Dün bu ülkenin en aydınlık gazetecilerinden Uğur Mumcu’nun karanlık bir suikastla öldürülüşünün yirmi altıncı yıldönümüydü.
Çeyrek asır önce terör egemenlerince susturulmaya çalışılan bir aydının ölümünün ardından yirmi altıncı kez anmalar yapıldı.
Yirmi altıncı kez ona ait konuşmalar, yazılar ortalıkta dönüp durdu.
Tüm bunlar bize Uğur Mumcu’nun bir ocak ayında Ankara’da bombalı bir suikastla öldürüldüğünü yirmi altıncı kez hatırlattı.
Ama, onun öldürülmesinin ardından, bu halkın hayatına, değerlerine, özürlüğüne, bağımsızlığına daha sıkı sarılacağı yerde; Nasıl olup da sahip olduklarından ödün verdiğini, değerlerinden vazgeçtiğini ve göz göre göre bu noktaya vardığını anlatamadı.
Suikastçıların bir aydını öldürerek varmayı hayal ettikleri noktaya gerçekten varabilmiş olmalarının utancıyla...
Şimdi oturun bilgisayarın başına, o yazıların hepsini tek tek yeniden açıp okuyun.
Mumcu’nun katıldığı panelleri, söyleşileri tekrar tekrar dinleyin.
Görüntülere, fotoğraflara uzun uzun bakın.
Öldürülmüş bir gazeteci bize hayattayken neler anlatmış?
Ve bir gazetecinin önce anlattıklarından sonra da öldürülmesinden, bu ülke ne anlamış?
Bugün başımıza gelenleri anlamakta zorlanıyorsak, bunda, başımıza gelenlerden zamanında çıkarmadığımız anlamların ve varmadığımız sonuçların payı büyük.
Okuduğunuz şu gazetenin o suikast haberini verirken attığı manşeti hatırlayın.
“Susturamazlar!”
Önce, bu başlığın 1993 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Sonra da bugün, 2019 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Susmak ve konuşmak o zaman ne demekti, şimdi ne demek?
O zamanlar konuşabildiklerimiz nelerdi?
Bugün konuşamadıklarımız neler?
Aradan geçen yirmi altı yılda nasıl alaşağı edildi en temel özgürlükler ve o güzel hayaller?
Uğur Mumcu’nun işaret ettiği tüm tehlikelerin birer birer gerçekleştiğine şahit olduğunuz şu yarım asrın iklimi bu ülkeyi kendi gerçeklerine kör etti.
O karanlıkta katiller de niyetleriyle birlikte ilerleyebildikleri kadar ilerledi.
Ankara’da o ocak ayında arabasına konulan bir bombayla öldürülen aslında sadece Uğur Mumcu değil, koca bir ülkeydi.
Onun deşifre ettiği ilişkilerin beslediği kahramanlarla baş başa bir yarım asır geçiren ve içine kapana kapana totaliter bir rejimin kucağında acı çeken şu ülkede, Uğur Mumcu’yu anmak değil “gerçekten” anlamak gerekir.
Onun ve öldürülen tüm diğer gazetecilerin, aydınların ortak özelliği susmamalarıdır.
Tüm tehditlere, tüm saldırılara, tüm engellemelere rağmen doğru bildiklerini söylemekte inat etmeleridir.
Şu aradan geçen yirmi altı yılı...
Gözlerimizi ve kalbimizi gerçeklere kapalı geçirdik.
Başımıza gelenlerden almamız gereken dersi almadık.
Sosyal adaleti ve bağımsızlığı savunan ideolojilerin karalanmasına göz yumduk.
Susturulduk.
Ve sustuk.
Bu sayede yirmi altı yıl önce Uğur Mumcu’yu öldürenler bugün emellerine eriştiler.
O yüzden bilin ki Uğur Mumcu boşuna öldürülmedi.
Ama boşuna öldü.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Çeyrek asır önce terör egemenlerince susturulmaya çalışılan bir aydının ölümünün ardından yirmi altıncı kez anmalar yapıldı.
Yirmi altıncı kez ona ait konuşmalar, yazılar ortalıkta dönüp durdu.
Tüm bunlar bize Uğur Mumcu’nun bir ocak ayında Ankara’da bombalı bir suikastla öldürüldüğünü yirmi altıncı kez hatırlattı.
Ama, onun öldürülmesinin ardından, bu halkın hayatına, değerlerine, özürlüğüne, bağımsızlığına daha sıkı sarılacağı yerde; Nasıl olup da sahip olduklarından ödün verdiğini, değerlerinden vazgeçtiğini ve göz göre göre bu noktaya vardığını anlatamadı.
Suikastçıların bir aydını öldürerek varmayı hayal ettikleri noktaya gerçekten varabilmiş olmalarının utancıyla...
Şimdi oturun bilgisayarın başına, o yazıların hepsini tek tek yeniden açıp okuyun.
Mumcu’nun katıldığı panelleri, söyleşileri tekrar tekrar dinleyin.
Görüntülere, fotoğraflara uzun uzun bakın.
Öldürülmüş bir gazeteci bize hayattayken neler anlatmış?
Ve bir gazetecinin önce anlattıklarından sonra da öldürülmesinden, bu ülke ne anlamış?
Bugün başımıza gelenleri anlamakta zorlanıyorsak, bunda, başımıza gelenlerden zamanında çıkarmadığımız anlamların ve varmadığımız sonuçların payı büyük.
Okuduğunuz şu gazetenin o suikast haberini verirken attığı manşeti hatırlayın.
“Susturamazlar!”
Önce, bu başlığın 1993 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Sonra da bugün, 2019 yılında ne anlama geldiğini düşünün.
Susmak ve konuşmak o zaman ne demekti, şimdi ne demek?
O zamanlar konuşabildiklerimiz nelerdi?
Bugün konuşamadıklarımız neler?
Aradan geçen yirmi altı yılda nasıl alaşağı edildi en temel özgürlükler ve o güzel hayaller?
Uğur Mumcu’nun işaret ettiği tüm tehlikelerin birer birer gerçekleştiğine şahit olduğunuz şu yarım asrın iklimi bu ülkeyi kendi gerçeklerine kör etti.
O karanlıkta katiller de niyetleriyle birlikte ilerleyebildikleri kadar ilerledi.
Ankara’da o ocak ayında arabasına konulan bir bombayla öldürülen aslında sadece Uğur Mumcu değil, koca bir ülkeydi.
Onun deşifre ettiği ilişkilerin beslediği kahramanlarla baş başa bir yarım asır geçiren ve içine kapana kapana totaliter bir rejimin kucağında acı çeken şu ülkede, Uğur Mumcu’yu anmak değil “gerçekten” anlamak gerekir.
Onun ve öldürülen tüm diğer gazetecilerin, aydınların ortak özelliği susmamalarıdır.
Tüm tehditlere, tüm saldırılara, tüm engellemelere rağmen doğru bildiklerini söylemekte inat etmeleridir.
Şu aradan geçen yirmi altı yılı...
Gözlerimizi ve kalbimizi gerçeklere kapalı geçirdik.
Başımıza gelenlerden almamız gereken dersi almadık.
Sosyal adaleti ve bağımsızlığı savunan ideolojilerin karalanmasına göz yumduk.
Susturulduk.
Ve sustuk.
Bu sayede yirmi altı yıl önce Uğur Mumcu’yu öldürenler bugün emellerine eriştiler.
O yüzden bilin ki Uğur Mumcu boşuna öldürülmedi.
Ama boşuna öldü.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder