Dün yine 24 Ocak’tı. Dün, Uğur Mumcu’nun aramızdan zorla ayırılmasının 26. yılıydı.
O günden bu yana 26 Uğur’suz yıl geçirdik. Artık Uğur’un öldürüldüğü 24 Ocak ile Muammer Aksoy’un öldürüldüğü 31 Ocak tarihleri arası, Adalet ve Demokrasi Haftası olarak etkinlikler, anmalar, söyleşiler panellerle dolu geçiyor.
O günden bu yana 26 Uğur’suz yıl geçirdik. Artık Uğur’un öldürüldüğü 24 Ocak ile Muammer Aksoy’un öldürüldüğü 31 Ocak tarihleri arası, Adalet ve Demokrasi Haftası olarak etkinlikler, anmalar, söyleşiler panellerle dolu geçiyor.
Uğur’un ölümünde cenazesinin ardından yürüyen, yurdun dört bir yanında, onun için törenler düzenleyen, sayıları milyonu bulan yurttaşlar, mahallelere, sokaklara, caddelere meydanlara kültür sanat merkezlerine, Uğur Mumcu adını verdiler, toplum Uğur Mumcu’yu benimsiyor, bağrına basıyor ve ilgi yıllarla azalmıyor, tam tersine...
Yazıldığında, o gün için kaleme alındığını sandığımız, yaşadıkça meğerse bugünleri de anlatıyor olduğunu anladığımız yazıları, dün olduğu kadar bugün için de geçerli.
Bu, daha o günlerden geleceği gören, bizi uyandırmaya çalışan, bugün de haklılığı her olayla bir kez daha kanıtlanan Uğur’un açısından olumlu, O’nun bütün uyarılarına rağmen uyanmamakta direnip hâlâ aynı gaflet çukurunda debelenen toplum açısından olumsuz bir olgudur.
***
Uyarılarından yeterince ders alamadığı Uğur Mumcu’yu toplum bağrına basıyor, herkes Uğur ile onur duyuyor, onun zekâsına, mizahına, yürekliliğine, dürüstlüğüne hayran oluyor.
Herkes Uğur Mumcu’ya hayran, ama kimse babasının, kardeşinin, eşinin ya da oğlunun Uğur Mumcu olmasını temenni etmiyor. Çünkü Uğur Mumcu olmanın bedeli var.
Bedelsiz Uğur Mumcu olmak yok. Uğur bu gerçeği bilerek ve bu bedeli ödemeyi göze alarak karanlığın üstüne gözünü kırpmadan yürüdü.
Uğur Mumcu, Kuvvacıydı, ulusalcıydı, bağımsızlıkçıydı, emeği kutsal görürdü, emekten yanaydı, sosyalistti ve bütün bunların hepsinin birden nasıl bağdaşabileceğinin örneğiydi.
Davranışlarında veya düşüncelerinde çifte standarta yer yoktu. Özgürlüklerin herkes için olduğu rejimlerin ancak demokrasi olduğuna inanıyor ve özgürlüğün nimetlerini yalnız kendisi veya kendisi gibi olanlar için değil, herkes için olmasını savunuyordu.
Eski Türk Ceza Kanunu’nun 141-142. maddelerine karşı çıkar, bunların kaldırılmalarını savunurken, yalnız yoksul Müslümanlara karşı kullanılan, ülkeyi tarikat-ticaret-siyaset cenderesi içine sıkıştırmayı amaçlayanlara karşı, işletilmeyen, işletilemeyen 163. maddenin de kaldırılmasını savunuyordu.
Uğur için özgürlükler yalnız onunla aynı doğrultuda düşünenlere değil, herkese aitti.
***
Uğur Mumcu bütün gönüllü ama güdümlü olmayan aydınlar ve devrimciler gibi, düşüncelere ve ilkelere bağlanmıştı, kişilere biat etmezdi.
Biat etmeden de bir düşüncenin bir ilkenin peşinden koşulabildiğinin canlı örneğiydi.
Onun ayağını kendi toprağına basan bu ülkenin solcusu ve devrimcisi olduğunu çok veciz şekilde anlatan bir olayı paylaşmak isterim.
Yıllar önce, Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının yazı işleri salonunun büyük masası etrafında toplanmış sohbet ediyorduk.
O sırada içeri patenti Uğur’a ait olan “liboş” nitelemesinin bütün özelliklerine sahip bir keskin solcu(!) girdi ve onu görünce seslendi:
- Ne haber Uğur, hâlâ Kemalist misin?
Uğur sert bir tonla soruyu soruyla karşıladı:
- Sen de hâlâ Maocu musun?
Liboş karşı çıktı:
- Maoculuk bağımsızlıkçılıktır...
Uğur gülerek yanıtladı:
- O Çin’de öyle, burada bağımsızlıkçılığın adı Kemalizmdir ve evet ben hâlâ Kemalistim.
Cumhuriyet’in yolunun tıkanmaya başladığı bir dönemde, hırsızlıkların, uğursuzlukların, baskının, zulmün, işkencenin, gericiliğin üstüne gidilmesi ihtiyacı toplumsal bir talep doğurdu. Uğur Mumcu bu talebe cevap verdi ve karanlığın üzerine gözünü kırpmadan yürüdü. Uğur’a yeterince kulak verip gerekenleri yapsaydık, içine düşmeyecek olduğumuz uğursuz yıllardan ne zaman kurtuluruz sorusunun yanıtı ise, “Uğur Mumcu’lara artık ihtiyaç duymayacağımız zaman” olsa gerek.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder