26 Aralık 2018 Çarşamba

Ortak geleceğe dair hayalimiz yok(Röportaj) - Derya Aydoğan Çetin


İktidar medya ve sanat ilişkisini sosyolog Yavuz Çobanoğlu, “Koca ülke vasatlığa mahkûm oldu. Bu durum, her alanda yaşanan çürümüşlük ve ortalamanın da altındaki insan niteliğinin yaygınlaşmasıyla sonuçlandı” ifadelerini kullanıyor


Siyasi iktidarın hışmına son olarak usta sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen uğradı. Erdoğan’ın hedef göstermesinin ardından her iki isim hakkında soruşturma başlatıldı. Sanatçılar üzerindeki baskıdan yola çıkarak iktidar medya ve sanat ilişkisini Sosyolog Yavuz Çobanoğlu ile konuştuk.
____________________________________________________________________
► İktidar, sanatçılar tarafından yapılan ve kendine övgü barındırmayan her açıklamayı neden “tehdit” olarak algılıyor?
Aslında buradaki temel mesele, olur olmaz açıklamaları “tehdit” olarak algılamaktan çok, Türkiye’de siyaset yapma biçimiyle ilgili bir durumu açığa çıkarıyor. Zira Türkiye’deki siyasî aktörler, özellikle son 30 yıldır, kültür ve kimlik merkezli kutuplaşmalar üzerinden politikalar üretmeyi kendileri için işlevsel görüyorlar. Hani ülke potansiyeline bakılırsa, pek haksız da sayılmazlar. Böylelikle siyasetin asıl nesnesi olan iş, emek, hak ve özgürlük mücadeleleri de arka plânda kalıp, anlamsızlaşıyor. Dolayısıyla işsiz gençler başta olmak üzere koca bir kitlenin tek derdi, hem de asıl problemleri önlerinde dururken, hasım olarak gördüklerine karşı sosyal medyadan laf yetiştirip, kin kusmak oluyor. Yani nefretleri, yoksunluklarını unutturuyor. Bu ortamda her seçim bir “hesaplaşma vaktine”, karşı taraftakileri “tarihten silme” fırsatına dönüşürken, duygusal bağlılıklar sergilenen tek ilişki biçimi oluyor. Çünkü bu ülkede pek çok alanda olduğu gibi siyaset de rasyonel referanslara sahip değil. Orada feodal değerler, Weberyan anlamda patrimonyal egemenlik biçimleri hâkim. Ayrıca bu kutuplaştırıcı siyasi manevralar sadece sanatçıları kapsayıcı bir durumun adı değil, yerine göre bir akademisyen, yazar, milletvekili, TV programcısı, futbolcu, belediye başkanı, yabancı bir ülkenin devlet başkanı vb. de aynı algının konusu haline gelebilir.
_____________________________________________________________________
► Hükümet politikalarını eleştirecek her sanatçıya bir baskının ve gözdağının oluşturulması iktidardakilere nasıl bir fayda sağlayabilir?
Öncelikle bu herkes için bir uyarının adı. Sonra da politik iktidarın kendi kitlesine karşı verdiği “buradayız”, “güçlüyüz”, “millet artık bunları yemiyor”, “eski günler geride kaldı” mesajları olarak düşünülmeli. Neticede ise mevcut egemenlik tüm araçlarıyla topluluğun her zerresine sirayet etmeye çalışıyor; bu yolla çatlaklara sızmayı, daha fazla yayılmayı, mutlak güç haline gelmeyi amaçlıyor. Zira bunu ne kadar başarabilirse, kendi ideolojik düşüncesini de topluluk nezdinde neyin “meşru” neyin değil olduğunu belirleyen yegâne kriter hâline getirebilmeyi umuyor.
_____________________________________________________________________
► Tarihte benzer şekilde uygulanan baskı yöntemleri ve korku imparatorluklarına sanatçılardan ve toplumlardan nasıl geri dönüşler olmuştur?
Sanat, korku ile yan yana gelebilecek bir durumun adı değil. Gelebildiğinde de sanat olmuyor zaten, biz ona “konformizm” diyoruz. Oysaki buradaki esas problem, aslında ne sanat ne de sanatçıyla ilgili… Dahası bu, Metin Akpınar üzerinde odaklaşan bir durumu da ifade etmiyor. Diğerleri gibi üç vakte kadar bunu da unutacağız. Aksine bu bizlere Türkiye’deki yapay ve yüzeysel siyaset yapma biçimini gözler önüne seriyor. Bu, hâkimiyet kurulan politik topluluğu uyarma, hareketlendirme, tetikte ve diri tutmaya yönelik bir siyaset yapma biçimi. Dolayısıyla daima sıcak tutulan, kurgusal ve tüketime yönelik bir siyaset, kitlenin de beklentisine karşılık geliyor. Zira eğer kitlelerin böylesi zamanlarda bir “geri dönüşü” varsa, o da ancak halkın kadim, sanatçı ve aydın düşmanlığının tırmanması biçiminde karşılığını buluyor.
_____________________________________________________________________
► Toplum artık her tepkisini sosyal medyadan yaptığı paylaşımlarla veriyor. Bu durum yaşanan olaylarda oluşturulacak kamuoyu baskısını nasıl etkiliyor?
Sosyal ağların yaygınlaşmasıyla kamusallık anlayışı da fazlasıyla değişti. Üstelik sosyal medya, temel problemlerin tartışıldığı kamusal bir alana dönüştü. Hatta pek çok kişi için de bu alan, öfke ve nefretlerin denetimsizce boca edildiği yerin adı oldu. Hâl böyle olunca bu alanda üretilen söylemlere hâkim olmak da, herkes için yeni bir mücadele şeklini ortaya çıkardı. Böylece sizin söylediğiniz “yaşanan olaylarda kamuoyu baskısı” kurma, çok “değerli” bir hâle geldi. Artık bu alandaki söylemleri yönetebilen, kamuoyunu da ele geçirmiş oluyor. Tabi bunun siyasal meşruiyet, seçim başarıları vb. gibi sonuçları da mevcut. Sayısı on binleri bulan “troll” ile tek merkezden yönetilen “bot” hesaplar işte bu sebeplerle var. Yalan, yanlış, sahte pek çok söylem, bu mekânlarda hiçbir ahlâkî sorumluluk taşımadan dolaşıma giriyor. Sonuç itibarıyla güncel bir konuyla ilgili söylenenleri sosyal ağlarda kendi lehine çevirebilenler oradaki sıcak mücadeleyi de kazanmış oluyorlar. Lakin her gün yeni ve bir başka mücadelenin başladığını da söylemek gerekli. Bu durum aslında, klasik kamusal alanın çöküşü gibi buradaki kamusallık anlayışının ömrünün de pek uzun olmayacağına bir işaret.
_____________________________________________________________________
► Bir toplumun ortak değeri olan kültürel geçmişlerinden gelen isimlere hakaret etmek ve ortak değerleri zayıflatmak, uzun ya da yakın vadede nasıl zarar verir?
Ortak değerler kavramı, “toplum olma” durumu için geçerlidir. Türkiye tarihinin hiçbir döneminde “toplum” olamadı. Olamadığı için de ortak acıları, sevinçleri, kederleri, ortak tarihi ya da ahlâkı, ortak bir gelecek hayali de üretemedi. Herkes kendi kültürel adacığında hapsoldu. Sınırlar içerisinde kalan toplulukların, gidecek başka yerleri olmadığından, zorunlu biçimde ve birbirlerine katlanarak yaşadıkları bir coğrafyadan bahsediyoruz. Dolayısıyla “ortak değer” olarak ifade edilenler, farklı topluluklar için aynı ifadeye denk gelmedi, sadece geldiği farz edildi. Böylece öteki topluluklarla çizilen sınırların dışındakilerin “ortak değer” olarak gördüklerine karşı yapılan her türlü hakaret ve aşağılama da amaçlanan siyasal ve kültürel üstünlüğün bir göstergesine dönüştü. Yani kendi kutsallarını inşa ve tahkim etmenin yolu, rakip toplulukların kutsallarına saldırmak olarak yasallaştı. Neticede ise buna “ortak değerleri zayıflatmak” dememek lazım; bu olsa olsa topluluğun simgesel kuruluşunun ideolojik bir göstergesi olarak ifade edilebilir.
***

BURADAN KURTULUŞ TABİİ Kİ MÜMKÜN OLABİLİR.

_________________________________________________________________
► Kendi medya organını yaratan iktidarın oluşturduğu yeni medya dili ve üslubu, (Akit’in “Pezevenk Müjdat paylaşımı”nı rahatça yapılabiliyor olması) ve yaşanan dezenformasyondan nasıl çıkılabilir?
Aslında burada bir haberi yanlış ve kasıtlı biçimde yaymaktan ziyade, ülke genelinde insan niteliğinin ulaştığı içler acısı durumun resmi var. Üstelik bu resimdeki gerçeklik artık ne cinsiyet ne yaş ne de meslek farkı da gözetmiyor. Çünkü aynı haberin altındaki yorumlarda daha ağır küfürler eşliğinde öfke kusanlara da rastlıyoruz. Örneğin bu tweet’i beğenen binlerce de insan var. Buradaki mesele, vasatlık ve lümpenlikle ilgili… Koca ülke, hem de büyük bir keyifle, vasatlığa mahkûm oldu. Bu durum, akıl almaz olayların “normalleşmesinden” tutun da her alanda yaşanan çürümüşlük ve ortalamanın da altındaki insan niteliğinin yaygınlaşmasıyla sonuçlandı. Tabii bunun medya dili ve üslubuna yansıması da maalesef kaçınılmaz oluyor. Zira bu üsluptaki rahatlığı sağlayan sadece politik iktidardan alınması olası destek değil, bu dilin “makbul” olarak da görülmesi. Buradan kurtuluş tabii ki mümkün ama öncelikle kitlenin bunu bir “ahlâk problemi” şeklinde görmesi ve dışlaması gerekiyor.
Vasatlığın yaygın olduğu toplulukların yönetilmesinin daha kolay olduğu gerçekliği bir köşede dururken, hangi siyasal irade ve nasıl sorularını da yanına eklemek kaydıyla, bunun için öncelikle şu vasatlık çemberinden bir an önce çıkmak zorunlu. Lakin bu da epeyce bir zaman alacak. Üzülerek söylemekteyim ki, o zamana kadar hem de her alanda, bu dil ve bu üslupla daha çok karşılaşacağız.
Derya Aydoğan Çetin / BİRGÜN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder