21 Eylül 2018 Cuma

Sistem var mı ki tartışılsın? - İBRAHİM Ö. KABOĞLU

16 Nisan 2017, Anayasa’ya uygunluğu ve meşruluğu tartışmalı halkoylaması.

24 Haziran 2018 çifte seçimi için de anayasallık ve meşruluk sorunu açık.

31 Mart 2019 yerel seçimleri ilk ikisinden ayıran husus, anayasal ve meşru olması.

Kısaca hatırlayalım:

16 Nisan 2017, OHAL ortam ve koşulları Anayasa değişikliğine elverişli olmadığı halde, tarihimizin en köklü Anayasa değişikliği yapıldı.

24 Haziran 2018 çifte seçimleri, çifte Anayasa’ya aykırılık sürecinde kotarıldı. Uyum yasaları yerine KHK kullanıldığı için, siyasal ve anayasal düzenin tasfiyesi, bu yolu açan Anayasa kurallarına bile uyulmadan gerçekleştirildi.

Bu nedenle, halkoylaması ve çifte seçim üzerinde meşruluk ve anayasallık sorunu devam edecek.

Buna karşılık, 31 Mart 2019 seçimleri, -eğer 24 Haziran’da olduğu gibi beklenmedik bir müdahale olmaz ise-, anayasal çerçevede sandığın kurulacağı ilk seçimi olacak son yılların: anayasal, demokratik ve meşru.

Ne var ki, bu kez siyasal rekabet ile ilgisi bulunmayan söylemler yoluyla yerel seçimlere gölge düşürme telaşı pek belirgin.

“Çifte faillerin suçlu arayışı ve hukukun gücü” başlıklı geçen yazımda ele aldığım üzere, siyasal rakipleri “kriminalize edici” söylemler, pek erken başladı.

Bu söylemlerin baş mimarları, 16 Nisan ve 24 Haziran süreçlerini kotaran parti liderleri.

Şimdi her ikisi, başta CHP, HDP ve İYİ Parti’yi, seçmenler gözünde töhmet altına almaya çalışırken, “suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşinceye kadar kimse suçlu sayılamaz” kuralını açıkça ihlal ediyor. Oysa bu kural, “her zaman, her yerde ve herkes için” geçerli. Anayasa’mıza göre, savaş halinde bile (md.15/son).

Olgu şu: Anayasa ihlalini alışkanlık haline getirenler, rakiplerine “yargısız infaz” muamelesini mubah görüyor.

Üç başlılık
Ama gelin görün ki, “Hükümet-sonrası” dönem, çift başlılık yerine, triumvira görüntüsü veriyor:

♦ Cumhurbaşkanı: iktisadı, maliyeyi, uluslararası ilişkileri, eğitimi, hukuku, hatta bilimi bilen kişi. Her şeyi bildiğinden pek emin görünen kişi, sürekli Anayasa’ya aykırı düzenlemelere imza atıyor.

♦ “Başbakan Berat” da denebilir, medyada kendisine “damat” olarak hitap edilen kişiye. Kararlılık mesajı veren, geleceğe dair pembe tablolar çizmeye çalışan, ülkenin içine sürüklendiği derin bunalımı örtbas etme çabasında kusur etmeyen kişi.

♦ Saray sözcüsü ise; anayasal statüsü olmadığı halde, söylem ve eylemleriyle Anayasa-üstü olduğu görüntüsünü veren kişi. Külliye sözcüsü mü, Parti sözcüsü mü, ayırt etmek kolay değil.

Kısaca, “çift başlı yönetim” resmen tarihe karış (tırıl)mış olsa da; Hükümet-sonrası yönetim, “üç başlı yönetim” (triumvira) görünümü veriyor, ama “fiili” tabii ki.

+Fiili çift başlılık
Dahası var: çift başlı yönetim sona erdi derken, Bahçeli’ye de haksızlık etmemek gerekir. “Fiili” olsa da, yönetim üzerinde belirleyici bir etkiye sahip. Eğer milliyetçi değil de, ilahi kanadı temsil ediyor olsaydı İran yönetimine benzetilebilirdi: dini lider Hameney ve seçimle belirlenen Ruhani.

♦ 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği için düğmeye basan O.

- 24 Haziran çifte seçimi için inisyatif sahibi aynı kişi.

♦ Şimdi ise, bir yandan “af” diyerek suçluları hapisten çıkarmaya çalışırken; öte yandan, yasal zeminde seçim yarışması içinde olan siyasal partileri suçlandırma söylemini hiç eksik etmiyor.

İlk ikisinde “başarı” elde eden kişi, üçüncü hamleyi de “sistemin bekası” sloganı ile yapmaya çalışıyor.

Hangi sistem?
“İstanbul, Ankara ve İzmir’in şer ittifakının eline geçmesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tartışmaya açabilir” diyen Bahçeli’ye soralım: hangi sistemi?

Sistem, “eşgüdüm içerisinde bulunan kurumlar bütünü” şeklinde tanımlandığı halde, 6771 sayılı Kanunun hedefi, kurumlar eşgüdümünü değil, bütün kurumları bir kişinin güdümüne koymak. Anayasal düzlemde hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ilkelerinin ikinci plana atılması da, güdümlü yapıyı pekiştiriyor.

Ne var ki, sistem olmaktan uzak bir düzenlemeyi yansıtan 6771 sayılı Kanun, uygulamada fiili durumlar ile sakatlandığı gibi, gidiş, tümüyle askıya alınma yönünde.

İçtüzük : Tbmm’ye Son Darbe Mi?
AK Parti tarafından hazırlanan İçtüzük önerisinden sadece bir madde: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan kanun teklifleri, derhal Cumhurbaşkanlığına gönderilir. Cumhurbaşkanlığı 10 gün içinde mütalaasını Başkanlığa bildirir”(m.40).

Yasa yapım süreci konusunda CB’nin anayasal konumu belli:

♦ Bütçe Kanunu Teklifi,

♦ TBMM tarafından oylanan kanunları geri gönderme,

♦ Anayasa’ya aykırı gördüğü kanunlara karşı AYM’ye başvurmak.

6771 sayılı K. ile yasa tasarısı kaldırıldı. Bütçe kanunu teklifi dışında, kanun teklifi adı altında yasama girişimi (inisyatifi) TBMM’ye verildi.

İçtüzük taslağı, bu bakımdan, Anayasa’ya açıkça ve herhangi bir tartışma yapılamayacak şekilde aykırı.

Sonuç olarak;

♦ 6771 hükümleri ışığında kurulan anayasal düzen, sistem olarak adlandırılamaz.

♦ Bu metnin uygulanma şekli, 6771’in bile çerçevesi dışında kaldığı için, olsa olsa “fiili yönetim” olarak adlandırılabilir.

♦ İçtüzük taslağı ise, “TBMM’ye darbe” ve kendilerinin eseri olan 6771 sayılı Kanunu askıya alma iradesini yansıtıyor.

 İBRAHİM Ö. KABOĞLU / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder