R.T.Erdoğan, AİHM’nin Selahattin Demirtaş davası hakkında verdiği kararla ilgili olarak “AİHM bizi bağlamaz” demiş. Erdoğan hem AKP Genel Başkanı, hem Türkiye devletinin cumhurbaşkanı. İki unvan için ayrı üniforma giymediğinden konuşan kimliğin hangisi olduğunu anlamak kolay değil. Ancak söylemler (discours) kimlik ve bağlamı eleverdiği için dilbilime aşina olan biri karar verebilir. Örneğin, AİHM, Avrupa Konseyi’nin çok önemli bir kurumu olduğu için, bir devlet başkanı, bu mahkemenin, kendi hükümeti hakkında aldığı karara karşı “Bizi bağlamaz” diyemeyeceğini çok iyi bilir.
***
Ama bir siyasal partinin genel başkanı, iktidarda olsa bile (aslında onun da dememesi gerekir ama) “AİHM’nin kararı bizi ırgalamaz!” diyebilir. Diyebilir ama itibarı zedelenir. İtibarı zedelenir, çünkü kendisinden önceki hükümetlerin imzaladığı uluslararası sözleşmeleri “Biz imzalamadık!” diye reddedebileceği düşünülür. “Bunu yapan onu da yapar” misali...
“AİHM’nin kararı bizi bağlamaz” diyen ister Parti Genel Başkanı, ister Başbakan, ister Cumhurbaşkanı olsun, uluslararası bir skandaldır. AKP’nin ünlü Ortak Aklı (!) “böyle” düşünmese de rasyonel ve kartezyen akıl “böyle” düşünür.
“AİHM’nin kararı bizi bağlamaz” diyen ister Parti Genel Başkanı, ister Başbakan, ister Cumhurbaşkanı olsun, uluslararası bir skandaldır. AKP’nin ünlü Ortak Aklı (!) “böyle” düşünmese de rasyonel ve kartezyen akıl “böyle” düşünür.
***
Şimdi gelelim “Biz”in kimliğine: “Siz” kimsiniz? R.T.Erdoğan, AKP’nin grup toplantısında konuşurken bu cümleyi söylediğine göre “Biz” dediği AKP’nin kimliği. AKP ise, ne millet, ne devlet, ne de hükümet; TBMM’de grubu olan bir azınlık partisi. Dolayısıyla, bu cümlenin siyasal olarak hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Ancak Erdoğan’ın kimlik sapıncını eleverir. “Tek Adam”ın aynı zamanda bir siyasal partinin genel başkanı olarak, eylem ve sözleriyle, uluslararası gerilimlere, skandallara yol açabileceği de cabası...
Konunun bir başka görünümüne geçmeden önce, Erdoğan’ın parti grubunda yaptığı konuşmanın bir başka yanlışına da itiraz etmek zorundayız: AKP Genel Başkanı, “Türkiye’nin ‘Eski Türkiye’de bıraktığı düşünülen birtakım polemiklerin ve tartışmaların içine yeniden çekilmeye çalışıldığını kaydeden Erdoğan, birilerinin ısrarla 1940, 1960, 1970 ve 1990’ların baskı ve tedhiş iklimine taşımaya çalışıyor olmasının manidar olduğunu” söylemiş. (Cumhuriyet, 21.10.2018)
***
Bir düzeltme yapalım: “Eski Türkiye” olarak tanımladığı devlet günümüz AKP devletinden çook daha itibarlı, çook daha demokrat, halkı çok daha müreffeh, sanayisi gelişmiş, tarım ve hayvancılığı çok daha güçlü durumda, ekonomisi ise dünya sıralamasında 14-17 aralığında bulunuyordu. “Eski Türkiye” (!), kimseye muhtaç değildi, kendilerinin Türkiyesi ise ne yazık ki çok düşkün durumda.
Gelelim şu “1940, 1960, 1970 ve 1990’ların baskı ve tedhiş iklimi” iddiasına. Bu yıllardaki hükümet baskısı AKP iktidarının baskısı yanında hiç kalır. 12 Mart ile 12 Eylül öncesinde tedhişten söz edilebilir. Ancak şu anda o tedhişin faillerinden biriyle ortaklık yapmakta. 1940’larda tedhiş iddiası da kuyruklu yalan. Hiç kuşkusuz o dönemde, AKP saltanatının yolsuzluk, partizanlık, kayırmaca ve hukuksuzlukları da yoktu. O dönemin tanıkları hâlâ hayatta.
***
Rıza Türmen (AİHM eski yargıcı), Turgut Kazan (Eski İstanbul Barosu Başkanı), Öztürk Türkdoğan (İHD Genel Başkanı), Erdinç Sağkan (Ankara Barosu Başkanı), Daniel Holtgen (AB Konseyi Sözcüsü) AİHM kararının, iç ve dış mevzuat gereği, uygulanmasının zorunlu olduğunu söylüyorlar. Erdoğan hükümetinin kararı uygulamaması durumunda Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılması bile söz konusuymuş.
Ama esas oğlan, AKP’nin anayasa âlimi, medrese muallimi Burhan Kuzu henüz konuşmadı ve Başyüce Erdoğan henüz “Karşı Hamle” taktiğini açıklamadı.
Özdemir İnce / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder