1861 yılında Çar II. Alexander yüzyıllardır süren serfliği ortadan kaldırdı ve nüfusun çoğunluğunu teşkil eden köylüleri serbest bıraktı. Fakat böylece köylüler topraklarından da olmuşlardı. Yüzyıllardır ekip biçtikleri toprakları büyük bedeller ödeyerek geri almak zorunda kaldılar. Haksızlık o kadar açık, o kadar parmağım kör gözüne şeklindeydi ki şiddet eylemleri baş gösterdi. Haksızlığa ve isyana tanık olan aydınlar toprağın yeniden dağıtılmasını sağlayacak bir devrimin gerekli olduğunu fark etti. Bu devrimin yakın olduğuna inanan çok sayıda küçük eylemci gurup oluştu. Rusya “Narodnizm”le tanışıyordu.
Rus popülizmi-Narodnizm-bir tarım devrimi ideolojisidir. Otokrasinin kaldırılmasından ve toprağın köylüye verilmesinden yanaydılar. Kapitalizmin Rusya'da arızi bir şey olduğuna, gelişme olasılığı bulunmadığına inanıyorlardı. Bu nedenle de Rusya'da devrimci güç olarak proletaryayı değil, köylüyü görüyorlardı. “Halka doğru” giderken gerçekte gittikleri halk köylülerden ibaretti. Büyük çaresizliktir.
Çaresizlik, silaha sarılmak şeklinde nüksetti. Narodnik Dimitri Karakozov 1866’da, Çar’a yönelik başarısız bir suikast girişiminde bulundu, bedelini hayatıyla ödedi. Köylüler eylemiyle pek ilgilenmiş görünmüyordu fakat gençler etkilenmişti. 1874’de binlerce genç öğrenci sosyalizm propagandası yapmak için Rusya’nın kırlarına akın etti. Köylüler şaşkın bir şekilde kendileri gibi olmaya çabalayan şehirli çocukları izliyordu.
İzlemeyenler polise koştular, kendilerini kurtarmaya gelen gençleri ispiyonladılar. Çoğu polis tarafından avlandı, yıllarca hapis yatanlar oldu. Bir halk yaratma girişimidir.
Yenilince daha örgütlü gitmeyi denediler. Halkın İradesi (Narodnaya Volya) yenilenlerin izinden gitti, dersler çıkarmışlardı, zaman zaman başarılar da elde etti. Çar II. Aleksander’ı öldürmeyi başardılar mesela. Ama eylemin sonuçları çok ağır oldu. Bir kısmı çarla birlikte can verdi, geriye kalanlar darağacında tamamladı kısa ömrünü. Lenin’in ağabeyi Saşa da onlar arasındaydı. Olmayan bir halk için ölmeyi göze almışlar, tereddütsüz ölüme atılmışlardı. Halk yaratma girişimidir, müthiştir.
Tek bir getirisi oldu bunca kanın, gözyaşının, acının, kaybın. Çabalarının monarşiyi alaşağı etmeye yetmeyeceğini acı bir tecrübeyle öğrenmiş oldular. Bunun için başka türlü bir irade ve başka türlü malzeme gerekliydi. Kurtuluş köylerde değil, şehirlerde, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçiler arasındaydı.
***
Şimdi “Narodnizm”i bir başlangıç sayıyoruz. Ekim Devriminin kökeninde “Narodnik” hareket var. Halkçıydılar ve köylüleri ayağa kaldırarak devrim yapmayı, köylüden bir halk icat etmeyi hayal etmekteydiler.
Sadece Ekimcileri değil, Çin’i ve Osmanlı İmparatorluğunu da etkilediler. “Halka doğru” gitmek zamanın ana eğilimiydi. Çin’de seçkinlerin inancı olan Konfüçyüsçülüğe karşı, kırsal köylü kültürünü yücelttiler. Folkloru icat ettiler, köy kültürünü her şeyin kaynağı saydılar. “Köycülük”ün Çin versiyonudur. İçinden Maoist hareket çıktı, böylece Halkçılar Çin’de iktidar oldu.
Bizdeki karşılığı Jön Türk hareketidir. Çabaları 1908 Devrimi ile taçlanmıştır ve esası “halka doğru” gitmektir. 1908’de padişahı alaşağı edip bir halk yaratmaya girişti. Fakat 1909’da halk olmaya direnen ümmet ayaklandı. 31 Mart’ta biri köhne, diğeri yeni-ilerici iki kuvvet Gezi Parkı’nda karşılaştı. Gericilik yenildi. Mücadeledeki kayıplarımız Hürriyet-i Ebediye veya Abide-i Hürriyet’tedir.
Ardından Balkan Harbi patlak verdi, o hengâmede bulduğumuzu yitirdik. Cumhuriyet yitmişi buldu, tamamlamaya girişti. “Köycülük”le başlaması, “halka doğru” hareketlenmesi pek manidardır. Hikâyesini Yakup Kadri yazmıştır; “Yaban” bir halk yaratmak üzere yönünü köye ve köylüye dönmüş aydının trajedisidir.
Demek ki “Narod”, “Halk”, meselenin esasıdır. Rusya’da icat edildi, Ekim Devrimine evrildi. Çin’e sıçradı, Maoculuk onun paltosundan çıktı. Osmanlı’ya nüfuz etti, Kemalist Cumhuriyet’in sebebidir. Her durumda Narodnizmi bir başlangıç sayıyoruz. Zaten Kemalizm’in “Halkçılığı”, henüz ortada bir halk yokken icat edilmiştir. Halkçılık halktan öncedir ve demek ki bir halk yaratmanın yollarından biri halkçılıktan geçmektedir.
***
Batıda bir başka yol buldular. Kapitalizmin gelişmesi, milli pazar ihtiyacı ve Büyük Fransız Devrimi’nin etkisi Avrupa’nın hemen her yerinde bir “halk yaratma” çabasına yol açıyordu. Hâlbuki somut durum, bir imkânsızlığa işaret etmekteydi. Cermenler, Gallo-Romanlar ve Frankların bir karışımı olan Fransa çorbası uzun ve kanlı bir hesaplaşmanın sonunda Fransızları yaratabilmişti. Avrupa “ırkı” keşfediyordu. Fransız Devrimi’ni Galyalılar ile Frankların savaşı olarak görenler çoğunluktaydı. Hâlbuki daha yakın bir zamana kadar “halkların” Kutsal kitaba uygun olarak Ham, Sam veya Yafes’in soyundan gelenler olarak sınıflandırılması modaydı.
İngiltere’de de durum en az Fransa kadar karışıktı. Keltler, Cermenler, Britonlar ve Anglo-Saksonlar zaman içinde karışmış kaynaşmıştı. Üzerine bir de İbrani rüzgârı geldi. Karmaşa göçenlerle okyanusun öte yanına taşıdı. Yeni Dünya-yerlileri saymadıklarından - bir Cermen-İbrani senteziydi nihayetinde.
Sonrası malum, işi büyütüp Avrupa’nın bütününe bir kök aramaya koyuldular. Yunanistan’ı buldular. Yetmeyince Hint-Avrupa ve sonra Hint-Hitit kökleri icat ettiler. Avrupa yaratılmış bir kıtadır. Sakinleri bir halk yaratmakla kalmayıp, bir kıta icat etmişlerdir. Hâlbuki Avrupa coğrafi olarak Asya’nın küçük ve önemsiz bir uzantısıdır. Doğal sınırlar değil, “Avrupa kültürü ve medeniyeti” onun sınırlarını belirlemektedir. Artık sorgulamıyoruz.
***
Peki, bu durumda Avrupa kıtasının sınırları neresidir?
17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu Avrupa sınırları içerisindeydi. Navarin Savaşı’ndan sonra, Yunanistan Krallığının kurulmasıyla Osmanlı Avrupa’nın dışında kaldı, Yunanistan sınırları Avrupa’nın da sınırları oldu. Bir ara o sınırlar Ortodoks Hristiyanlıkla Katolik Hristiyanlık arasından geçmeye başladı. Yugoslavya’nın parçalanması sürecine bir de bu açıdan bakılabilir. Şimdi, Bulgaristan yeni sınır olmuştur ve Avrupa kıtasının sınırları Edirne’de nihayete ermektedir. Avrupa’nın hep bir duvara ihtiyacı vardır. Doğal sınırlarınız yoksa duvar örmek zorunda kalırsınız.
Duvar yoksa sınırlar da oynaktır. Bir dönem Türkler, başka bir dönem Kürtler ve Farslar Avrupalı sayılmıştır; çünkü Kürtçe ve Farsça Hititçe ile akrabadır. Oysa Türkçe dışındadır ve bu uzaklık, Batıcı bir program yürüten Kemalizm’in en büyük sorunlarından biridir.
Mustafa Kemal, İttihatcılardan miras Batıcı bir program yürütüyordu, bu yüzden Hititlerin Türk olduğunu iddia etmek zorunda kaldı. Kemalizm Hititlerin Türk olduğunu iddia ederken, aslında Türklerin Hitit kökenli olduğunu söylemek istiyordu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Avrupa Hitit köklerine yüz yıldan bu yana ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapıyordu. Kemalistler Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerini kolaylaştıracağını düşündü. Cevat Şakir’in başını çektiği “Anadoluculuk” hareketinin çıkışı budur. Anadolucular, “Bu mirasın sahibi biziz,” demeye getiriyorlardı. Kemalist hareket Avrupa ideolojisinin yönelimini sezmiş ve “Türk Tarih Tezi” ile Avrupa ırkçılığının karşısına Türk merkezci anlayışla çıkmaya çalışmıştı.
Hâlbuki Kurtuluş Savaşı’nda esas düşman Yunan Krallığı’ydı ve bu krallık Avrupa’nın himayesi sayesinde kurulabilmişti. Yani Kurtuluş Savaşı içinde aynı zamanda Avrupa’nın sınırlarını yeniden belirleme savaşı vardı. Kemalizm, böylesine elverişsiz koşullarda olmayan bir ulusu icat etmek zorunda kaldı. Ümmetten millet üretti ve ürettiğinin pek sorunlu olduğunu artık biliyoruz. Olmamıştır.
Olduğu kadarı bile düzenin efendilerini ürkütmeye yetmiştir. Ayaklarının altındaki toprağın kaygan olduğunu gördü ve büyük bir korkuyla kendi öz evlatlarına saldırdı. Solu bastırdı ve sağ için yolu açtı. Altından büyük bir karanlık çıkmıştır ve buna şimdi İslamizasyon diyoruz…
***
Zaman zaman halk olmayı başardığımızı biliyoruz. 1960’lı yıllarda, hatta 1970’li yıllarda çok yaklaştık. Haziran Direnişinde mümkün olduğunu yeniden gördük. Uzun bir yoldur ve ilerliyoruz.
Türklük meselesine gelince; Bizde “Türk”ü keşfedenler Yahudi kökenli Macar aydınlarıdır, Arminius Vambery ve Leon Cahun’a borçluyuz. Türk olduğumuzu onlardan öğrendik fakat kabul etmedik. Kemalistler halk olmamız için aynı zamanda Türk olmamız gerektiğine inanıyorlardı; Anadolu’yu dolaşıp köylerde Türkleri aradılar ve fakat yalnızca Müslümanları buldular.
Büyük yazarımız Doğan Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” büyük bir giriştir. Öncesinde “Türk Tarihinin Ana Hatları”, bilinen adıyla “Türk Tarih Tezi” var. Arada Avram Galanti’nin “Türklük İncelemeleri”. Esası bu kadardır. İcat ettik ve kabul etmeyenleri inandırmayı başardık.
Kendisini bomba yapıp Çarın üzerine atan Narodniklerden beri işimiz bu, yaparız, yaratırız. Aksini düşünenler yoldan çıkmışlarımızdır, anlarız. Kayıplarımızdan sayarız.
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder