“Yaşamak şakaya gelmez” der Nazım Usta, “Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.” Gerçekten ciddi bir iştir yaşamak. Çünkü bedeli vardır yaşamanın. Barınacaksın, karnını doyuracaksın; varsa çocuklarının geleceğini, kendi yaşlılığını düşüneceksin. Ya çalışamazsan, ya işsiz kalırsan? Hadi iş buldun diyelim, ya emek gücünü satarak elde ettiğin gelir geçimini sağlamazsa? Ya sana ücret diye vaat edilen yoksulluksa? Türkiye’nin giderek ısınan hayat pahalılığı gündemine buradan bir bakalım isterseniz.
Türkiye’de asgari ücret TÜİK tarafından tek kişi için açıklanan geçim ücretinin bile altında belirleniyor. Dolayısıyla asgari ücretli ayda 45 saat çalışmanın karşılığında kendisine ödenen ücreti ile yoksul.
Hayat pahalılığı, yiyecek, giyecek, içecek gibi geçim maddelerinin pahalı olması olarak tanımlanıyor. Pahalılık ise bir şeyin fiyatının yüksek olması anlamına geliyor. Bir ürünün fiyatının yüksek olup olmamasını, açıklanan resmi rakamların ötesinde, bizim alım gücümüz belirliyor. Çarşıya, pazara gittiğinizde elinizdeki para ile tezgâh tezgâh geziyor, ihtiyacınız olan ürünlerin önemli bir kısmını alamadan eve dönüyorsanız, pazar fileniz giderek boşalıyorsa, o zaman işte hayat pahalılığı sizin ayrılmaz bir gerçeğinizdir. Kriz, sadece iş bulma kuyruklarında, kapanan işyerlerinin önünde değil, sizin evinizde de yaşanmaktadır. Türkiye’de asgari ücretlinin yaşadığı kriz budur. Sonuç olarak yüksek fiyat artışları karşısında alım gücü hızla düşen asgari ücretli, sarı yelek giyip sesini yükseltemiyor belki ama sessiz çığlığını duymamak için kulakların sağır olması gerekir. Nereden mi çıkartıyorum?
2017 yılında reel olarak gerileyen asgari ücret, 2018 yılında fiyat artışlarının ağır baskısı altında. 2016 yılının kasım ayı ile 2018 yılının kasım ayı arasında alım gücündeki düşüş, kimi temel harcama kalemlerinde ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Asgari ücretli alım gücünü, enflasyon sepetindeki ürünlerin yüzde 86’sında kaybetti. Konu için Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) verilerine bakabilirsiniz.
YAŞAM KOŞULLARI AĞIR
TÜİK Yaşam Koşulları Araştırması’nın son açıklanan istatistikleri 2017 yılına ait. Dolayısıyla mevcutta karşılaştığımız tablonun aşağıdaki verilerden daha ağır olduğunu tahmin edebiliriz. Araştırmaya göre 27 milyon kişi “İki günde bir et, tavuk ya da balık içeren yemek masrafını” karşılayamayan hanelerde yaşıyor. 16 milyon kişi ısınma maliyetlerini karşılayamıyor. Bu durumun asgari ücretin geçim ücretinin altında belirlenmesi ile ilgisi ortada değil mi?
Asgari ücretlinin 2 yıl önceki alım gücüne ulaşabilmesi için şimdi çok daha fazla çalışması gerekiyor. TÜİK madde fiyat ortalamaları üzerinden asgari ücretlinin 1 litre süt için çalışması gereken süre 30 dakikadan 38 dakikaya yükselmiş. 1 kg kaşar peyniri için bu süre 257 dakikadan 45 dakikalık artışla 302 dakikaya yükselmiş. 1kg kuzu eti için çalışılması gereken bu süre 6 saatten 7 saate yükselmiş. Asgari ücretlinin çocuğuna bir kaban alabilmek için çalışması gereken süre 5 saat artarak 17,5 saatten 22,5 saate yükselmiş.
Asgari ücretli normal bir buzdolabı almak için, başka bir harcama yapmaksızın, 2016 yılı kasım ayında 265 saat çalışmak durumundayken, 2018 yılı kasım ayında 384 saat çalışmak durumunda. Asgari ücretlinin, başka bir harcama yapmaksızın, 2016 Kasım ayında ortalama fiyatlı dizel bir araç için 5 yıl 3 ay çalışması gerekirken, 2018 kasım ayında bu süre 1 yıl 4 ay artarak 6 yıl 7 aya çıkmış.
Bu veriler dikkate alındığında, ücreti ile geçinemeyen milyonlarca işçinin gözünün kulağının Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun vereceği kararda olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Ancak Türkiye’de mesele tespit edilen/edilecek asgari ücretle çözülecek gibi değil. Çünkü sorun sendikal hakları baskı altına alarak işçileri örgütsüzlüğe teslim eden, toplu sözleşme hakkından mahrum kılan, dolayısıyla asgari ücrete mahkûm eden siyasal iktidarın sermaye dostu politikalarından, daha genelinde insanları kâr/zarar hesaplarının nesnesi haline getiren kapitalizmden kaynaklanmaktadır.
Serkan Öngel / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder