12 Aralık 2018 Çarşamba

İsyankâr halklar - MİNE SÖĞÜT

İnsan üretme ve tüketme modellerini, devletleri, sistemleri, dinleri, gelenekleri, görenekleri, kimlikleri ve aidiyetleri ve daha bir sürü kafa karıştırıcı kavramı önce yaratır, sonra sorgular, sonra yıkar, sonra yeniden yaratır, yeniden sorgular ve yeniden yıkar ve yeniden kurar... 
Aslında müthiş bir aklı vardır ama o aklı kendi aklı almaz. 
Aslında büyük bir cesareti vardır ama 
o cesareti göstermeye cesaret edemez. Ve aslında her şeyi bilir ama bildiğini bilmez. 
O yüzden insanlığın kendisini perişan ede ede aştığı çağların sonunda vardığı şu noktada, onu en gerçekçi haliyle Apple dükkânlarını yağmalayan Sarı Yeleklilerin görüntüleri üzerinden anlamlandırmak gerekir. 
İsyan kıymetli bir eylemdir. 
Başkaldırı soylu bir iradedir. 
Haksızlıklara karşı çıkmak anlamlı bir duruştur. 
Ama sadece teoride. 
Tıpkı savaş gibi. 
Sınırları korumak, ülkeyi savunmak, halkı bir arada tutmak, güçlü bir devlet kurmak için yapılan tüm savaşlar; 
Nasıl irili ufaklı insanlık suçlarından ve uluslararası hukuklarla meşrulaştırılmış cinayetlerden öte bir şey değilse... 
Sokaklara taşan isyanlar da kolayca görkemli bir insanlık halinden soysuz bir yağma kültürüne evriliverir. Ve isyanın bu kaçınılmaz görüntüsüne en çok iktidarlar sevinirler. 
Çeşitli sol ideolojilerin önerdiği ilkeleri ellerinin tersiyle iten ve şuursuz tüketiciler olmaya kolayca ikna edilen halk yığınlarının desteğiyle iktidara gelenler, 
o halkın arada isyan etse de eninde sonunda yola geleceğini bilirler. 
Çünkü insanlığın temel sorunu adaletsizliği her çağda ve koşulda nihayetinde algılaması ve adını kolayca koyması ama doğru bir adaleti tarif etmeye hevessiz olmasıdır. 
Bu hevessizliğinde de bilinçli ya da bilinçsiz bir haklılık payı vardır. 
Zira iktidar algısı değişmedikçe doğru bir adalet tarif etmek mümkün değildir. 
İktidar algısını değiştirmek de daha epey zaman isteyecek bir irade evrimi gerektirmektedir. 
O yüzden çağımızda kalabalıkların isyanları ve kabullenişleri arasında gerili olan bir tel üzerinde dengede durmaya çalışan akıl, dengesini devamlı kaybeder.


Spartacus isyanından 68 gençliğinin isyanına kadar uzanan ve sokakların gücüne inanan o kadim güdünün hikâyesi muhteşem bir hikâyedir. 
Ama umulduğunun aksine yeterince etkili değildir. 
Masalda, iktidarın simgesi zengin ve güçlü padişah sonunda kızını gariban Keloğlan’a verdiğini ama Keloğlan’ın artık karısı olan o kızı alıp da köyüne, eski zorlu hayatına dönmek yerine vezir olup saraya yerleşmeyi seçtiğini unutmamak gerekir. 
Kendi zaaflarını ve hatalarını masallarında meşrulaştıran kalabalıklar... 
Daha çok kazanmak için değil, artık kazanmamak için... 
Daha rahat tüketmek için değil artık tüketmemek için... 
Yani kazanmanın ve kaybetmenin anlamını yeniden tanımlamak için sokağa çıkmadıkça... 
Tüm isyanlar, tarihteki görkemli ama az etkili yerlerini alacak ve nesillerin torunlarına heyecanla anlattıkları birer “hey gidi eski günler” fantezisi olarak tarihte kendilerine ayrılmış yeri alacaktır. 
Fırsat eşitliğinin hiç olmadığı bu uygarlık tarihi baştan beri isyanlarla yazılmıştır ama isyanlarla şekillenmemiştir. 
Çünkü kurulu düzenin hoyratlığına başkaldıran insanla, o düzeni kuran ve onaylayan insan aynı insandır. 

Ve insanlık, uygarlığını yazmaya başladığı ilkçağlardan bu yana kontrolsüz iştahıyla, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan ve arada da bunu başarıp kendi kendini sakatlayan bir timsah ahmaklığındadır.

Mine Söğüt / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder