15 Mart 2020 Pazar

Korkmayın! - Tolga Binbay

İnsanın aklına ister istemez Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” kitabı geliyor. 2007’de yayınlanan kitabında felaketler kapitalizminin yükselişini ve egemen sınıflara, küresel elitlere “yönetme” sürecinde sağladığı olanakları anlatıyordu. Askeri, toplumsal, bilimsel ve psikolojik olanakları. Bir hafta içinde yaşadıklarımız, dolaylı yoldan izlediklerimiz tam da bu olanakların boyutlarına da işaret ediyor, sanki. 
Kendi adıma, günümüzde, şu son bir iki haftaya damga vuran olaylarda, masa başı mesai ile yazılan senaryolarla, projelerle yol alındığını düşünmüyorum. Böyle masalar vardır. 

Ama dünya, Türkiye, toplumsal düzen, masa başında kotarılamayacak kadar karmaşıklaşmış durumda. Planlar olur, ama planlar asla tutmaz. 

Öbür taraftan her şeyin çok kontrol altında olduğunu söylemek de pek mümkün görünmüyor. Yani ortada planlı ve kontrollü bir “felaket” olmadığı da ortada. Ama yaşananları an ve an izleyip raporlayan “düşünce kuruluşları” da mutlaka vardır. Strateji ve hamleler öneren de... Ama yaşadıklarımız bir film değil. Kurmaca değil. Gerçek. 
Klein kitabında bunun, yani küresel ölçekteki felaketlerin yeni bir yönetim biçimi olduğunu söylüyordu. Ki dün yayınlanan bir söyleşisinde (*) de Koronavirüs’ün “felaket kapitalizminin aradığı mükemmel felaket” olduğunu söylemiş. Yani kapitalizmin yapısal krizini bastırmak için aradığı çok boyutlu bir felaket olduğunu belirtmiş. 

Olabilir mi? 

Yani bu salgın üzerinden kapitalizm küresel ölçekte daha otoriter, kitleleri ölüme gönderebileceği, çeşitli kısıtlamalar ve düzenlemeler getirebileceği bir döneme geçebilir mi? Zor değil mi? Ama öbür yandan bunlara çoktan geçmediğimizi söylemek de mümkün mü?

Göreceğiz.

Ama tüm bunlara uygun biçimde “level level” giden toplumsal-psikolojik bir panik atmosferi yaşadığımız da aşikar. Ve bu atmosfer bir tür “rahat yönetme” olanağı sağlıyor.

Zaten her zerresine kadar atomize edilmiş, her tür dayanışmacı örgütlülüğü elinden alınmış devasa bir kent nüfusu rahatça yönetilebiliyor. Hem olumlu anlamda (işte alınan önlemlere uyulması gibi) hem de olumsuz anlamda (çok fazla güvensizlik ve bilgi kirliliği olması gibi)...

Level level dedim. Bu çağrışım boşuna değil. Yaşadıklarımızda biraz da bilgisayar oyunlarını, kıyamet filmlerini çağrıştıran bir yan var. Her şey çabucak normalize oluyor. Kent merkezlerinin, sokakların boşaldığı, meydanların askeri araçlarla tutulduğu, insanların evlerine, apartmanlarına kapandığı günler bunlar. Bu görüntüler “toplum sağlığı” için ama bir savaş sahnesini ya da son on yılda yüzlercesi çekilen mutasyona uğramış virüs filmlerinden bir kareyi hatırlatmadığını söyleyebilir miyiz?

Benzerlik aşikar olunca insan “oradayız işte” diye düşünüyor. İnsanlığın tüm tarihsellikten kopuk biçimde yok olacağı film sahnesinde. Ama yok öyle bir şey! Yani tarihten, sınıflardan azade bir son da yok! Ve tam da bunlarla ilişkili olarak, boyutları itibariyle insanlık tarihindeki çok ender bir krizin içine yuvarlanıyoruz.
Bir yandan, mesela, tüm abuk sabukluklara rağmen bilim önem kazanıyor. Bilimi yine de şovun, safsatanın içine koyuyorlar ama hemen her platformda bilimin sözü geçiyor. Melekler yok, efsaneler yok, üfürük yok. Üç haftada mesela, aşıların sorgulandığı bir dünyadan aşı icadına koşulan bir dünyaya geçtik. 
Kötü mü?
Bir yandan da işin psikolojik boyutu hızla yayılıyor. Bilime, bilgiye açılan yer kadar endişeye, paniğe, söylencelere de yer açılıyor. Whatsapp grupları vaka ve hastane adından geçilmiyor. Hatta öyle durumlar oluyor ki aynı hastaneden bir sağlık çalışanı, bir doktor “yok öyle bir şey” dese bile inanılmayabiliniyor.

Salgın olasılığıyla birlikte bu psikoloji de yayılıyor. Bilimi, kurumsal duyuruları falan da dinlemiyor. Aynı odaktan yayılan bir kaç olgudan, farklı olgulardan yayılan bir kaç yüz olguya geçtiğimizde bu psikoloji daha öne çıkacaktır. Umarım görmeyiz ama ilk ölüm haberi geldiğinde panik havası toplumu ketlemeye de başlayacaktır. Ve sonra da bu ketlenme hali yeni normal olacaktır. 

Klein bu olasılığın “elitler ve egemenler” için yeni fırsatlar ortaya çıkardığını söylüyordu işte. Zaten 2007 tarihli kitabı bunun üstüne kuruluydu. Söyleşisinde “İşte artık oradayız, o dediğim noktada” demeye getiriyor. Ve krizin psikolojik yanına da dikkat çekiyor.

Olabilir ama tarih sadece bunlardan ibaret olsaydı halen mağara elitlerinin döneminde yaşıyor olurduk. Emin olun düzenleri değişmesin diye uğraşıyor olurlardı. Ama tarihi elitler, küresel egemenler değil sınıflar yapıyor. Özellikle de emekçi sınıflar. İster beğenin, ister beğenmeyin. Şimdi de öyle olacak. Büyük insanlık koleranın hakkından geldiği gibi, koronanın da kapitalizmin de hakkından gelecek. 

Göreceğiz.

Bu nedenle, korkmayın! Ve şunu da unutmayın: geriye, yarınlara sadece örgütlü olanlar ve onların yapacakları kalacak.
Sağlıcakla.

Tolga Binbay / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder