Fransız siyaseti köklü bir dönüşümden geçiyor. İşçi sınıfının sesiyse demokrasi söylemleriyle bastırılmaya çalışılıyor. Macron’un ortaya koyduğu ‘büyük müzakere’ süreci de bunun bir parçası olarak görülebilir.
Siyasette hemen her şeye bir mücadele konusu olarak bakılabilir. Arkasında duracak bir toplumsallık yoksa görünen köy bile kılavuz isteyebiliyor. Emmanuel Macron hakkındaki tartışmalar bu hatırlatmayı doğrular nitelikte. Bu genç adam (41 yaşında) iki yıl önce geçici bir sermaye projesi olarak sahaya sürüldüğünde ne denli sağcı olduğu ortadaydı ama “zenginlerin başkanı” sıfatını uzun soluklu toplumsal mücadelelerin sonunda kazandı. Bu mücadeleler sözde kalmadı ve Macron’un “faşizme karşı reformist başkan” olarak kazandığı toplumsal kabulle birlikte nice kabine üyelerini de yitirmesine yol açtı.
Siyasette hemen her şeye bir mücadele konusu olarak bakılabilir. Arkasında duracak bir toplumsallık yoksa görünen köy bile kılavuz isteyebiliyor. Emmanuel Macron hakkındaki tartışmalar bu hatırlatmayı doğrular nitelikte. Bu genç adam (41 yaşında) iki yıl önce geçici bir sermaye projesi olarak sahaya sürüldüğünde ne denli sağcı olduğu ortadaydı ama “zenginlerin başkanı” sıfatını uzun soluklu toplumsal mücadelelerin sonunda kazandı. Bu mücadeleler sözde kalmadı ve Macron’un “faşizme karşı reformist başkan” olarak kazandığı toplumsal kabulle birlikte nice kabine üyelerini de yitirmesine yol açtı.
KİM BU SARI YELEKLİLER?
Bugün Sarı Yelekliler hareketinin nasıl ve kim tarafından başlatıldığını tartışmanın bir önemi bulunmuyor. Yine de bir neden aranacaksa, bir “AB rüyası” olan demiryollarını özelleştirme hevesinin Macron yönetimince nasıl gerçekleştirilmeye çalışıldığına bakılabilir. Demiryolu işçilerinin özelleştirmelere karşı geçtiğimiz yılın büyük bölümünü grevde geçirdiği unutulmamalı. Banliyö hatları tasarruf gerekçesiyle kapatılırken bir yandan da çevre duyarlılığı bahanesiyle fosil yakıtta peş peşe ağır vergilendirmeler uygulanınca ulaşım konusu Fransız halkı için başlı başına bir sorun haline geldi.
Sarı Yelekliler hareketinin çıkış noktasının sınıf siyasetiyle ne ölçüde ilişkilendiği tartışmaya açık ama tartışılmayacak olan bir noktaysa hareketin hızla siyasallaştığı ve Macron yönetimini hedef tahtasına oturttuğu gerçeği. Hareketin aynı anda sağ ve sol etkilenmelere açık olmasına verilecek kolay bir yanıt yok. Böyle bir tartışma, işçi sınıfı siyasetinin gücünün yetmediği yerde sermayenin faşizan eğilimlerden yararlanmaktan çekinmeyeceği bilinciyle, önümüzdeki siyasal mücadelelerin konusu olacaktır.
FRANSA’DA SOL SİYASET
İşçi sınıfı siyaseti demişken, Fransa solunun içinde bulunduğu durumu biraz açmak gerekiyor. Tarihsel olarak Sosyalist Parti’de cisimleşen sosyal demokrasinin başka öğeleri de kapsadığını söylemekte bu saatten sonra bir sakınca olmayacaktır. Fransız Komünist Partisi (PCF) Sarı Yelekliler hareketine başından beri mesafeli durdu. Kitleler Macron yönetimine karşı duyduğu öfkeyi –bazen giyotin gibi son derece radikal ve devrimci simgelere başvurarak– dile getirirken PCF bu sorunu yeşil dostu siyaset ve adil vergilendirme önerileriyle aşmayı öneriyor, Sarı Yeleklileri onlarca toplumsal kimlikten yalnızca biri sayıyor ve hareketin doruk noktasına ulaştığı haftasonu topladığı ulusal kongrede aldığı ilk kararlardan biriyle orak-çekiçsiz bir logoya geçiyordu. PCF’nin “komünizm” anlayışı uzun süredir çevreci, demokrat, farklı kimlikleri kucaklayan, AB projesine öyle ya da böyle eklemlenen ve son tahlilde Fransız emperyalizmini aklayan bir siyaset olarak varlık gösteriyor. Öte yandan, PCF’nin sınırlı etkisinin büyük bölümünü geçtiğimiz yıllarda Jean-Luc Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa (FI) partisine kaptırdığı da bir gerçek. Fransa Devrimci Komünist Partisi (PCRF), Fransa’da Komünist Yeniden Doğuş Kutbu (PRCF) ve daha onlarca irili ufaklı komünist oluşumun siyasal etkisiyse ne yazık ki şimdilik bu tabloda yer dolduracak düzeye ulaşamıyor.
MACRON’UN BÜYÜK MÜZAKERESİ
2018 yılı Macron’u zorladı. Ardı arkası kesilmeyen sokak eylemleri Sarı Yelekliler hareketiyle artık çevresinden dolanılamayacak bir boyuta vardı. Öyle ki, “demokrasinin beşiği” sayılan Fransa’da uygulanan polis şiddeti Erdoğan hükümetinin bile diline dolandı. Sarı Yelekliler eylemlerinin soluğu kesildi kesilecek diye beklerken “zenginlerin başkanı” bunun böyle gitmeyeceğini anladı ve çözümü bir siyasi açılımda buldu. Günlerce süren sessizliğini duygusal bir Ulusa Sesleniş konuşmasıyla bozan Macron, mesajı aldığını ve bu saatten sonra provokasyonlardan uzak durulması gerektiğini bildiriyor, Fransız halkına gerçekleştirilecek reformlar için büyük bir tartışma başlatmayı öneriyor ve bu tartışmada valilere büyük sorumluluk düşeceğini bildiriyordu. “Büyük Ulusal Müzakere” denen bu tartışma için Mart ayının ortasına dek yerelliklerde toplantılar düzenlenecek ve tarışmaların sonuçları Nisan ayında toparlanıp yayımlanacak. Bu süreç için hazırlanmış bir internet sitesi bile var: https://granddebat.fr/
İlk başta patron sendikası MEDEF’in geçici bir siyasi projesi olarak görülen bu genç başkanın koltuğuna alıştığı söylenebilir. Macron’un Birinci Dünya Savaşı’nın galibi edasıyla duyurduğu “Avrupa Ordusu” projesinin ya da bu “Ulusal Müzakere” çağrısının ne gibi bir siyasi temeli ya da toplumsal karşılığı olduğu tartışmalı. Ama bu projelerin altında yatan değişmez bir hesap var: Fransa siyaseti bir dönüşüm geçiriyor, bu dönüşümde sola yer yok ve Macron’un girişimleri her adımda bu süreci belli bir doğrultuda hızlandırmayı biliyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerine birkaç ay kalmışken görünür gerçek şu: Fransa’da geleneksel partiler (bütün renkleriyle sosyal demokrasi de dahil olmak üzere) insanları sandığa götürmekte zorlanacak ve bütün alan Ulusal Cephe (yeni adıyla Ulusal Toplaşma - RN) gibi faşizm eğilimli popülist bir harekete kalacak. Avrupa seçimlerinin ulusal siyasete doğrudan bir etkisinin olmadığı ama yalnızca simgesel bir değeri olduğu söylenebilir. Macron’un müzakere soslu neoliberal reçetelerinin daha ne kadar yürürlükte kalacağını şu çelişki belirleyecek: Fransa’daki ilerici toplumsal tepkiler siyaset düzleminde karşılığını yaratabilecek mi yoksa sermaye düzeni ortalığı toparlamak için şansını daha da sağdan yana mı kullanacak?
MESELE ANTİSEMİTİZM DEĞİL!
Bütün bunlar konuşulurken geçtiğimiz günlerde Fransa antisemitizm tartışmasına yoğunlaştı. Sarı Yeleklilerin geçtiği yerlerde gamalı haçlar belirmeye ve Yahudilere karşı nefret söylemleri orada burada kendini göstermeye başladı. Hükümetin açıkladığı rakamlara göre duvar yazısı ve hakaret gibi Yahudi karşıtı nefret eylemlerinin sayısı 2017’de 311’ken bu sayı 2018’de 541’e çıkmıştı ve bu artışın arkasında Sarı Yeleklilerin yarattığı “kaygı verici ortam” yatıyordu. Bu açıklamanın ve gerçekleşen yeni saldırıların ardından bütün renkleriyle Fransa siyaseti antisemitizmi kınama yarışına sahne oldu. Nicolas Sarkozy’ye ve diğer bütün sağ hükümetlere verdiği destekle bilinen bir akademisyen olan Alain Finkielkraut’un kameraların kolaylıkla görüntüleyebildiği bir yerde kimliği belirsiz Sarı Yeleklilerin saldırısına ve “siyonist” hakaretine uğramasıyla tartışma geçtiğimiz hafta derinleşti ve Macron Başkan antisemitizm konusunda adım atmaya karar verdi. Yapılacak düzenlemelerin ardından Fransa’da siyonizm karşıtlığı Yahudi karşıtlığı olarak ele alınacak ve böylece antisiyonizm tıpkı antisemitizm gibi ceza yasasının konusu yani suç olacak. Salı akşamı Paris’te 20 bin kişinin katıldığı gösteride Sarkozy’den François Hollande’a ve Mélenchon’a kadar birçok siyasetçi “antisemitizm Fransa değildir” sloganıyla yürüdü, RN lideri Marine Le Pen’se bir mektup yayımlamakla yetindi.
Düzen siyasetinin üstünde uzlaştığı söylemlerden hükümetin kendi işine geldiği gibi yararlanmakta hiç zorluk ve kaygı duymadığını kendi ülkemizde birçok kez gördük ve hâlâ görüyoruz. Fransa’daki zenginlerin başkanı da bir taşla birkaç kuş vurma peşinde. Hele son provokasyondan sonra Fransa siyasetinde antisemitizm tartışmasıyla kendini gösteren demokratlık yarışı ister istemez şu sonuçları beraberinde getiriyor: Sarı Yelekliler hareketinin meşruluğunun zedelenmesi ve hareket içinde sağa alan açılması, Macron’un antidemokratik girişimlere karşı toplumsal uzlaştırıcı konumuna yerleşmesi, toplumsal meşruluğu daha ilk günden tartışmalı bir siyasi figürün halk düşmanı reform projelerini tartıştırmak için soluk alması, Fransa siyaseti demokrasi çatısı altında birleşirken faşizm eğilimli öğelerin bir alternatif odak haline gelmesi. Son olarak bu hamleyi –dolaylı da görünse– Ortadoğu’da Fransa-İsrail ilişkilerinin derinleşmesi takip edebilir. Bugüne kadar bölgede ABD ile birlikte son derece saldırgan bir profil çizmiş olan Fransa için, ABD’nin çekilmesi de göz önünde bulundurulacak olursa, özellikle Suriye konusunda pervasız girişimlerde kullanılacak bir zemin oluşabilir. Bu gidişin önüne geçmeyi lacivert takımlılardansa sarı yeleklilerden beklemek daha isabetli olacak gibi görünüyor.
İ. Can Usta / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder