Dünya Bankası “Küresel Borç Dalgaları: Nedenler ve Sonuçlar” başlıklı çok kapsamlı bir rapor yayımladı. Raporda son elli yılda küresel ekonomide dört büyük borç dalgası yaşandığına, her birinin de krizle sonuçlandığına dikkat çekildi.
GOÜ’lerin Borcu 55 Trilyon Dolara Dayandı
Rapora göre Gelişmekte Olan Ülkelerin (GOÜ) borçları tarihte görülmemiş bir düzeye 55 trilyon dolara, Gayri Safi Milli Hasılalarının (GSYH) %170’ine dayandı. 2010’dan başlayarak hızlı bir ivme yakalayan küresel borçlar da (gelişmiş ülkelerin borçları da hesaba katılarak) küresel GSYH’nin %230’una tırmandı. Bu oranlar hükümet, şirketler kesimi ve hanehalklarının döviz ve yerel para cinsinden toplam borçlarını kapsıyor.
Üç Tarihsel Borç Dalgası da Krizle Sonuçlandı
Dünya Bankası’na göre, bu son dalga öncesinde GOÜ’ler borçlarının hızla artışıyla sonuçlanan üç dalga yaşadı. 70’ler ve 80’leri içeren ilk dalgada daha ziyade Latin Amerika ve Karayipler bölgesi yanında bir de Sahra-altı Afrika’nın yoksul ülkelerinde hızlı borç artışları gözlendi. Düşük faiz oranları ve banka sendikasyon kredilerinin yaygınlaşması hükümetlerin aşırı borçlanmasını teşvik etti. İlk dalga 1982’de Meksika’nın dış borçlarını ödeyemediğini ilan etmesiyle, krizle sonuçlandı. Uzun borç erteleme ve yeniden yapılandırma süreçleri sonrasında ABD Hazine Bakanı’nın ismiyle Brady Planı yürürlüğe sokuldu. ABD hazine bonosu garantisiyle banka borçları tahvile dönüştürülerek dünya finansal sistemin çöküşü önlendi. Ancak Latin Amerika’da “Kayıp 10 yıl” diye adlandırılan durgunluk dönemi yaşandı. Türkiye de bu dönemde borç ertelemeleri ile karşılaştı. 24 Ocak kararlarına uzanan bir dış borç kriziyle karşı karşıya geldi.
Rapora göre Gelişmekte Olan Ülkelerin (GOÜ) borçları tarihte görülmemiş bir düzeye 55 trilyon dolara, Gayri Safi Milli Hasılalarının (GSYH) %170’ine dayandı. 2010’dan başlayarak hızlı bir ivme yakalayan küresel borçlar da (gelişmiş ülkelerin borçları da hesaba katılarak) küresel GSYH’nin %230’una tırmandı. Bu oranlar hükümet, şirketler kesimi ve hanehalklarının döviz ve yerel para cinsinden toplam borçlarını kapsıyor.
Üç Tarihsel Borç Dalgası da Krizle Sonuçlandı
Dünya Bankası’na göre, bu son dalga öncesinde GOÜ’ler borçlarının hızla artışıyla sonuçlanan üç dalga yaşadı. 70’ler ve 80’leri içeren ilk dalgada daha ziyade Latin Amerika ve Karayipler bölgesi yanında bir de Sahra-altı Afrika’nın yoksul ülkelerinde hızlı borç artışları gözlendi. Düşük faiz oranları ve banka sendikasyon kredilerinin yaygınlaşması hükümetlerin aşırı borçlanmasını teşvik etti. İlk dalga 1982’de Meksika’nın dış borçlarını ödeyemediğini ilan etmesiyle, krizle sonuçlandı. Uzun borç erteleme ve yeniden yapılandırma süreçleri sonrasında ABD Hazine Bakanı’nın ismiyle Brady Planı yürürlüğe sokuldu. ABD hazine bonosu garantisiyle banka borçları tahvile dönüştürülerek dünya finansal sistemin çöküşü önlendi. Ancak Latin Amerika’da “Kayıp 10 yıl” diye adlandırılan durgunluk dönemi yaşandı. Türkiye de bu dönemde borç ertelemeleri ile karşılaştı. 24 Ocak kararlarına uzanan bir dış borç kriziyle karşı karşıya geldi.
İkinci dalga 1990’dan 2000’lerin başına kadar sürdü. Doğu Asya ülkelerinin hızlı finansal ve sermaye piyasası liberalizasyonu bankaların ve şirketlerin hızla borç biriktirmesine yol açtı. 1997-2001 yılları arasında Asya Krizi olarak adlandırılan süreçte bölge ekonomileri ağır bir krize sürüklendiler. Bu dalgadan yine Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı Avrupa ülkeleri de nasibini aldı. Bilindiği gibi AKP’nin önünü açan 2001 krizi yaşandı.
Üçüncü dalgada da bankacılık düzenlemelerinin gevşetilmesiyle AB merkezli “mega-bankaların” özel sektöre açtığı krediler bir krizi tetikledi. Bu dalga da küresel finansal krizin 2007-09 arası banka finansmanını sekteye uğratması ve Avrupa ekonomilerinin durgunluğa sürüklenmesiyle sonuçlandı. Bu dönemi, iliklerimize kadar hissettiğimiz sarsıntıyı Tayyip Erdoğan’ın “teğet geçti” diye adlandırmasıyla hatırlıyoruz.
Dördüncü dalga; benzer ama daha şiddetli. Son borç birikimi süreci 2010’da başlıyor ve Dünya Bankası tarafından “en büyük, en hızlı ve en kapsamlı” ifadesiyle tehlikeye dikkat çekiliyor. GOÜ’lerin borçlarının 2010’dan bu yana yılda ortalama %7 arttığının, bu temponun önceki üç dalgadan da daha hızlı seyrettiğinin altı çiziliyor. Söz konusu ülkeler grubunun %80’inde hızlı bir borç artışı meydana geldiği vurgulanıyor.
Bu son dalga da küresel faiz oranlarının düşük, yatırımcıların (bu DB’nin ifadesi biz finans kapital diyebiliriz) yüksek getiri arayışının güçlü olduğu bir konjonktüre rastlıyor. Bu dönemin özellikleri arasında yerel para cinsinden borçlara talebin artması, “hedge fonlar” tarzı bankacılık dışı finansal aktörlerin devreye girmesi de sıralanıyor.
2010 dördüncü dalgasının Türkiye ekonomisine yansımalarına rakamlarla göz atarsak; 2010’da 292 milyar dolar civarındaki dış borçlar 2019’un 2. Çeyreğinde 447 milyar dolara, GSYH’nin %37.8’inden tarihteki en yüksek düzeye GSYH’nin %61.9’una ulaşmış bulunuyor. Özellikle, özel sektör borçlarındaki artış öne çıkıyor. 2009’da 172 milyar dolar olan özel sektörün dış borçları 2018 1. Çeyrekte 324 milyar dolara kadar fırlamıştı. 2019’un 2. Çeyreğinde 30 milyar dolar düşüşle 294 milyar dolara geriledi. İşte kriz döneminde dış borçların azaltılması (deleveraging) refleksi, yatırımların ertelenmesini dolayısıyla ekonomik büyümenin durmasını getirdi.
Yabancıların büyük ölçüde devlet iç borçlanma senetleri TL varlıklara yatırımı da 2012’de 61.9 milyar dolara dayanmışken krizle birlikte çıkışlar hızlandı, Ekim 2019 itibarıyla 14.7 milyar dolara kadar geriledi.
Yüksek Borçlanma Büyüme Getirmedi
DB’ye göre borçlarla hızlı ivmelenmeye karşın GOÜ’ler son 10 yılda büyüme anlamında hayal kırıklığı yaşadılar. Faiz oranlarında bir yükselme veya risk primlerinde bir sıçrama sonucu yeni bir borç krizi patlak verebilir. Halbuki Türkiye, Arjantin’le birlikte zaten krize yakalandı bile. Ancak önceki dalgalarda da 1982’de dünya borç krizi patlamadan Türkiye 1979’da; 1997 Asya krizi ortada yokken Türkiye 1994’te borç kaynaklı krizlerin pençesine düşmüştü.
DB 1970’ten başlayarak 100 GOÜ’yü, 519 vakayı mercek altına aldığı bu kapsamlı çalışmasının sonunda bilinen reçetelerini öneriyor. Birincisi, borç yönetiminiz daha düzgün ve şeffaf olsun. İkincisi, esnek döviz kuru rejimleri ve istikrara yönelik maliye politikaları uygulayın. Üçüncüsü, finansal piyasaları derinleştirerek üretken alanlara yönlendirin.Ve dördüncüsü, borçların ödenmesinde güçlük yaşanması halinde devreye girecek iflas prosedürlerini netleştirin.
Türkiye Ekonomisinde DB’nin Vebali
Bekleneceği üzere DB kendi dayattığı yapısal uyum programlarının başarısızlıklarını dile getirmiyor. Başta Türkiye tarımının çökertilmesi, sağlıkta yapısal dönüşüm adıyla sağlığın piyasalaşması ve enerji sektörünün özelleştirilmesiyle saplanılan döviz borcu batağındaki veballerinden söz etmiyor. Bunların teşhiri doğaldır ki bizim sorumluluğumuz. Ancak DB’nin yeni bir küresel borç krizi uyarısı, ucu Türkiye’ye de dokunacak yeni bir kriz tehlikesine dikkat çekmesi yönüyle dikkate alınmalı.
Üçüncü dalgada da bankacılık düzenlemelerinin gevşetilmesiyle AB merkezli “mega-bankaların” özel sektöre açtığı krediler bir krizi tetikledi. Bu dalga da küresel finansal krizin 2007-09 arası banka finansmanını sekteye uğratması ve Avrupa ekonomilerinin durgunluğa sürüklenmesiyle sonuçlandı. Bu dönemi, iliklerimize kadar hissettiğimiz sarsıntıyı Tayyip Erdoğan’ın “teğet geçti” diye adlandırmasıyla hatırlıyoruz.
Dördüncü dalga; benzer ama daha şiddetli. Son borç birikimi süreci 2010’da başlıyor ve Dünya Bankası tarafından “en büyük, en hızlı ve en kapsamlı” ifadesiyle tehlikeye dikkat çekiliyor. GOÜ’lerin borçlarının 2010’dan bu yana yılda ortalama %7 arttığının, bu temponun önceki üç dalgadan da daha hızlı seyrettiğinin altı çiziliyor. Söz konusu ülkeler grubunun %80’inde hızlı bir borç artışı meydana geldiği vurgulanıyor.
Bu son dalga da küresel faiz oranlarının düşük, yatırımcıların (bu DB’nin ifadesi biz finans kapital diyebiliriz) yüksek getiri arayışının güçlü olduğu bir konjonktüre rastlıyor. Bu dönemin özellikleri arasında yerel para cinsinden borçlara talebin artması, “hedge fonlar” tarzı bankacılık dışı finansal aktörlerin devreye girmesi de sıralanıyor.
2010 dördüncü dalgasının Türkiye ekonomisine yansımalarına rakamlarla göz atarsak; 2010’da 292 milyar dolar civarındaki dış borçlar 2019’un 2. Çeyreğinde 447 milyar dolara, GSYH’nin %37.8’inden tarihteki en yüksek düzeye GSYH’nin %61.9’una ulaşmış bulunuyor. Özellikle, özel sektör borçlarındaki artış öne çıkıyor. 2009’da 172 milyar dolar olan özel sektörün dış borçları 2018 1. Çeyrekte 324 milyar dolara kadar fırlamıştı. 2019’un 2. Çeyreğinde 30 milyar dolar düşüşle 294 milyar dolara geriledi. İşte kriz döneminde dış borçların azaltılması (deleveraging) refleksi, yatırımların ertelenmesini dolayısıyla ekonomik büyümenin durmasını getirdi.
Yabancıların büyük ölçüde devlet iç borçlanma senetleri TL varlıklara yatırımı da 2012’de 61.9 milyar dolara dayanmışken krizle birlikte çıkışlar hızlandı, Ekim 2019 itibarıyla 14.7 milyar dolara kadar geriledi.
Yüksek Borçlanma Büyüme Getirmedi
DB’ye göre borçlarla hızlı ivmelenmeye karşın GOÜ’ler son 10 yılda büyüme anlamında hayal kırıklığı yaşadılar. Faiz oranlarında bir yükselme veya risk primlerinde bir sıçrama sonucu yeni bir borç krizi patlak verebilir. Halbuki Türkiye, Arjantin’le birlikte zaten krize yakalandı bile. Ancak önceki dalgalarda da 1982’de dünya borç krizi patlamadan Türkiye 1979’da; 1997 Asya krizi ortada yokken Türkiye 1994’te borç kaynaklı krizlerin pençesine düşmüştü.
DB 1970’ten başlayarak 100 GOÜ’yü, 519 vakayı mercek altına aldığı bu kapsamlı çalışmasının sonunda bilinen reçetelerini öneriyor. Birincisi, borç yönetiminiz daha düzgün ve şeffaf olsun. İkincisi, esnek döviz kuru rejimleri ve istikrara yönelik maliye politikaları uygulayın. Üçüncüsü, finansal piyasaları derinleştirerek üretken alanlara yönlendirin.Ve dördüncüsü, borçların ödenmesinde güçlük yaşanması halinde devreye girecek iflas prosedürlerini netleştirin.
Türkiye Ekonomisinde DB’nin Vebali
Bekleneceği üzere DB kendi dayattığı yapısal uyum programlarının başarısızlıklarını dile getirmiyor. Başta Türkiye tarımının çökertilmesi, sağlıkta yapısal dönüşüm adıyla sağlığın piyasalaşması ve enerji sektörünün özelleştirilmesiyle saplanılan döviz borcu batağındaki veballerinden söz etmiyor. Bunların teşhiri doğaldır ki bizim sorumluluğumuz. Ancak DB’nin yeni bir küresel borç krizi uyarısı, ucu Türkiye’ye de dokunacak yeni bir kriz tehlikesine dikkat çekmesi yönüyle dikkate alınmalı.
HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder