İkinci el yerine eskiden “elden düşme” denilirdi. Kullanılmış ama atmayıp, satılmış olan her şeyin böylesi bir değer ölçüsü vardı. Şimdi de var. Artık “elden düşme” denilmiyor, “İkinci El Ürün” gibi fiyakalı bir kod adı bulundu.
Özellikle otomotiv sektöründe bu ikinci el pazarları çok meşhur oldu. Satmak ya da almak için değil, sadece otomobilinin pazar değeri hakkında bilgi sahibi olmak için bu alanlara gidip bütün bir tatil gününü harcayan erkeklerden oluşan büyük kitle oluştu.
İkinci el standartlarının bu denli çok konuşulur olmasının bir başka sebebi de Katar Emiri Şeyh Tamim’in 550 Sterlin değerindeki uçağını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “hediye” etmesi oldu.
Tartışmanın eksenin de satışa çıkarılmış uçağın bir anda hediye edilmiş olmasının arkasında neler olduğu yolundaki sorular var. Tabii bir de hediye değil satış olduğunu ileri sürenler bulunuyor. Buna kanıt olarak da bu dev uçağı kullanacak pilot için 8 ay önce THY’nın ilan vermiş olduğunu ileri sürüyorlar.
Oysa tartışılması gereken başka bir şey daha var: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na küçük bir Ortadoğu ülkesinin (Emirlik-Kabile Devleti) eskimiş ve bu yüzden elden çıkartılan uçağının layık görülmüş olmasıdır!
Cumhurbaşkanı başka ülke liderinin kullandığı bir makam otomobiline biniyor mu? Ancak onun kullandığı eski makam otomobilleri başkalarına hediye edilebilir. Mesela Erdoğan Başbakanlığı sırasında eski Mercedes’ini Savcı Zekeriya Öz’e hediye etmişti. Ama nankör çıktı, o başka!
Bütün bu “ikinci el-ikinci sınıf” standartlar içinde pozitif gibi görünen tek şey var:
Yargının bağımsızlığı konusunda Erdoğan’ın verdiği güvence!..
Türkiye Cumhuriyeti devletinin envanterine giren dev uçağı eleştirenler için “Hepsini mahkemelerde süründüreceğim” dedi.
Eğer yargı bağımsız olmasaydı o zaman başka türlü konuşabilirdi:
-Hepsini hapislerde çürüteceğim derdi.
Ama öyle demedi, mahkemeye vereceğim yasalsüreç işleyecek, eğer eleştirmek suç ise onlar da cezalarını alıp kaderlerine razı olurlar, değilse zaten mesele yok.
Bütün bu eski alet edevatın Türkiye’ye gönderiliyor olması o kadar önemli değil. Günü gelir, atarsınız gider! Ama 1. Meşrutiyet’ten bu yana devam eden çağdaşlaşma sürecinin içine girdiği dönem önemli. Uzaktan bakanlar da içinde yaşayanlar da aynı tespiti yapabiliyorlar:
İkinci el demokrasi ülkesi!
Özellikle otomotiv sektöründe bu ikinci el pazarları çok meşhur oldu. Satmak ya da almak için değil, sadece otomobilinin pazar değeri hakkında bilgi sahibi olmak için bu alanlara gidip bütün bir tatil gününü harcayan erkeklerden oluşan büyük kitle oluştu.
İkinci el satışları yüksek satış grafikleri oluşturunca otomobil üreten firmalar da bu alana yatırım yapıp, eski araçları satın alarak onarımdan geçirip yeniden hizmete sundular.
Yeni bir döneme girilmişti, ikinci el de baş tacı olmuştu.
Tam olarak 1980 sonrası bu işin çıkış noktasıydı. Yani 12 Eylül dönemi! O yıllarda sadece oto-pazarları ikinci sınıf değildi. Ülkenin yönetimi de benzerlikler gösteriyordu:
Ağır yasakların hüküm sürdüğü “elden düşme demokrasi” rejimi vardı. Parlamento vardı, siyasi partiler de…
Seçimler de yapılıyordu.
Eee, daha ne istiyorsunuz?
Demokrasi!
Ama yoktu!
Ülkenin iki ana siyasi damarını oluşturan CHP ve AP kapalıydı. Onların yerine kurulmuş partiler de seçimlere sokulmamıştı.
Üniformalarını çıkarmış generallerin borusu ötüyordu.
•••
O günler geçti, geldik bugünlere…
Benzer bir “ikinci el kadersizliği” yine ülkenin üzerinde dolaşıyor.
Çanakkale’nin Çan ilçesindeki Çan-2 Termik Santralında meydana gelen patlamada 6 işçi yaralandı. Çan-2 Termik Santralı Avusturya’da kurulup 15 yıl çalıştırıldıktan sonra “atalım mı, satalım mı?” ikilemi içindeyken Türkiye’ye monte edilivermiş!
Bu hurda santralın durdurulması için açılan dava temyiz aşamasında bulunuyor. Yani dava sonuçlanmadı. Ama hurda santral Çan’a dikildi, kara kömür dumanlarıyla çevreyi cehenneme çevirdi. Afrika vahşi yaşam belgesellerinde sıklıkla görebilirsiniz, sırtlanlar, vahşi köpekler gibi küçük bedenli yırtıcılar kendilerinin dört beş katı büyüklükteki öküz başlı antilopları boynuzlarından korunmak için arka ayaklarından saldırarak devirirler. Antilop yerde yatarken öküz başını sağa sola çevirip arkasına da bakar. Çeneleri çok güçlü vahşi köpekler, avları yaşarken butlarının yarısını bitirmiş olurlar.
Yargı aşamaları tamamlanmamış doğayı talan eden projelerin uygulama aşamasına geçilmesi Afrika vahşi yaşam belgesellerindeki doğal döngüye benzemeye başladı.
Yargının durdurduğu, (doğayı tahrip eden-edecekken) veya iptal ettiği pek çok proje var. Acele neden?
Ülke yeniden geride bıraktığı o ikinci el demokrasi günlerine döndü de ondan!
•••
Yeni bir döneme girilmişti, ikinci el de baş tacı olmuştu.
Tam olarak 1980 sonrası bu işin çıkış noktasıydı. Yani 12 Eylül dönemi! O yıllarda sadece oto-pazarları ikinci sınıf değildi. Ülkenin yönetimi de benzerlikler gösteriyordu:
Ağır yasakların hüküm sürdüğü “elden düşme demokrasi” rejimi vardı. Parlamento vardı, siyasi partiler de…
Seçimler de yapılıyordu.
Eee, daha ne istiyorsunuz?
Demokrasi!
Ama yoktu!
Ülkenin iki ana siyasi damarını oluşturan CHP ve AP kapalıydı. Onların yerine kurulmuş partiler de seçimlere sokulmamıştı.
Üniformalarını çıkarmış generallerin borusu ötüyordu.
•••
O günler geçti, geldik bugünlere…
Benzer bir “ikinci el kadersizliği” yine ülkenin üzerinde dolaşıyor.
Çanakkale’nin Çan ilçesindeki Çan-2 Termik Santralında meydana gelen patlamada 6 işçi yaralandı. Çan-2 Termik Santralı Avusturya’da kurulup 15 yıl çalıştırıldıktan sonra “atalım mı, satalım mı?” ikilemi içindeyken Türkiye’ye monte edilivermiş!
Bu hurda santralın durdurulması için açılan dava temyiz aşamasında bulunuyor. Yani dava sonuçlanmadı. Ama hurda santral Çan’a dikildi, kara kömür dumanlarıyla çevreyi cehenneme çevirdi. Afrika vahşi yaşam belgesellerinde sıklıkla görebilirsiniz, sırtlanlar, vahşi köpekler gibi küçük bedenli yırtıcılar kendilerinin dört beş katı büyüklükteki öküz başlı antilopları boynuzlarından korunmak için arka ayaklarından saldırarak devirirler. Antilop yerde yatarken öküz başını sağa sola çevirip arkasına da bakar. Çeneleri çok güçlü vahşi köpekler, avları yaşarken butlarının yarısını bitirmiş olurlar.
Yargı aşamaları tamamlanmamış doğayı talan eden projelerin uygulama aşamasına geçilmesi Afrika vahşi yaşam belgesellerindeki doğal döngüye benzemeye başladı.
Yargının durdurduğu, (doğayı tahrip eden-edecekken) veya iptal ettiği pek çok proje var. Acele neden?
Ülke yeniden geride bıraktığı o ikinci el demokrasi günlerine döndü de ondan!
•••
İkinci el standartlarının bu denli çok konuşulur olmasının bir başka sebebi de Katar Emiri Şeyh Tamim’in 550 Sterlin değerindeki uçağını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “hediye” etmesi oldu.
Tartışmanın eksenin de satışa çıkarılmış uçağın bir anda hediye edilmiş olmasının arkasında neler olduğu yolundaki sorular var. Tabii bir de hediye değil satış olduğunu ileri sürenler bulunuyor. Buna kanıt olarak da bu dev uçağı kullanacak pilot için 8 ay önce THY’nın ilan vermiş olduğunu ileri sürüyorlar.
Oysa tartışılması gereken başka bir şey daha var: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na küçük bir Ortadoğu ülkesinin (Emirlik-Kabile Devleti) eskimiş ve bu yüzden elden çıkartılan uçağının layık görülmüş olmasıdır!
Cumhurbaşkanı başka ülke liderinin kullandığı bir makam otomobiline biniyor mu? Ancak onun kullandığı eski makam otomobilleri başkalarına hediye edilebilir. Mesela Erdoğan Başbakanlığı sırasında eski Mercedes’ini Savcı Zekeriya Öz’e hediye etmişti. Ama nankör çıktı, o başka!
Bütün bu “ikinci el-ikinci sınıf” standartlar içinde pozitif gibi görünen tek şey var:
Yargının bağımsızlığı konusunda Erdoğan’ın verdiği güvence!..
Türkiye Cumhuriyeti devletinin envanterine giren dev uçağı eleştirenler için “Hepsini mahkemelerde süründüreceğim” dedi.
Eğer yargı bağımsız olmasaydı o zaman başka türlü konuşabilirdi:
-Hepsini hapislerde çürüteceğim derdi.
Ama öyle demedi, mahkemeye vereceğim yasalsüreç işleyecek, eğer eleştirmek suç ise onlar da cezalarını alıp kaderlerine razı olurlar, değilse zaten mesele yok.
Bütün bu eski alet edevatın Türkiye’ye gönderiliyor olması o kadar önemli değil. Günü gelir, atarsınız gider! Ama 1. Meşrutiyet’ten bu yana devam eden çağdaşlaşma sürecinin içine girdiği dönem önemli. Uzaktan bakanlar da içinde yaşayanlar da aynı tespiti yapabiliyorlar:
İkinci el demokrasi ülkesi!
***
Havaalanı işçileri ve dincilerin merhameti
Üçüncü havaalanı inşaatının insanlık dışı koşullarda sürüyor olmasına tepki gösteren işçiler en sonunda patladılar.
İşçi sınıfı içinde çalışanlar bilirler, örgütlenmesi en zor sektör inşaat alanıdır. Hem işe girişler eş, dost akraba yakınlıklarıyla olur, hem de süresiz bir iş akdi mümkün değildir. Ne kadar büyük bir şantiye olursa olsun, iş biter işçiler de gider. Bir sonraki iş için önceki çalışma süresi önemli referanstır.
Sendikal örgütlenme falan içinde olanlar, asla yeni bir şantiyede iş bulamazlar. Onlar artık “mimli” olmuşlardır!
Üçüncü havaalanı şantiyesindeki insanlık dışı koşullar o boyutlara ulaştı ki, en örgütsüz olan işçiler bile “Artık Yeter” dediler.
Taleplerini biliyorsunuz: Tahtakuruları kanımızı emiyor. Ücretlerimiz düzenli ödenmiyor. İş cinayetleri için önlem alınsın.
Bu kadar insani taleplere karşı ne yapıldı?
Asker-polis ordusu ile işçiler kuşatıldı, gözaltı değil esir alındı, ters kelepçeyle bağlandı. Tıpkı İsrailli askerlerin Filistinli direnişçilere yaptıkları gibi diyeceğim ama değil. Çünkü İsrail askeri inşaat işçisi Filistinlilere dokunmuyor!
Bizim sahte insan hakları savunucusu “Filistincilerimiz” kendi işçilerimize karşı aynen şöyle yazabildiler:
-Bu itler bitlenmişse, üzerlerine biber gazı sıkıp içindeki şeytanı çıkartacaksın! (Akit’ten bir kadın yazar)
Bu işçilerden 24’ü tutuklandı.
Tutuklananlardan biri de Ardahanlı Selami Karabuğa. Babası Vehbi Karabuğa Çarşamba sabahı Artı TV- Gün Başlıyor programına bağlandı:
-Ben AK Parti kurucusuyum, yöneticisiyim, her seçimde AK Parti’ye oy verdim ve oy istedim. Havaalanında iki çocuğum ekmek parası için çalışıyor. Bu yapılanlar reva mı?
Soruyu, vicdanlarını Filistin’e turistik seyahate yollamış sahtekarlar cevaplasın!
İşçi sınıfı içinde çalışanlar bilirler, örgütlenmesi en zor sektör inşaat alanıdır. Hem işe girişler eş, dost akraba yakınlıklarıyla olur, hem de süresiz bir iş akdi mümkün değildir. Ne kadar büyük bir şantiye olursa olsun, iş biter işçiler de gider. Bir sonraki iş için önceki çalışma süresi önemli referanstır.
Sendikal örgütlenme falan içinde olanlar, asla yeni bir şantiyede iş bulamazlar. Onlar artık “mimli” olmuşlardır!
Üçüncü havaalanı şantiyesindeki insanlık dışı koşullar o boyutlara ulaştı ki, en örgütsüz olan işçiler bile “Artık Yeter” dediler.
Taleplerini biliyorsunuz: Tahtakuruları kanımızı emiyor. Ücretlerimiz düzenli ödenmiyor. İş cinayetleri için önlem alınsın.
Bu kadar insani taleplere karşı ne yapıldı?
Asker-polis ordusu ile işçiler kuşatıldı, gözaltı değil esir alındı, ters kelepçeyle bağlandı. Tıpkı İsrailli askerlerin Filistinli direnişçilere yaptıkları gibi diyeceğim ama değil. Çünkü İsrail askeri inşaat işçisi Filistinlilere dokunmuyor!
Bizim sahte insan hakları savunucusu “Filistincilerimiz” kendi işçilerimize karşı aynen şöyle yazabildiler:
-Bu itler bitlenmişse, üzerlerine biber gazı sıkıp içindeki şeytanı çıkartacaksın! (Akit’ten bir kadın yazar)
Bu işçilerden 24’ü tutuklandı.
Tutuklananlardan biri de Ardahanlı Selami Karabuğa. Babası Vehbi Karabuğa Çarşamba sabahı Artı TV- Gün Başlıyor programına bağlandı:
-Ben AK Parti kurucusuyum, yöneticisiyim, her seçimde AK Parti’ye oy verdim ve oy istedim. Havaalanında iki çocuğum ekmek parası için çalışıyor. Bu yapılanlar reva mı?
Soruyu, vicdanlarını Filistin’e turistik seyahate yollamış sahtekarlar cevaplasın!
Nazım Alpman / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder