(I)
“Ateşi ve ihaneti gördük... Ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde…”
1908’de İstanbul sokaklarında yürüyenlerin arasındayız. “Hürriyet”i selamlıyoruz ezilenlerle birlikte. Eşit, özgür ve kardeşçe bir geleceğe tereddütsüz inanıyoruz. Despot Sultan kuyruğunu kıstırmış bacaklarının arasına, İttihatçı asilerin önünde bir uyuz it gibi yürüyor Alatini Köşküne doğru. Mülkü saydığı topraklar çoktan uçup gitti. Yeni ve zorlu sahipleri var artık o toprakların… Vatanın!
“Ateşi ve ihaneti gördük…” Daha bir yıl geçti geçmedi üzerinden, İstanbul’da ayaklandı Sultanın kulları “şeriat isteriz” diye. Parçaladılar yolda karşılaştıkları mektepli subayların kollarını bacaklarını. Taksim Topçu Kışlası’nda toplaşıp taarruz hazırlığına koyuldular “Hürriyet”e karşı…
1909’da gerici kalkışmayı bastırmaya koşan Hareket Ordusu’nu karşılayanlar arasındayız. Onlar bu toprakların, bu halkın çocukları. Boyun eğmek istemiyorlar artık emperyalist merkezlerin saraylı uşağına. Yürüyorlar Topçu Kışlası’na. Hedef belli; Ya hürriyet ya ölüm…
Bir yıl sonra Balkan Harbi patlak veriyor, kırılıp dökülüyor Sultanın mülkünden geriye kalan.
Dört yıl sonra büyük savaşın kapısındayız. Boylu boyunca ortasında buluyoruz kendimizi bu büyük paylaşım savaşının. Açlık, yoksulluk, zulüm… İlle de ölüm. Onlar paylaşıyor vatanı, biz ölüyoruz. 1908’de geç bulduğumuzu, 1918’de çabuk kaybediyoruz. “Hürriyet”ten 10 yıl sonra, İstanbul’u işgal eden emperyalist orduları izliyoruz öfkeyle… Yine esaretteyiz!
1919’a böyle çıktık, kan revan içinde; silahsızız, üzgünüz, öfkeliyiz, açız, açıktayız. Ama kaybetmedik daha umudumuzu. Erzurum’da, Sivas’ta toplanıyoruz ardı ardına kurtuluş için. “Manda isterük” telgrafları yağıyor üzerimize. Amerikalılara veya İngilizlere sığınmamız gerekiyormuş bağımsızlığımızı korumak için...
Şair not düşüyor defterine:
“Ve böylece bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat.
Sivas, mandayı kabul etmedi fakat.
‘Hey gidi deli gönlüm’
‘Akıllı, mutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya istiklal, ya ölüm’…”
“Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde”…
Ne var vatandan geriye kalan? Bir avuç yoksul köylü, bir avuç aç işçi. Ama, ama ne ki vatan bunlardan başka? Birbirimize yaslanacağız, ellerimizle toprağa basıp ayağa kalkacağız. Yakılıp yıkılmış toprakların küllerinden yeni bir vatan yaratacağız. Rus yoldaşlarımız başardı, biz de başaracağız…
Ateş altında çarpışarak çekildik Anadolu içlerine. İlerliyor düşman. Dayandık, dayanıyoruz, başka çaremiz mi var? İhaneti gördük; Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı hilafet için ayaklandı direnen asi orduya karşı. Yürüdük üstüne üstüne.
Dayanıyoruz ama ne dayanma! “Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil, inanılmaz zaafları ve korkunç kuvvetleriyle, silahları ve beygirleriyle insanlardı dayanan"…
"Ve avuçlarındaki vatan değil, toprak ve kandı.
Ve asker kaçakları… korkuları, mavzerleri, çıplak ölü ayaklarıyla karanlıkta köylerin üstünden geçiyorlardı. Acıkmıştılar, merhametsizdiler, bedbahttılar…
Ve çok uzak
Çok uzaklardaki İstanbul limanında
Gecenin bu geç vakitlerinde
Kaçak silah ve asker ceketi yükleyen Laz takaları
Hürriyet ve ümit
Su ve rüzgardılar… Onlar suda, rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
…
Dümende ve başaltında insanlar vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…"
Ateşi ve ihaneti gördük. Dayanıyoruz ama. Soruyoruz o satılmış vezire, o satılmış kullara, o satılmış hünkara, siz de mi satıldınız? Siz de mi satıldınız, siz de mi satıldınız?
Tarihlerden 1920 Eylülü…
Dayanıyoruz. Hürriyet ve ekmek istiyoruz. Ama işçi hürriyeti olmalı bu, uçup gitmemeli bir daha ellerimizin arasından, artık biliyoruz. Demek ki hürriyeti sımsıkı kavrayacak bir parti lazım bize, bir parti istiyoruz.
Yoldaşlar, toplanın, Bakü’ye gidiyoruz!
(II)
Büyük şaire minnetle…
Bakü’deyiz…
1 Eylül 1920 günü “Büyük Tiyatro”da toplandık. Şark Şurası seçimi yapıldı sonra. Bizden Süleyman Nuri, İsmail Hakkı, Dr. Bahattin Şakir, Mustafa Suphi, bir dolu arkadaş daha şura üyesi oldu. Umutluyuz, heyecanlıyız, kıpır kıpırız. Rusya’da Komünist kuruluşa tanıklık edenler de var aramızda, harp esirleri de. Bazı yoldaşlarımız Anadolu’dan kopup gelmiş, yüreklerine değen o emekçi esintisine uyarak.
Bakü’deyiz…
10 Eylül’de kuruldu parti. 16 Eylül’de programı kabul edildi. Şöyle deniyordu ilk cümlesinde: Bütün dünya işçileri birleşiniz!
Bakü’deyiz… Büyük insanlık ailesinin göğsünün çarptığı yerdeyiz.
Karadeniz’in sahili döven dalgalarının sesi değil duyduğunuz, ezilen Anadolu halklarının soluk alışverişi. “Birleşin ey ezilenler. Kurtuluş yok artık partisiz. Kurulan Türkiye Komünist Fırkası’dır. Uluslararası işçi hareketinin mütevazı bir parçasıdır fakat kararlıdır yoldaşlarınız.” Kıyıyı döven çığlığın izini sürüyoruz, Bakü’den Anadolu’ya zaferle dönüyoruz. Çünkü yanımızda partimizi götürüyoruz. Kafile ilerliyor yavaşça. Yoksul ama Anadolu umudumuz, azız ama Anadolu’nun umuduyuz.
Şair not düşüyor defterine:
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...”
Tekrarlıyoruz şairin not ettiğini; Birleşin ey ezilenler, alalım burjuvaziden bize ait olan ne varsa. Bu cehennem, bu cennet, bu memleket bizim…
“Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.” Ateşler içinde ilerliyoruz. “Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde…” Burjuvazi bize ait olanı vermemekte kararlı. Birleşin ey ezilenler!
Kafile Erzurum içinde ilerliyor ateşi ve ihaneti tadarak. Trabzon’a varıyor bilekler kan içinde, dişler kenetli. Sahilde toplanmış burjuvazinin kanlı kara ordusu. Karadeniz’de hava Erzurum sokaklarından kara. Kan bulaşacak o karanlığa az sonra. Partinin oyunu bozacağını çoktan fark etmiş karanlığın sahipleri. Burjuva, Kemal’in omuzuna binmiş, Kemal kumandanın kordonuna… Kumandan kâhyanın cebine inmiş, kâhya adamlarının donuna… uluyorlar hep birlikte. Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir!
“Trabzondan bir motor açılıyor
sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
motoru taşlıyorlar
son perdeye başlıyorlar!”
Yoldaş unutma bunu. Burjuvazi ne zaman aldatsa bizi böyle haykırır: Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir!
Karadeniz on beş kere açtı göğsünü, on beş kere örtüldü. “Onbeşler”in hepsi bir komünist gibi öldü…
Ateşi ve ihaneti gördük. Ateş ve ihanet burjuvazinin marifetidir. Ama bizim de bir marifetimiz var artık… Hünerli ellerimiz, ortak yüreğimiz, iştiraki fikrimiz, partimiz!
Şair not düşüyor defterine:
“Sen dünümüz, bugünümüz, yarınımızsın,
en büyük ustalığımız,
en ince hünerimizsin.”
28 Ocak 1921. Cumhuriyetin kurulmasına çok var daha. Ama burjuvazi tuz katılmasın istiyor pişmiş aşına. 28 Ocak'ı 29 Ocak'a bağlayan gece Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını vurarak, keserek, taş bağlayıp ayaklarına denizin karanlık sularına atarak yok ediyorlar… Cumhuriyetin kurulmasına çok var daha. İşçi sınıfımızın dönüp bakacak takati yok Karadeniz’in karanlığına. Hem kanlı bir karanlık bu, ışık geçirmez...
“Sen bana bugün
Mübarek alnındaki yara yerinle
ve işçi bileklerinde zincir izleriyle göründün.”
Ateşi ve ihaneti gördük. Trabzon’dan bir motor açılıyor, denizde tuhaf bir karanlık. “Sen bana bugün, mübarek alnındaki yara yerinle…” Bıçaklar parıldıyor o karanlıkta. Son perde açılıyor açıkta. Kardeş, işçi bileklerindeki o zincir kimin?
Düştü yoldaşlarımız. Mübarek alınlarındaki yara izi burjuvazinin eseridir. Ama düşmek değil mesele, düşünce ayağa kalkabilmek, yoldaş unutma bunu.
Ateşin ve ihanetin içinde ilerliyoruz; Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak. Ama yaralarımızda değil, dağlarda yanan o titrek ve seyrek ateşlerde gözümüz.
Anadolu içlerindeyiz. Büyük insanlık ailesinin göğsünün çarptığı yerdeyiz.
Karadeniz duysun bunu derinliklerin: Bizim de bir marifetimiz var artık… Hünerli ellerimiz, ortak yüreğimiz, iştiraki fikrimiz, partimiz!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder