İslami bilimi tasvir eden sahte minyatürler karşımıza en çok kütüphanelerde ve tarih kitaplarında çıkıyor. Nasıl mı?
Geçen baharda “Bilim ve İslam” başlıklı dersime hazırlanırken, öğrencilerime önermek üzere olduğum kitap hakkında tuhaf bir şey fark ettim. Arapça bir ortaçağ ansiklopedisinin harika bir çevirisi olan kitabın metninden çok kapağıydı asıl ilgimi çeken. Çizimde kavuklu, ortaçağ Ortadoğu’suna özgü giyinmiş bilim insanlarının, yıldızlı gökyüzünü teleskopla incelemesi yer alıyordu. Minyatür, modern dönem öncesi Ortadoğu’yu sembolize ediyormuş gibi görünüyordu, fakat bazı şeyler doğru değildi.
Buradaki ironiyse, bu minyatürlerin aslında iyi niyetli bir davranışın sonucunda üretilmesi çünkü bu sahte eserler, Müslümanları uluslararası siyasi topluluğa bilimin evrensel dilini kullanarak entegre etmek için yapılıyor. Bu amaç, İslamofobyanın giderek arttığı dünyada oldukça zorlayıcı görünüyor. Açık konuşmak gerekirse, Müslümanlar, İslamofobiklerin söylemlerinin aksine, daima bilimle ilgileniyorlardı ama çoğu zaman bugün aşina olduğumuz nesnelerle tasvir edilmemişlerdi. Tıpkı sahte eserlerde olduğu gibi nesneleri anlatmak istediğimiz hikâyelere göre uydurmaya başlarsak ne olur?
İstanbul’un sahaflarında fazla kitap kalmadı ama Kapalıçarşı’da turistlere satılan az sayıda sahte minyatür bulunabiliyor. Aradaki farkı bilen gözler için, satılan bu minyatürlerin sahte olup olmadığını ayırt etmek hiç de zor değil. Kullanılan yapay pigmentler gerçeklerinin aksine oldukça parlak ve tasvir edilen konular da çok kaba. Beklenildiği üzere, satıcılar halen daha bu sahte minyatürleri almak isteyen yerli ve yabancı turistler bulabiliyor. Öte yandan, bazı görsellerde, sanatçıların zaman zaman İslami takvimden yakın bir tarihle imza atmaları, görselin modern bir kreasyon olduğunu belirtiyor. Fakat diğerleri oldukça aldatıcı. Sahtekârlar, eski elyazmalarının ve basılmış kitapların sayfalarını ayırarak, üzerlerindeki metni kapatmak için sayfaları boyuyorlar, böylelikle kâğıtta sırlı eski yazı ve kitapların etkisi oluşuyor. Bu işle uğraşan sahtekârlar, görselleri güya sahiplerinin mühürleriyle bile damgalayabiliyorlar.
Bu tarz eklemlerle, yerel pazar sınırlarından çıkıp internette satılmaya başlanan minyatürlerin sahte olarak tanınması ise oldukça zorlaşıyor. Özellikle stok fotoğraf hizmeti veren siteler, bu görsellerin yayılmasında kilit bir rol oynayarak, bloglarda, sunumlarda, makalelerde ve dergilerde kullanılmasına hazır hale getiriyor. Bu sahte minyatür çizimleri yaygınlaşan görsel kültürün ana platformlarından Instagram, Facebook, Pinterest ve Google gibi alanlara taşınıyor ve İslam dünyasında bu konunun uzmanları bile dijital ortamda dolaşan bu görsellerin antik veya otantik olduğunu ayırt ederken hata yapabiliyor.
İstanbul’da Gülhane Parkı’nın köşesinde, Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın aşağısında İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi yer alıyor. Ziyaretçiler, usturlaplar ve kadranlar gibi astronomi aletlerinin (neyse ki teleskoplar yok) olduğu kısımdan gezmeye başlıyorlar. Müze içerisinde ilerledikçe, sergi savaş araçlarından ve optiklerinden, kimyasal ve mekanik örneklere doğru ilerliyor, her oda giderek daha da fantastik bir hal alıyor. İlerleyen kısımlarda deney şişelerinin, cam kafeslerdeki damıtma sistemini takip ettiği kimyasal bir mekanizma yer alıyor. Yolun sonundaysa, ziyaretçiler mühendislik bölümüne ulaşıyor. Bu kısımda, Müslümanların sıklıkla mühendisliğin babası olarak adlandırdığı İsmail El-Cezeri tarafından 12. yüzyılda tasarlanmış, tuhaf makineler yer alıyor. Tasarladığı mekanizmalar, Rube Goldberg’e ait bir fil ya da başka bir parçanın üzerine fil seyisi şeklinde yerleştirilmiş su kulesi gibi makinelerin ortaçağ versiyonlarını andırıyor.
Aslında çoğaltılmış ya da yeniden tasarlanmış bu nesnelerin bir arada toplanması tek başına bir sorun teşkil etmiyor. Müzedeki bazı parçalar oldukça nadir bazılarıysa günümüzde var olmayabilir fakat bu eserlerin modellerle ve minyatürlerle yeniden yaratılması oldukça faydalı. Bu müzeyi eşsiz kılansa, gerçek tarihi objeleri toplamayı reddetmesi. Müze, eserlerin yeniden yapıldığı düşüncesini yaratmadan, Ortadoğu tarihi hakkında herhangi bir bilgi paylaşmaksızın, eserlerin sadece yerlerini belirterek cam vitrinlerde sunuyor.
İslami bilim tarihini ortadan kaldırıp yerine modern objeler getirdiğimizde bazı şeyler yok oluyor. Zanaatkâr veya skolastik olsun, görsel olarak tasvir edilmemiş olsa da var olan önemli gelenekleri göz ardı ediyoruz. Bununla birlikte, simya ve astroloji gibi irrasyonel veya modası geçmiş kabul edilen alanları da dışlıyoruz. Bu durum bir tercih meselesi olduğu kadar önceliklerimizle de alakalı. Yeniden tasarlanmış ürünleri barındırmak için milyonlarca dolar harcayarak yeni bir bina inşa etmek yerine, müzeler gerçek tarihi eserleri alabilir ya da toplayabilirdi. Örneğin, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi yeni eserler yaparken, İstanbul’daki Rebul Eczanesi, yakın zaman önce kendi özel tıbbi cihaz koleksiyonunu sergiledi. Bu nedenle müzenin mevcut objeleri görmezden gelerek, müzenin anlatmak istediği içeriğe yönelik yeniden canlandırılan nüshaları tercih etmesi bilinçli bir seçimdi.
Hayal ürünleri ya da sahtecilikle karşı karşıyayız aslında: Teleskop ve alembikleri dehşetle incelerken, Müslümanların bunları nasıl yaptığına şaşkınlık içinde bakıyor ve bu işin aslını yapan Müslüman olan ya da olmayan gerçek zanaatkârlar hakkında edindiğimiz azıcık bilgiyle yetiniyoruz. Aslında bu yaşamlarda İslam dünyasının gerçek bilim tarihi yatıyor, mesela bir ebenin bitkilerle ilaç hazırlaması, bir hekimin dindar fakirlere reçete yazması, astroloğun bir teğmen için burçları incelemesi, bir imamın ezan vaktini belirlemek için astronomik ölçümlerle uğraşması, bir mantık uzmanının kıyaslama işlemleriyle uğraşması, bir gümüşçünün metalurji deneyi, bir ansiklopedi uzmanının bitkileri sınıflandırması veya bir hâkimin mirası bölmek için cebirsel hesaplamalar yapması gibi. Bu alandaki bilgiler yetersiz olduğundan bu yaşamlar kolayca araştırılamıyor. Bununla birlikte, gerçek tarihsel nesneleri toplamayı ve sergilemeyi reddedip ve yeniden canlandırılmış nüshaları tercih ederek, tarihimizi de unutuyoruz. Bu yaşamlara odaklanmak biraz kurgu gerektiriyor açıkçası. Bir müze ya da kitabın o döneme dair eksik bilgileri ve boşlukları doldurması gerekiyor. Gerçek eserleri çekingen bir biçimde gözlerden uzak bir nokataya taşıyıp, boşlukları da fabrikasyon ürünlerle doldurmak yerine, gerçek tarihi eserlerin ön planda olması gerekiyor.
Geçen baharda “Bilim ve İslam” başlıklı dersime hazırlanırken, öğrencilerime önermek üzere olduğum kitap hakkında tuhaf bir şey fark ettim. Arapça bir ortaçağ ansiklopedisinin harika bir çevirisi olan kitabın metninden çok kapağıydı asıl ilgimi çeken. Çizimde kavuklu, ortaçağ Ortadoğu’suna özgü giyinmiş bilim insanlarının, yıldızlı gökyüzünü teleskopla incelemesi yer alıyordu. Minyatür, modern dönem öncesi Ortadoğu’yu sembolize ediyormuş gibi görünüyordu, fakat bazı şeyler doğru değildi.
Renklerin normalden çok daha canlı ve fırça darbelerinin çok temiz olmasının yanı sıra, beni asıl rahatsız eden şey teleskop çizimiydi. Teleskop, Ortadoğu’da Galileo’nun 17. yüzyıldaki keşfinin ardından bilinmeye başlandı fakat hiçbir çizim ya da minyatür bu tarz bir objeyi tasvir etmemişti. Görselin tamamını araştırdığımdaysa, iki figür daha ortaya çıktı, bir tanesi teleskopla bakıyor diğeriyse, yine oldukça az çizilen öğelerden biri olan dünya küresini döndürerek notlar alıyordu. Fakat en büyük çelişki dördüncü figürün elindeki tüy kalemdi. Ortadoğu’da yaşayan bilim insanları daima kamış kalem kullanırlardı. Kapak her ne kadar ortaçağ çizimi izlenimi verse de şüphesiz ki günümüze ait bir sahtecilikti.
Ünlenmiş sahte eserler...
Müslüman astronomları tasvir eden sahte minyatür çizimi ne yazık ki bu alandaki tek örnek değil. Facebook ve Pinterest gibi sosyal medyada dolaşan bir diğer görseldeyse azı dişinin içerisinde hareket eden kurtçuklar tasvir edilmiş. Osmanlı’nın “Batı’ya ait olmayan şaheser kitaplar” koleksiyonunun bir parçası olarak Oxford’un Bodleian Kütüphanesi’nde yer alan çizimin dişteki çürükleri canlandırmaya çalıştığı iddia ediliyor. Bir diğer görselse suçiçeği geçiren bir hastanın hekim tarafından tedavi edilişini anlatıyor. Gerçekten uzak bir İslami bilim tasviriyle çağdaş izleyicilere hitap etmeyi amaçlayan günümüze ait bu görseller, gerçek bir eserin çoğaltılmasından ziyade, yeni bir ürün hatta sahtecilik niteliği taşıyor. Bu sahte minyatürler, konferans posterlerinden, müze ve kütüphane koleksiyonlarına kadar eğitim veren internet siteleri de dahil olmak üzere birçok alanda yer alıyor. Bu sorun saf turistlerin ve bazı akademisyenlerin aldatılmasının da ötesine geçti. İslami bilimin tarihini inceleyen ve halka İslami bilimi tanıtıp anlatan kişiler de kendilerini benzeri bir sahtekârlığa adadılar. İslam dünyasının saygıdeğer bilimsel geleneklerini temsil etmeyi amaçlayan müzeler, artık yeniden tasarlanmış ve son 20 yılda ünlenmiş sahte eserlerle dolu.
Müslüman astronomları tasvir eden sahte minyatür çizimi ne yazık ki bu alandaki tek örnek değil. Facebook ve Pinterest gibi sosyal medyada dolaşan bir diğer görseldeyse azı dişinin içerisinde hareket eden kurtçuklar tasvir edilmiş. Osmanlı’nın “Batı’ya ait olmayan şaheser kitaplar” koleksiyonunun bir parçası olarak Oxford’un Bodleian Kütüphanesi’nde yer alan çizimin dişteki çürükleri canlandırmaya çalıştığı iddia ediliyor. Bir diğer görselse suçiçeği geçiren bir hastanın hekim tarafından tedavi edilişini anlatıyor. Gerçekten uzak bir İslami bilim tasviriyle çağdaş izleyicilere hitap etmeyi amaçlayan günümüze ait bu görseller, gerçek bir eserin çoğaltılmasından ziyade, yeni bir ürün hatta sahtecilik niteliği taşıyor. Bu sahte minyatürler, konferans posterlerinden, müze ve kütüphane koleksiyonlarına kadar eğitim veren internet siteleri de dahil olmak üzere birçok alanda yer alıyor. Bu sorun saf turistlerin ve bazı akademisyenlerin aldatılmasının da ötesine geçti. İslami bilimin tarihini inceleyen ve halka İslami bilimi tanıtıp anlatan kişiler de kendilerini benzeri bir sahtekârlığa adadılar. İslam dünyasının saygıdeğer bilimsel geleneklerini temsil etmeyi amaçlayan müzeler, artık yeniden tasarlanmış ve son 20 yılda ünlenmiş sahte eserlerle dolu.
Buradaki ironiyse, bu minyatürlerin aslında iyi niyetli bir davranışın sonucunda üretilmesi çünkü bu sahte eserler, Müslümanları uluslararası siyasi topluluğa bilimin evrensel dilini kullanarak entegre etmek için yapılıyor. Bu amaç, İslamofobyanın giderek arttığı dünyada oldukça zorlayıcı görünüyor. Açık konuşmak gerekirse, Müslümanlar, İslamofobiklerin söylemlerinin aksine, daima bilimle ilgileniyorlardı ama çoğu zaman bugün aşina olduğumuz nesnelerle tasvir edilmemişlerdi. Tıpkı sahte eserlerde olduğu gibi nesneleri anlatmak istediğimiz hikâyelere göre uydurmaya başlarsak ne olur?
Neden, oluşturulan bu benzer sahte eserler için İslami bilimin gerçek kalıntılarını reddediyoruz? İslamın bilimle olan ilişkisi incelendiğinde tam olarak ne bulmayı umuyoruz? Bu sahte eserler gerçeğe karşı kurgunun tercih edilmesinden çok daha fazlasını ortaya koyuyor. Bu alanda çalışan araştırmacıların ve halkın, İslami geçmişe ve bu geçmişin bilimsel mirasına duyduğu beklentilerle ilgili daha büyük bir soruna işaret ediyor.
İstanbul’un sahaflarında fazla kitap kalmadı ama Kapalıçarşı’da turistlere satılan az sayıda sahte minyatür bulunabiliyor. Aradaki farkı bilen gözler için, satılan bu minyatürlerin sahte olup olmadığını ayırt etmek hiç de zor değil. Kullanılan yapay pigmentler gerçeklerinin aksine oldukça parlak ve tasvir edilen konular da çok kaba. Beklenildiği üzere, satıcılar halen daha bu sahte minyatürleri almak isteyen yerli ve yabancı turistler bulabiliyor. Öte yandan, bazı görsellerde, sanatçıların zaman zaman İslami takvimden yakın bir tarihle imza atmaları, görselin modern bir kreasyon olduğunu belirtiyor. Fakat diğerleri oldukça aldatıcı. Sahtekârlar, eski elyazmalarının ve basılmış kitapların sayfalarını ayırarak, üzerlerindeki metni kapatmak için sayfaları boyuyorlar, böylelikle kâğıtta sırlı eski yazı ve kitapların etkisi oluşuyor. Bu işle uğraşan sahtekârlar, görselleri güya sahiplerinin mühürleriyle bile damgalayabiliyorlar.
Bu tarz eklemlerle, yerel pazar sınırlarından çıkıp internette satılmaya başlanan minyatürlerin sahte olarak tanınması ise oldukça zorlaşıyor. Özellikle stok fotoğraf hizmeti veren siteler, bu görsellerin yayılmasında kilit bir rol oynayarak, bloglarda, sunumlarda, makalelerde ve dergilerde kullanılmasına hazır hale getiriyor. Bu sahte minyatür çizimleri yaygınlaşan görsel kültürün ana platformlarından Instagram, Facebook, Pinterest ve Google gibi alanlara taşınıyor ve İslam dünyasında bu konunun uzmanları bile dijital ortamda dolaşan bu görsellerin antik veya otantik olduğunu ayırt ederken hata yapabiliyor.
Topkapı Sarayı ve Ayasofya
Bu işin en sıkıntılı taraflarından biri de sanatçıların bizim beklentilerimize uyacak şekilde değiştirdiği görüntüler. Mesela, öğrencilerime vermeyi planladığım kitabın kapağında, İstanbul Gözlemevi minyatüründeki figürler kullanılarak, gece vakti gökyüzüne bakan bilim insanları tasvir ediliyordu. Fakat bu kapağı hazırlayan sahtekâr, sekstant yardımıyla astronomik cisimler arası açısal mesafeleri ölçen bir bilim insanın minyatürünü, aynı pozu kullanarak teleskopla gökyüzünü inceleyen bir bilim insanı haline getirmişti. İslami kaynaklarda daha önce tasvir edilmeyen fakat günümüz astronomisiyle oldukça ilişkilendirilmiş bir aleti minyatüre yerleştirerek yapılan bu ince değişiklik bile aslında görselin anlamını büyük ölçüde değiştiriyor.
Bu işin en sıkıntılı taraflarından biri de sanatçıların bizim beklentilerimize uyacak şekilde değiştirdiği görüntüler. Mesela, öğrencilerime vermeyi planladığım kitabın kapağında, İstanbul Gözlemevi minyatüründeki figürler kullanılarak, gece vakti gökyüzüne bakan bilim insanları tasvir ediliyordu. Fakat bu kapağı hazırlayan sahtekâr, sekstant yardımıyla astronomik cisimler arası açısal mesafeleri ölçen bir bilim insanın minyatürünü, aynı pozu kullanarak teleskopla gökyüzünü inceleyen bir bilim insanı haline getirmişti. İslami kaynaklarda daha önce tasvir edilmeyen fakat günümüz astronomisiyle oldukça ilişkilendirilmiş bir aleti minyatüre yerleştirerek yapılan bu ince değişiklik bile aslında görselin anlamını büyük ölçüde değiştiriyor.
İstanbul’da Gülhane Parkı’nın köşesinde, Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın aşağısında İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi yer alıyor. Ziyaretçiler, usturlaplar ve kadranlar gibi astronomi aletlerinin (neyse ki teleskoplar yok) olduğu kısımdan gezmeye başlıyorlar. Müze içerisinde ilerledikçe, sergi savaş araçlarından ve optiklerinden, kimyasal ve mekanik örneklere doğru ilerliyor, her oda giderek daha da fantastik bir hal alıyor. İlerleyen kısımlarda deney şişelerinin, cam kafeslerdeki damıtma sistemini takip ettiği kimyasal bir mekanizma yer alıyor. Yolun sonundaysa, ziyaretçiler mühendislik bölümüne ulaşıyor. Bu kısımda, Müslümanların sıklıkla mühendisliğin babası olarak adlandırdığı İsmail El-Cezeri tarafından 12. yüzyılda tasarlanmış, tuhaf makineler yer alıyor. Tasarladığı mekanizmalar, Rube Goldberg’e ait bir fil ya da başka bir parçanın üzerine fil seyisi şeklinde yerleştirilmiş su kulesi gibi makinelerin ortaçağ versiyonlarını andırıyor.
Müzeleri doldurmak için...
Bu noktada bilinmesi gereken önemli noktalar var. Aslında sergilenen bütün nesneler ya gerçeklerinin kopyası ya da tamamen hayal edilen objeler. Hiçbir nesne on ya da yirmi yıldan daha eski değil ve aslında müzede hiçbir tarihi parça yok. Bunun yanısıra, müzedeki usturlaplar ve kadranlar gibi parçalar başka müzelerdeki örneklerinden esinlenerek yeniden yapılmış. Savaş makineleri ve dev astronomik aletlerse genellikle orta büyüklükteki bir odaya sığabilecek şekilde küçültülmüş modeller. Ortadoğu’da hiç kopyası bulunmayan karmaşık kimyasal mekanizmalarsa, yalnızca müzeyi doldurmak için yaratılmış.
Bu noktada bilinmesi gereken önemli noktalar var. Aslında sergilenen bütün nesneler ya gerçeklerinin kopyası ya da tamamen hayal edilen objeler. Hiçbir nesne on ya da yirmi yıldan daha eski değil ve aslında müzede hiçbir tarihi parça yok. Bunun yanısıra, müzedeki usturlaplar ve kadranlar gibi parçalar başka müzelerdeki örneklerinden esinlenerek yeniden yapılmış. Savaş makineleri ve dev astronomik aletlerse genellikle orta büyüklükteki bir odaya sığabilecek şekilde küçültülmüş modeller. Ortadoğu’da hiç kopyası bulunmayan karmaşık kimyasal mekanizmalarsa, yalnızca müzeyi doldurmak için yaratılmış.
Aslında çoğaltılmış ya da yeniden tasarlanmış bu nesnelerin bir arada toplanması tek başına bir sorun teşkil etmiyor. Müzedeki bazı parçalar oldukça nadir bazılarıysa günümüzde var olmayabilir fakat bu eserlerin modellerle ve minyatürlerle yeniden yaratılması oldukça faydalı. Bu müzeyi eşsiz kılansa, gerçek tarihi objeleri toplamayı reddetmesi. Müze, eserlerin yeniden yapıldığı düşüncesini yaratmadan, Ortadoğu tarihi hakkında herhangi bir bilgi paylaşmaksızın, eserlerin sadece yerlerini belirterek cam vitrinlerde sunuyor.
İslami bilim tarihini ortadan kaldırıp yerine modern objeler getirdiğimizde bazı şeyler yok oluyor. Zanaatkâr veya skolastik olsun, görsel olarak tasvir edilmemiş olsa da var olan önemli gelenekleri göz ardı ediyoruz. Bununla birlikte, simya ve astroloji gibi irrasyonel veya modası geçmiş kabul edilen alanları da dışlıyoruz. Bu durum bir tercih meselesi olduğu kadar önceliklerimizle de alakalı. Yeniden tasarlanmış ürünleri barındırmak için milyonlarca dolar harcayarak yeni bir bina inşa etmek yerine, müzeler gerçek tarihi eserleri alabilir ya da toplayabilirdi. Örneğin, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi yeni eserler yaparken, İstanbul’daki Rebul Eczanesi, yakın zaman önce kendi özel tıbbi cihaz koleksiyonunu sergiledi. Bu nedenle müzenin mevcut objeleri görmezden gelerek, müzenin anlatmak istediği içeriğe yönelik yeniden canlandırılan nüshaları tercih etmesi bilinçli bir seçimdi.
Hayal ürünleri ya da sahtecilikle karşı karşıyayız aslında: Teleskop ve alembikleri dehşetle incelerken, Müslümanların bunları nasıl yaptığına şaşkınlık içinde bakıyor ve bu işin aslını yapan Müslüman olan ya da olmayan gerçek zanaatkârlar hakkında edindiğimiz azıcık bilgiyle yetiniyoruz. Aslında bu yaşamlarda İslam dünyasının gerçek bilim tarihi yatıyor, mesela bir ebenin bitkilerle ilaç hazırlaması, bir hekimin dindar fakirlere reçete yazması, astroloğun bir teğmen için burçları incelemesi, bir imamın ezan vaktini belirlemek için astronomik ölçümlerle uğraşması, bir mantık uzmanının kıyaslama işlemleriyle uğraşması, bir gümüşçünün metalurji deneyi, bir ansiklopedi uzmanının bitkileri sınıflandırması veya bir hâkimin mirası bölmek için cebirsel hesaplamalar yapması gibi. Bu alandaki bilgiler yetersiz olduğundan bu yaşamlar kolayca araştırılamıyor. Bununla birlikte, gerçek tarihsel nesneleri toplamayı ve sergilemeyi reddedip ve yeniden canlandırılmış nüshaları tercih ederek, tarihimizi de unutuyoruz. Bu yaşamlara odaklanmak biraz kurgu gerektiriyor açıkçası. Bir müze ya da kitabın o döneme dair eksik bilgileri ve boşlukları doldurması gerekiyor. Gerçek eserleri çekingen bir biçimde gözlerden uzak bir nokataya taşıyıp, boşlukları da fabrikasyon ürünlerle doldurmak yerine, gerçek tarihi eserlerin ön planda olması gerekiyor.
Nir Shafir* - CUMHURİYET
* Modern Osmanlı İmparatorluğu tarihçisi - California Üniversitesi (Aeon adlı dergideki “İslami Bilimi Sahteleştirmek” adlı makaleden kısaltılarak alınmıştır. Çeviri: S. Edanur Erdoğan)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder