16 Şubat 2019 Cumartesi

Kabızlık-kabzımallık - Miyase İlknur

Nokta Dergisi’nde çalıştığımız yıllarda sanırım 1992’ydi, bir sabah kalktık dergi el değiştirmiş. Bülent Şemiler, derginin yeni sahibi olmuş. Tabii yayın politikası da yayın yönetmenleri de değişmişti. Pazartesi toplantılarında artık liberallerin Türkiye gündeminde tartışılmasını istediği dosya haberler öneriliyordu. Niyeyse ille de bana dayatılıyordu bu haberler. Bu ilginç dosya konuları Altangiller’den geliyordu genelde. 

Önerilen konulardan biri “Kemalist misiniz- Demokrat mı?”ydı mesela. Sanki iki kavram birbirinin antiteziymiş gibi. Kemalist ve liberal olan kanaat önderlerine bu soruyu soracak ve yanıtlarını yayımlayacaktık. 

Bir başka gündem toplantısına getirilen konu da “Tarımda sübvansiyonlar kaldırılsın. Üç ay çalışıp dokuz ay yan gelip yatan köylüyü beslemeyelim” şeklinde bir tezdi. İtiraz ettim, AB ülkelerinde de tarımın sübvanse edildiğini, üretmeyen bir toplumun gelecekte açlığa mahkûm olacağını ve köyden kente göçün hızlanacağını, kente gelip varoşlara konuşlanacak olan bu insanlara devletin götürmek zorunda kalacağı alt ve üstyapı hizmetlerine yapılacak harcamanın tarıma verilen sübvansiyondan daha maliyetli olacağını söyledim. 

Tabii bir köy çocuğu olarak çiftçinin sanıldığı gibi üç ay çalışıp dokuz ay yatmadığını da... Ama Özal döneminin ucuz ithalatın cazibesine kapılmış olan bu güruhu ikna etmek kolay değildi. “Şekerim ucuza ithal etmek varken niye daha pahalı et, tahıl ve meyve-sebze yiyelim”den başka argümanları yoktu. 

Her konuda bilirkişi olan liberal kardeşlerimiz için ne yerli tohumun önemi vardı ne GDO’lu ürünlerin piyasayı istila etmesinin. Tarımda üretim, bu kafaya göre, ilkellikten öte bir şey değildi. Sanki tarımı önemseyenler sanayileşmeye karşıymış gibi, “Siz kabız solcular domates, patlıcan üretmeyi, Sümerbank’ın basma, pazen üretmesini 
marifet sanıyorsunuz” derlerdi. Akıllarınca Cumhuriyet döneminin devletçilik anlayışına ve planlamacı yatırımlarına dudak büküyorlardı. Bu kafaya göre, devlet manifaturacılık, belediyeler manavlık yapıyormuş. 

Oysa bir bilseler ki, Cumhuriyeti kuran kadroların şeker, çimento, demirçelik, madencilik, Sümerbank, lastik, sigara, kâğıt, petro-kimya tesislerini ülkenin tüm bölgelerine adil bir şekilde kurduklarını ve bu fabrikaların bahçesine lojman, kreş, sinema ve tiyatro kondurduklarını, bu sayede bölge halkının hem istihdam, hem eğitim, hem de kültür ihtiyacını karşıladığını. “Efendim, devlet özel sektörün girmediği alanlara ve girmediği bölgelere yatırım yapmalı. Piyasalardan elini çekmeli, piyasanın rekabetçi ortamı kendiliğinden fiyatları da üretim miktarını da arz talebe göre düzenler” türküsünü yıllarca çalıp çığırdılar.

Ne oldu? 

Bin bir zorlukla Anadolu ve Trakya’nın dört bir yanında kurulmuş fabrikaları özelleştirdiler. Fabrikaların büyük bir kısmı değerli arsaları yüzünden kapatıldı, işçileri de kapının önüne konuldu. Halen faaliyette olanlar ise piyasada rekabeti bırakın fiyat tekeli oluşturdular. Güya arpalık olarak kullanılan KİT’ler özelleşince verimlilik artacak fiyatlar düşecekti. Tam tersine üretilen ürünlerin fiyatı yükseldi ve Adam Smith’in piyasaları düzenleyecek olan görünmez sihirli eli ise tüketiciye tokatlamaktan başka bir işe yaramadı. 

Adam Smith, adam olsaydı kâr hırsından başka bir şeyi gözü görmeyen piyasaların görünmez eli yerine devletin piyasaları düzenleyen görünen elinin daha rasyonel olacağını kavrardı. 

Kuruluşunda ve iktidarının ilk yıllarında liberallerin desteklediği AKP iktidarı da Özal’ın başlattığı özelleştirme rüzgârına kendini kaptırdı. Cari açığı kapatmakta kullandığı tek argüman “babalar gibi satmak”tı. Hem özelleştirme listesine alınan tesisleri yandaşlara peşkeş çekerek hem de satıştan elde edilen gelirleri bütçe deliklerini yamamada kullanmak işlerine geldi. Ama artık deniz bitti. Dünyada sıcak para da kalmayınca bir yerlerimiz açıkta kaldı.
 
Seçim nedeniyle dövizi baskılayarak tutmak kolay da mutfağa girmesi zorunlu domates, biber ve patlıcandan vurgun yiyince suçlu da bulundu. Pahalı zerzevatın sorumlusu kabzımallarmış. Gübre fiyatını, pahalı yakıt nedeniyle nakliye fiyatını dizginleme, sonra da kabzımalları günah keçisi ilan et. Üretici günlük ya da haftalık alım yapan tanzim satışlara ne kadar mal verecek ki? 

Ekim zamanında kendisine kredi veren ve malını tarlada bir yıl öncesinden kapatan dev marketler ve haldeki kabzımallar yerine günlük alışveriş yapan birine mal vermez, verse de o günkü fiyattan alacağın için alacağın ürünü markettekinden daha pahalıya mal edeceksin. Açığı da bütçeden, yani bizim cebimizden karşılayacaksın. 

Oh ne âlâ alışveriş... Bir cebimizden girecek öbür cebimizden çıkacak.

Miyase İlknur / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder