9 Temmuz 2018 Pazartesi

Düzyatan Gazi’nin ABD seferi - TAYFUN ATAY

Cuma günü Ertuğrul Özkök yazdı ya, TRT’nin “resmen fenomen” dizisi Diriliş Ertuğrul’un“Ertuğrul Gazi”si Engin Altan Düzyatan, hamile eşi Neslişah Alkoçlar’la birlikte Los Angeles’ta imiş... Neslişah daha erken gitmişti; Ertuğrul, pardon(!) Engin de dizi final yapar yapmaz soluğu orada aldı. Son gelen haberlere bakılırsa doğumun da orada olacağı anlaşılıyor.

Hâlbuki Neslişah Alkoçlar, Mayıs’ta 3 yaşındaki oğlu ile beraber ABD’ye uçtuğunda basına yansıyan haberler, haziran sonunda Türkiye’ye dönmenin planlandığı, çünkü doğumu İstanbul’da yapmak istediği şeklindeydi. Anlaşılan karar değiştirmişler. Temmuz ortasına geliyoruz ve onlar, ailecek Los Angeles’ta.
Doğumun orada olması, bebeğin Amerikan vatandaşlığı alması demek... Tabii bu, Özkök’ün tabloya hafif bir fırça dokunuşunda bulunmasının da etkisiyle tam bir sosyal medya tartışmasının (elbette “geyiği”nin de) önünü açtı. Yıllardır ekranlarda Osmanlı-İslam yüceltisi yapılan ve herkesi evde ekran karşısında neredeyse elde yalın kılıç/ pala seyre sevk eden bir dizinin, rolüyle alabildiğine özdeşmiş başrol oyuncusu nasıl olur da çocuğunun doğumunu “diyar-ı küffar”da gerçekleştirtirdi? Yavrusunu nasıl yabancı doktorlara emanet ederdi?!..
***
Tartışmalarda bir aktör ya da aktrisin kurguda üstlendiği hayalî karakterle gerçekte kendisi olarak yaşadığı hayatın içindeki tercihleri arasında bağ, uyarlılık, tutarlılık aramanın son derece abuk ve kabul edilemez olduğu vurgulanmakta. Özkök de yazısında aynı doğrultuda hareket ederek bunu sorgulama cihetine gitmemiş (yine de bazı dolaylı imalarda bulunduğu söylenebilir!).

Doğru mu, doğru.. Söz gelimi kimse İslam dünyasında ve tüm Müslümanların gönlünde“Hazreti Hamza” karakteriyle taht kurmuş Anthony Quinn’den namazlı-niyazlı, taharetli bir yaşam sürmesini beklemedi ya!..

Ancak yine de “Ertuğrul/Engin Altan” bağlamında göz ardı edilemez bir fark var.
O farkı fark ettirmeden önce yalnız, bazı dipnotlar düşelim!..
***
Bu topraklarda vatandaş sık sık perdede ya da ekranda ne görüyorsa, gördüğünü ona gösterenle, yani rol kesenle özdeşleştirmiştir.
Rahmetli Erol Taş’ın sokaklarda çektikleri mesela!.. Ya da Cüneyt Arkın’ı “Malkoçoğlu” diye baş tacı etmeler, ülfete mazhar kılmalar...
Kurtlar Vadisi’nde mafya babası “Çakır” (Oktay Kaynarca) öldürülünce gıyabi cenaze namazı kılmalar...
Yine de bunların hiçbirisi, Muhteşem Yüzyıl dizisinde “Kanuni” rolü ile unutulmazlaşmış
Halit Ergenç’in başına gelen kadar müthiş değildir.
Dizinin seyrin zirvesinde olduğu, ama sokaklarda da Gezi patlamasının yaşandığı günlerdi. Ergenç, olayları yatıştırma yolunda arabuluculuk çabasına soyunmuş grupla o dönem başbakan olan Erdoğan’ın huzuruna çıkıp bir-iki de laf etme “cüret”ini gösterdiğinde nasıl tekdir ve tedip edilmişti “Reis” tarafından, hatırlayın:
“Sen Osmanlıca biliyor musun, asıl ondan haber ver!..”

***
Malum, Tayyip Erdoğan hiç mi hiç haz etmedi Muhteşem Yüzyıl’dan... “Tarihimizi yanlış aktarıyorlar, ceddimizi küçük düşürüyorlar” dedi durdu hep. (Hâlbuki dizi Yunanistan’da da Osmanlı yüceltisi yapıyor diye protesto edilip yasaklanmak istenmişti!)
İşte Diriliş Ertuğrul bir bakıma Muhteşem Yüzyıl’a karşı kotarılmış bir “kontra-kurgu”dur. Aslında çok yabancımız da değildir. Sinemada, hem de bu iktidarın “parantez arası” saydığı o “Eski Türkiye” günlerinde üretilmiş bir dolu karşılığı da vardır: Tarkan, Karaoğlan, Kara Murat, Malkoçoğlu, Battal Gazi...
Muhteşem Yüzyıl elbette dizi film tarihimizde büyük bir iz bırakmış ve pek çok farklı yönden ele alınabilecek önemli bir dizi. Ama belirtmekten de kaçınmayalım ki “oryantalist” yanları olan bir diziydi o.
Diriliş Ertuğrul ise “oksidentalist” bir dizi; yani Batı-Hristiyan dünyasına/insanına/ kültürüne kötüleyici, küçümseyici, aşağılayıcı, itibarsızlaştırıcı, değersizleştirici, ötekileştirici bir bakış, anlayış ve kurguya sahip...
Muhteşem Yüzyıl’ı lânetleyenler, Diriliş Ertuğrul’u bu “oksidentalist” motivasyonu nedeniyle alkışladıkça alkışladılar. Başta da “Reis”... O, defalarca övdü diziyi; seti ziyaret etti; “Ertuğrul Düzyatan”la resimler çektirdi; torununun, diziyi izlemek ne kelime, tekrarlarını bile izlediğini ballandıra ballandıra anlattı.
***
Dedik ya, burası Türkiye. Sonuçta Halit Ergenç nasıl o istenmedik “Süleyman” tiplemesiyle gazaba uğradıysa, Düzyatan da istendik “Ertuğrul” tiplemesiyle hem çok ama çok iyi“kazandı”, hem de bol bol taltife mazhar oldu.
Her yerde de gereğini yaptı!
Allah’tan henüz Osmanlıca öğrenmesini gerektiren bir dönemde rol kesmiyordu!.. Sadece “şive” edindi. Kocca bir sakal bıraktı ve reklamlarda bile o sakalla karşımızda oldu (Ama Los Angeles’tan fotoğraflarına baktım, o sakalı usulüne uygun ve gayet “Avrupai” şekilde inceltmiş!).
Kısaca Düzyatan, dizideki rolünü gözümüzün içine baka baka hayatın içine taşıdı. Evet, biz hiçbir zaman “Hazreti Hamza”yı canlandırarak sinema tarihine geçmiş Anthony Quinn’i “İkindi okundu, haydin namaza” deyip caminin yolunu tutarken görmedik. Ama Düzyatan’ı, Anadolu şehir girişlerinde cirit ekibi, mehter takımı eşliğinde muazzam kalabalıklarla takviyeli törenlerle karşılanıp kendisine “takdim edilen” Kayı Boyu bayrağını öpüp başına koyarken gördük!..
Hâl böyle olunca müsaade edin de “Gazi’mizin yavrusu”nun “taharetsiz yaban eller”de dünyaya getirilme tercihi üzerine de kaşlar kalksın!..
***
Biz dizi evrenimizde Engin Altan Düzyatan’ı “Ertuğrul Gazi” olmadan önce, “Eeeengiiin Aaaaltaaan Düzyataaan, Engin Altan Düzyatannn” olarak tanıdık.

Artık onu bir cihan imparatorluğuna doğuş verecek “sulb”ü taşıyor olma mes’uliyetine sahip Osmanlı ceddi olarak biliyoruz!..

Eskiden onu cıngıl cıngıl “Eeeengiiin Aaaaltaaan Düzyataaan...” diye karşılayan fanların yerinde şimdi ona “Soy soylasın, boy boylasın benim Ertuğrul beyim” diye sancak sunanlar var.
O yüzden bu “Los Angeles seferi”ni yorumlamakta güçlük çekiyoruz.

Belki “Dârü’l-Harb”i, “Dârü’l-İslâm” yapma yolunda bir öncü girişimdir?!..
Kim bilir belki de dizi üzerine art arda kalem oynattığım bir dönemde yazdıklarıma katkı vermiş sosyal bilimci ve tarihçi dostum, Prof. Suavi Aydın’ın sözlerinden çıkan bir kerametin tecellisidir!..
Diriliş Ertuğrul dizisine binaen, “Maalesef bu ‘özcü’ kurguların tamamı, tarihsel gerçeklikler alanını bir yana koyup ‘revivalizm’in [‘Dirilişçilik’ yani!] cazibesi altında her türlü eleştirel bakışa kulak tıkıyor, hatta saldırıp yok sayıyor” demişti Suavi... Ve şöyle noktalamıştı:
“Dizideki sarışın başrol oyuncusunun Asya’dan yeni kopup gelmiş bir Türkmen reisini ne kadar temsil edebileceği de ayrı bir konu!..”

Bu sözü hatırlayınca, acaba Los Angeles gidişi kahramanımız açısından (elbette “kültürel”olarak) geçici mahiyette de olsa bir “aslına rücu” mudur diye düşünmeden de edemiyor insan...

Her neyse, hâlâ vakit var mı hamilelik açısından, bilemiyorum, ama umarım doğum için dönerler de biz mahcup oluruz!..

Tayfun Atay / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder