Eğer yeniden başlayabilseydi bu ülke yaşamaya...
İkincisinde daha çok hata yapardı.
İkincisinde daha çok hata yapardı.
Dini siyasete karıştırmak isteyenlerin açabileceği tüm kapıları daha da sıkı kapardı.
Halkların birbiriyle yaşayabileceği düşmanlıkları ta en baştan siler savardı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, kusurlarını kendi seçerdi.
Bağımsızlığının peşine düşer, kendi gibi olmayı, olduğu kadar olmayı, sadece olmayı seçerdi.
Neşeli olurdu, ilkinde olmadığı kadar, topraklarında konuşulan her dilde şarkılar çalınsın, danslar edilsin isterdi.
Diğer ülkelerin tehditlerine ve ahlaksız tekliflerine, global dünya düzenine, ekonomik anlaşmalara, askeri pazarlıklara güler güler geçerdi.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardı.
Silahlanmazdı mesela, onca yoksulluk varken topraklarında tanklar, toplar, tüfekler almazdı tonla parayla...
Komünizmden, sosyalizmden, şiirlerden, romanlardan, daha iyi bir dünya için kurulan hayallere dair anlatılan masallardan o kadar da korkmazdı...
Sağına da soluna da nanik yapar, süt tozuna pabuç bırakmazdı.
Devasa köy enstitüleri kurardı her ovaya, tarlaya, dağa, su kıyısına...
Öyle çocuklar yetiştirirdi ki, bu yaptığını dünyanın aklı almazdı.
Daha çok riske girerdi.
Barış için tüm tabuları deler, tüm kadim düşmanlıkları tek tek alnından öperdi.
Şehirlerine köylerine Yunanca, Ermenice, Kürtçe, Rumca, Süryanice, Lazca yol işaretleri dikerdi.
Kapılarını açardı insanlara, isteyen gelsin ve isteyen gitsin, gelip geçenler ve bu topraklarda olup bitenlere dair şiirler söyleyenler artsın isterdi.
Güneşin doğduğu yerde de battığı yerde de herkes aynı şeyleri yesin ve giysin ister, ülkenin her köşesinde fırsat eşitliği için ter dökerdi.
Toprağını çılgın gibi işlerdi, pamuğunu, şekerini, tütününü, buğdayını, meyvesini, sebzesini tanrısını sever gibi severdi.
Gerçek sorunları olurdu hayali olanların yerine.
Herkes tok mu? Herkes mutlu mu? Herkes sağlıklı mı? Herkes neşeli mi? Herkes kaygısız mı? Herkes gerçekten güvende mi?
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılardı.
Yeniden başlayabilseydi eğer bu ülke, bağımsız ve mutlu anları olurdu.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Irkların ve dinlerin birbirine kolayca düşman olduğunu sanan;
Varlığını korumak için kendinden olan olmayan herkesi yakan...
Yıkılma korkusundan içten içe kendi kendisini yıkan;
Savaşlardan ve ardından pazarlıklarla gelen barışlardan medet uman...
Tüm değerlerini birtakım iktidarların selameti uğruna gözden çıkaran...
Bilinçlendiği bir noktada artık tarihindeki savaşlardan ve kıyımlardan utanabilecekken, o an büyük bir hata yapan...
Ve ne pahasına olursa olsun sadece hayatta kalmayı marifet saymaya ikna olan bu ülke...
Yeniden başlayabilseydi eğer yaşama...
O orduları kurmazdı, o yasaları yapmazdı, o değerleri satmazdı, kendi kendisini böyle baltalamazdı...
Eğer yeniden başlayabilseydi...
İlkbaharda içkilerin içildiği, şarkıların çalındığı, sokaklarda kızlı erkekli dansların yapıldığı şenlikler düzenlerdi hep.
Asker şapkalarını ve imam takkelerini ve asık suratlı politikacı kravatlarını söker atardı başından, boynundan...
Ve sonbahar bitene kadar şenlik ateşleri yakardı zeytin dallarından.
Güneşin ve ayın, gecenin ve gündüzün, mevsimlerin ve döngünün tadını çıkara çıkara anı yaşardı.
Ama işte artık 95’inde ve biliyor...
Halkların birbiriyle yaşayabileceği düşmanlıkları ta en baştan siler savardı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, kusurlarını kendi seçerdi.
Bağımsızlığının peşine düşer, kendi gibi olmayı, olduğu kadar olmayı, sadece olmayı seçerdi.
Neşeli olurdu, ilkinde olmadığı kadar, topraklarında konuşulan her dilde şarkılar çalınsın, danslar edilsin isterdi.
Diğer ülkelerin tehditlerine ve ahlaksız tekliflerine, global dünya düzenine, ekonomik anlaşmalara, askeri pazarlıklara güler güler geçerdi.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardı.
Silahlanmazdı mesela, onca yoksulluk varken topraklarında tanklar, toplar, tüfekler almazdı tonla parayla...
Komünizmden, sosyalizmden, şiirlerden, romanlardan, daha iyi bir dünya için kurulan hayallere dair anlatılan masallardan o kadar da korkmazdı...
Sağına da soluna da nanik yapar, süt tozuna pabuç bırakmazdı.
Devasa köy enstitüleri kurardı her ovaya, tarlaya, dağa, su kıyısına...
Öyle çocuklar yetiştirirdi ki, bu yaptığını dünyanın aklı almazdı.
Daha çok riske girerdi.
Barış için tüm tabuları deler, tüm kadim düşmanlıkları tek tek alnından öperdi.
Şehirlerine köylerine Yunanca, Ermenice, Kürtçe, Rumca, Süryanice, Lazca yol işaretleri dikerdi.
Kapılarını açardı insanlara, isteyen gelsin ve isteyen gitsin, gelip geçenler ve bu topraklarda olup bitenlere dair şiirler söyleyenler artsın isterdi.
Güneşin doğduğu yerde de battığı yerde de herkes aynı şeyleri yesin ve giysin ister, ülkenin her köşesinde fırsat eşitliği için ter dökerdi.
Toprağını çılgın gibi işlerdi, pamuğunu, şekerini, tütününü, buğdayını, meyvesini, sebzesini tanrısını sever gibi severdi.
Gerçek sorunları olurdu hayali olanların yerine.
Herkes tok mu? Herkes mutlu mu? Herkes sağlıklı mı? Herkes neşeli mi? Herkes kaygısız mı? Herkes gerçekten güvende mi?
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılardı.
Yeniden başlayabilseydi eğer bu ülke, bağımsız ve mutlu anları olurdu.
Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Irkların ve dinlerin birbirine kolayca düşman olduğunu sanan;
Varlığını korumak için kendinden olan olmayan herkesi yakan...
Yıkılma korkusundan içten içe kendi kendisini yıkan;
Savaşlardan ve ardından pazarlıklarla gelen barışlardan medet uman...
Tüm değerlerini birtakım iktidarların selameti uğruna gözden çıkaran...
Bilinçlendiği bir noktada artık tarihindeki savaşlardan ve kıyımlardan utanabilecekken, o an büyük bir hata yapan...
Ve ne pahasına olursa olsun sadece hayatta kalmayı marifet saymaya ikna olan bu ülke...
Yeniden başlayabilseydi eğer yaşama...
O orduları kurmazdı, o yasaları yapmazdı, o değerleri satmazdı, kendi kendisini böyle baltalamazdı...
Eğer yeniden başlayabilseydi...
İlkbaharda içkilerin içildiği, şarkıların çalındığı, sokaklarda kızlı erkekli dansların yapıldığı şenlikler düzenlerdi hep.
Asker şapkalarını ve imam takkelerini ve asık suratlı politikacı kravatlarını söker atardı başından, boynundan...
Ve sonbahar bitene kadar şenlik ateşleri yakardı zeytin dallarından.
Güneşin ve ayın, gecenin ve gündüzün, mevsimlerin ve döngünün tadını çıkara çıkara anı yaşardı.
Ama işte artık 95’inde ve biliyor...
ÖLÜYOR...
Mine Söğüt / CUMHURİYET
*Aslını merak edenler Arjantinli öykü ve deneme yazarı, şair ve çevirmen Jorge Luis Borges’e atfedilen Anlar şiirine; o şiirden de kendi hayatlarına bakabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder