerine dayalı sanayileşme sürecine sürüklenip, ulusal sanayilerde gelişme olgunluğunu tamamlamadan, doğrudan doğruya spekülatif köpüklere dayanan hizmetler sektörlerine (ve Türkiye ve benzer birçok ülkede inşaata) işgücünü aktarmaya başlaması bir dizi yapısal sorunu da beraberinde getirmekte olduğunu görebiliriz.
Örneğin, hizmetler sektöründe inovasyon ve yüksek teknolojili ürün üretme kapasitesinin henüz geliştirilememiş olması nedeniyle, söz konusu istihdam güvencesiz ve marjinalleştirilmiş biçimde hiper-sömürü altında çalışmaya itilmekte; sanayileşme sürecinin getirdiği kazanımlar geciktikçe demokratik bir dizi kurum da oluşturulamadan işlevini yitirmektedir.
Türkiye’de istihdamın dönemsel dinamiklerini yakından gözleyebilmek için TÜİK’in yayımlamakta olduğu mevsimsel etkilerden arındırılmış işgücü verilerini inceleyeceğiz. Aşağıdaki grafik son 13 yılın gelişmelerini özetliyor.
Sanayinin üretim ve istihdam kaybı Türkiye ekonomisinin son 15 yılını net bir şekilde özetliyor:Türkiye giderek sanayiden uzaklaşan ve taşeron bir hizmet üreticisi olarak bir ithalat cennetine dönüştürülmektedir.
Türkiye ekonomisinin büyümesinin sağlıksızlığı burada yatmaktadır.
Erinç Yeldan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder