17 Kasım 2018 Cumartesi

Herkesin Mahzuni’si kendine güzel - Miyase İlknur

Topluma mal olmuş isimlerin ölüm yıldönümlerinde yazı yazmak acı ve hüzün verir insana. Hele de yakından tanıdığınız, dost olduğunuz biriyse. Yüreğinizde sevdiğiniz bir insanın ölümüyle boşalan yer çorak kalmıştır. Yeni dostlar girse de hayatınıza, o çorak yer yine de abad olmaz. O nedenle sevdiklerimizi doğum günlerinde anmak daha anlamlı sanki. 
Bugün 17 Kasım ve Mahzuni Şerif’in doğum günü.

Son albümlerinden birinde seslendirdiği “Bir yandan” adlı eserinde şöyle der usta ozan: 
“Hak yolunda serseriyim 
Ne ölüyüm ne diriyim 
Mahzuni derler biriyim 
Duy bir yandan şaş bir yandan” 

Mahzuni Şerif’i yitireli 16 yıl oldu. Nüfus kayıtlarına göre ölü, ama eserleri ve bu eserlerin toplum üzerindeki etkisiyle ilk günkü gibi dipdiri. Her sanatçının toplumsal koşullara göre hit olduğu bir dönem vardır. Son yıllarda pek moda olan nostalji albümlerini dinleyince farkına daha çok varıyor insan. “Aaa bi zamanlar böyle bir sanatçı vardı, ne çok sevilirdi” diye eski günleri yâd ederiz. Yeni nesiller o sanatçıları ancak bu nostalji albümleri ya da televizyondaki nostalji programları sayesinde öğrenir, tanır. Mahzuni dışında, adını kitlelere ilk duyurduğu günden başlayarak hatta ölümünden sonra bile adı ve eserleri yaşayan kaç sanatçı sayabiliriz ki?.. Kendi dalında hiçbir ozana, hiçbir sanatçıya nasip olmayacak bir sevgi halesi yarattı toplumda. Kaç kuşak onun eserleriyle büyüdü, kaç kuşak onun adıyla yaşadı ve yaşıyor? Kaç sanatçı onun eserleriyle şöhret basamaklarını beşer onar tırmandı? 

Toplumun hangi kesiminden seveni yoktur ki Mahzuni’nin. Köylü de sevdi onu kentli de... Mekteplisi de meftun oldu ona ve eserlerine, mektep yüzü görmemişi de... 
Herkesin bir Mahzuni’si vardı kendine göre. Öğrencinin Mahzuni’si, köylünün Mahzuni’si, gurbetçinin Mahzuni’si, mahpus damındakinin Mahzuni’si, sevda çekenin Mahzuni’si, Alevinin Mahzuni’si, Sünninin Mahzuni’si, devlet kapısında horlananın Mahzuni’si, doktorun yüz çevirdiği hastanın Mahzuni’si, siyasetçinin dört yılda bir hatırladığı seçmenin Mahzuni’si aynı kişiydi. Boyu ufak tefek, yüreği kocaman o Mahzuni, sahneye çıktığı zaman gök gürlerdi adeta. 

O gök gürültüsünü andıran alkış tufanı arasında hançerelerini yırtarcasına bağırırdı gençler, “Yiğitler yiğitler bizim yiğitler” diye. Yanı başından bir başkası haykırır “İnce ince bir kar yağar”, arkadan başka bir ses duyulur hemen “Dumanlı dumanlı oy bizim eller”, yanındaki itiraz eder, “Erim erim eriyesin’i söylesin gardaş”, öndeki onu susturur “Mevlam gül diyerek’i önce okusun hele” diye. Herkesin gönlünü yapmaya kalksa Mahzuni’nin konserleri 7 gün 7 gece sürerdi.
 
Mahzuni’nin çıktığı yıllar Türkiye’nin dönüşüm yıllarıydı. Köyden kente göçün yoğunlaştığı, kentlerin çeperlerinde yoksul mahallerinin kurulduğu, öğrenci hareketlerinin siyasal gündemi belirlediği, ağalık ve patronluk düzenine başkaldırının başladığı, işsizler ordusunun Almanya’nın yolunu tuttuğu, üç haneli enflasyonun cenderesinde sıkışan alttakilerin çarpık düzeni sorguladığı, dinin toplumu uyuşturmaya yeni yeni başladığı yıllarda çıkageldi Mahzuni. Hem de ne geliş, gümbür gümbür... 
Türkiye’yi bir uçtan bir uca dolaştı sazıyla. Konser verdiği her ilde mitinge gider gibi aktı kent yoksulları konser salonlarına. Yurtdışında spor salonlarına sığmadı gurbetçiler. Büyük kentlerde işçiler, öğrencilerin omuzlarında çıktı sahneye. Kâh “Öldürecek zam fakiri” dedi, kâh “Ey Arapça okuyanlar, Allah Türkçe bilmiyor mu” diye sordu. “Katil Amerika” diye gürledi bazen. “Ah ne olur bizim köyde herkesi okur göreydim” diye iç geçirdi kimi zaman da. “Nem kaldı” diyerek dost hançerinin bağrına saplanışına içerlendi. Sesi içli, sözü güçlüydü Mahzuni’nin. Sivri dilliydi de. Rahatsız etti, hatta korkuttu egemenleri, güç odaklarını. 

Davalar, soruşturmalar, yasaklar, sansürler ve mahpusluklarla sınandı. Geçti bütün sınavlardan yüzünün akıyla. O egemenlerin sofralarını şenlendirdiği, devletin çifte maaşlarla, kadrolarla ödüllendirdiği bir ozan olmayı değil, halkın sesi, avazı olmayı yeğledi. Devletin değil ama halkın ödüllendirdiği bir ozan olarak yaşadı ve göçtü bu handan. Halkın ödülü devletin ödülünden daha görkemli ve kalıcıydı. Adını ölümsüz kıldı sevenleri. Yüz binler uğurladı son yolculuğunda. 

Gelecek nesiller yine onu dinleyecek eminim. Ama onlar adına üzüntüm böyle bir ustayı tanıyamadan sadece eserleriyle bilecek olmaları. Ne mutlu bize ki, Mahzuni’nin yaşadığı döneme denk geldik, sofrasında bulunduk, konserlerini izledik. 

Onu Hacıbektaş’ta sonsuzluğa uğurlarken Anadolu’nun kim bilir hangi elinden gelmiş iki yaşlı amca, kendi aralarında konuşuyorlardı. Daha yaşlı olanı “Ölüm sana yakışmadı be Mahzuni. Biz sensiz şimdi neylerik?” derken diğeri gözyaşlarını silerken şöyle cevap verdi arkadaşına: “Ya hiç doğmamış olsaydı nederdik.” 

İyi ki doğdun, iyi ki bizim Mahzuni’miz oldun. Sen çok yaşa Mahzuni Baba!

Miyase İlknur / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder