Pandemi günlerinde spor ile eğitim sömürü koşullarının genişlemesi ile yeniden buluşturuluyor. 'Hakem de mi yetiştirmeyeceğiz’ değildir mesele, patronlara ve patron olan bakan ve başkanlara ucuz iş gücü devşirme potansiyelinin arttırılması ve gençlerin hayallerinin belirlenmesinin, daha doğrusu çalınmasının, patronlara bırakılmasıdır.
Korona virüsün esir aldığı yalnızca gündelik yaşamlarımız değil. Ayrıca her şeyi bir virüs ile ilişkilendirmenin de sınırları olduğu açık. Çünkü virüs olmadan da gündelik hayatımızda tutsak ediliyor, adeta tipi değişmek üzere bin bir türlü faşizme maruz bırakılıyorduk. Üstüne eklenen salgın oldu, sömürü koşulları ise tam randımanlı bir şekilde devam ediyor. Kimimiz gitmeye devam ediyoruz ofislere, kimilerimiz ise dijital girdabın içerisinde bir siber proleter. Durum değişmiyor, virüs bir katalizör olabilir, ancak durumun vahameti kapitalizm ile ilişkili.
Spor da bir üst yapı kurumu olarak bu koşullardan rafine kalmadı, kalamazdı. Yeni pozitif vakalar çıktı, buna sporcu ve yöneticiler dâhil oldu ve karantina hali sporda da güncellendi. Önceki yazılarda da bahsi geçmişti, endüstriyel sporun çarkına içkin olan her unsur telekonferanslarda, maaşlarda indirim pazarlığında şu aralar… NBA, Barcelona ya da Manchester United. Bu ticari panayırın en üst segmentinden bir örneklemdir ismi geçenler. Geçmeyenler faaliyet dışı değil, endüstriyel sporda bir ekonomik açmazın işaretleridir bunlar. Bize yansıyan ise fedakârlık psikolojisidir. Yabancı değiliz. Spor, burjuvaların kirli ellerinde yitirilmiştir.
İlk mutasyon futboldadır. Popülerler ön plandadır, büyük paralarla ve büyük paralara oynanır; ama futbol emekçilerinin, amatörlerin ne emekleri ne de aktivitesi kaale alınır. Bir fabrikasyondur bu ve zaman gelir, çoğu emekçi için futbolun kurtarıcı olduğu pozisyon yerini keskin bir kayboluşa ve yoksulluğa bırakır. Durumu bir dip not ekleyerek noktalayalım, tartışılmak üzere. Üzerinde durulması gereken bir başlıktır ve önemlidir, 1999 senesinde şimdilerin emekli futbolcusu Hollandalı P.V. Hooijdonk’un İskoç kulübü Celtic’in haftalık 7000 poundluk ücret artışını geri çevirirken dillendirdiği “Bir evsiz için gayet iyi olabilir ama uluslararası bir golcü için değil” cümlesi endüstriyel sporun profesyonel futbolcu varyantının fotoğrafıdır. 2000’lerde de farksızdır ve fazlasıdır. Evsiz hala evsizdir… Futbol, sıklıkla sınıf atlamaya özendirilen kitlelerin ve çoğunlukla hayal kırıklığı ile sonlanan, çocukluk orjinli bir imgenin bulanıklaştığı bir yapıya dönüşmüştür. Futbola bakarken, bu yönü ile de bakmak gerekiyor. Futbolda da tekelleşme var ve bu tekeller, tatlı hayallerden bir sömürü modeli inşa edip, emekçilerden ordu kuruyor. Olmayı becerenler için gelsin paralar, diğerleri için bir hayal pazarlaması ve belirsiz bir gelecek vaadi…
Futbol bir ilahi tombala mıdır?
İster hakem ol, ister futbolcu ya da sadece taraftar; düşün, torbadan taşları kim çekiyor?
KORONA İLE UĞRAŞIRKEN: YENİ VAAT HAKEM MESLEK LİSESİ
Ülke sınırlarında da yeni bir faaliyetin temeli atıldı geçenlerde. Özetle, korona virüsün gündemi belirlediği spor gündeminde gözlerden kaçtığını düşündüğüm ya da daha doğru bir ifadeyle atlandığına tanıklık ettiğim bir gelişmedir bu. Bir yeni ‘sömürülenler ordusu’ kurma girişimi diyelim adına. Türkiye’de futbolun geleceğini ilgilendiren bir kritik gelişme, hatta zat-ı muhteremlerin ifadesiyle ‘gurur abidesi’ ya da ‘dönüm noktası’ olarak nitelendirdiği bir gelişme bu.
Bu kez işin içerisinde futbolcular yok. Bu kez futbolun en önemli unsurlarından bir diğeri mevzubahistir. Her hafta kimsenin memnun olmadığı, her haftanın ‘elemanı’ seçilen hakemler…
Futbolculuğun ya da hakemliğin bir meslek olup olmadığı başka konu, ancak hakemliğin öteden beri bir başka meslek ile sürdürüldüğü gerçeğine vakıfız. Aslen polis ama hakem, aslen muhasebeci ama hakem, mühendis ama boş zamanlarında hakem…
Şimdiki modelde ise Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ile TFF Başkanı Nihat Özdemir ve Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı Zekeriya Alp bir aradalar. Yeni bir projeleri var ve bunun ismi Hakem Meslek Liseleri. Hani, çocuk emeği sömürüsünün, Ensar gericiliğinin, ucuz iş gücünün genel merkezlerinden, şirket okullarından bahsediyoruz. Şimdi bu okullar futbol hakemi yetiştirmek için kolları sıvıyor. Tanışıyoruz.
SALTANAT-I HAKEM VE SAKİN OL ÇEMP
Biraz daha açalım.
Başlangıçlar son derece parlatılmış ve yeni bir şey varmış gibi sunulur. Burada Türk futbol tarihinin dönüm noktası olacak olan nedir mesela?
Burada okuyacak olan ve hayalleri olan öğrenciler gerçekten genç işsizliğin bu kadar yoğun olduğu, spor ülkesi olmayan bir ülkede ne tür görevler edinecekler?
Öğrenciler buraya envai çeşit hayal ile gelirken bunun gelecekteki karşılığı ne olacak?
Öğrencileri, hangi vitrinde pazarlamaktır, KPSS mağduru mu yapmaktır niyetiniz?
Bu soruları henüz başlarken sormak durumundayız. Bu okullar için Türkiye, henüz sporcularını verimli bir şekilde istihdam eden, onları yönlendiren, hakemlerine sahip çıkabilen ve onları geliştirmek için yeterli alt yapıya sahip bir ülke olmaktan uzak. Madem tersi geçerli, neden her hafta hakem mevzuları konuşulmak zorunda ve Erman Toroğlu-Bünyamin Gezer sendromuna katlanıyor bu ülke?
Devşirme, rastlantısal ve plansız sporcu jenerasyonları ile başarı hedefleyen bir ülke olarak hakemliğin meslek liselerine konu edilmesinin muhakkak bazı yeni amaçları olacaktır. Yeni olan, özünde eskidir. Buna ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor.
Hakemliğe gelince, futbol ile ilgili olan ya da olmayanlar bile bu hakem tartışmalarına teşne… Boş durmadıkları görülüyor. O yüzden gün yüzüne çıkartmak ve izlemek gerekiyor. MEB ile TFF arasında ortaya konan protokoldeki ayrıntılar ise buradan okunabiliyor.
Tüm maddeler içerisinde dikkatle izlenmesi gerekenler olduğu açık ve ‘henüz yeni projelendirilmiş’ olsa da çoğunun altı doldurulmamış durumda olduğu tahmin edilebilir. Amatör liglerde sıra bekleyen o kadar hakem varken ve onlara fırsat eşitliği tanınmazken; ‘profesyonellere’ nazaran çok daha zor koşullarda hayallerinin peşinde koşanlar varken ve sadece futbola olan tutkusu uğruna hakemlik yapanlar bulunurken nasıl olacak bu işler, diye sormadan edilemiyor.
Hele ki işler, liyakat değil, saltanat usulünde gerçekleştirilirken…
Çünkü Türkiye’de hakemlik adeta ‘babadan oğula’ geçiyor. Yakın bir zamanda bir gazetede yayımlanan araştırmada, profesyonel liglerde hakemlik yapan 588 hakemden 77’sinin daha önce hakemlik yapanlarla yakın akraba olduğu görülüyor. Üst klasmana çıkmaya aday hakemler arasında yer alan 22 hakemden 8’inin 7 tanesinin babası eski hakem konumunda… Yoksa yine mi bir soyadı fetişizmi yaşanıyor?
Hakem camiasında yaşananlar, her hafta tartışılan hakemlik uygulamaları, bir türlü sağlıklı uygulanamayan Video Asistan Hakem (VAR) sistemi derken, hakemlik yapmak saha içindeki en üst düzeydeki amir olmanın bir tık ötesine geçiyor. Şaka değil, hakemlik bizim ülkede gündem belirliyor, saatlerce, haftalarca…
Ekonomik bir kriz içerisinde salınan, salgın şartlarında yaşamaya çalışan bir ülkede şu anda amatör olarak hakemlik yapan çok sayıda insan var. Örneğin, İstanbul’da azımsanmayacak bir amatör hakem kitlesi bulunduğu söyleniyor. Bu hakemlerin her birinin alacakları da kimi zamanlar ödenmiyor, bunlar genelde yerel haberlere yansıyor ve amatör hakemler genel bir mağduriyete mecbur ediliyor.
Bir ilave, Federasyon Süper Lig hakemlerine ciddi rakam ödemeleri (2017-18 sezonunda maç niteliğine göre bu rakam bir orta hakem için 10 bin TL yi bulmuştu) yaparken, amatör hakemler komik rakamlarla maç yönetmeye çalışıyor! Buna bir de vize ücretleri ve harcırahlardaki dengesizlikler ekleniyor.
Örnek olsun, amatör lig hakem ücretleri bir dönem, kategorilere göre değişse de, 55 ila 240 TL arası maç başına ücret alabiliyordu! Kimi zamanlar zam adı altında 8 liralık bir artışa bile katlanmak zorunda kalan amatör hakemler, başarısız Video Asistan Hakem (VAR) uygulamasına daha çok para harcandığını bilerek isyan ediyorlardı.
Süper ligin yeşil zemininde yer alan hakemleri geçtik, Riva’daki VAR hakemlerinin oturdukları yerden ciddi miktarlarda (maç başı minimum 4 bin 400 lira) para aldıkları ortaya çıkmıştı. Geçen sene, 27 kez VAR hakemi olarak görevlendirilen Barış Yıldırım’ın 118 bin 800 lira aldığı da konuşulanlar arasındaydı. 2019-2020 sezonu üst klasman hakemler için belirlenen ücretlerin ise maç başına 12 bin TL olarak revize edildiği yansıyordu medyaya.
Tüm bu anlatı içerisinde hakem meslek liselerinin ne yapacağına dair soru işaretleri artıyor. Meslek liselerinin şimdiki hali ile hakemlik arasında kurulan bağ da biraz netlik kazanıyor gibi. Hepinizi Cüneyt Çakır yapamayacağız tabi ama siz yine de gelin bir deneyin…
Alın size yeni bir virüs daha! Ve yeni bir ticari yapılanma… Ellerinde çok klasik bir araç var; o da sömürmenin yeni araçlarını geliştirmek… Onu yapıyorlar, deniyorlar.
KORONADAN KORUNMAK: YALNIZ KALMAMAK
Bir yanda korona ile mücadele etmeye çalışan insanlarımız, beri yanda gözden kaçırılanlar… Sporun sınıfsallığı çok görünür ve hâkim sınıfın elinde paramparça edilmiş durumda. Ortaklaşa girilen yeni yatırım alanlarından tutun da, ‘sakin ol çemp’ diyerek spor yapan patron soytarılığına kadar geniş bir havzada keyif sürülüyor salgın günlerinde…
Biz virüsle uğraşırken burjuva boşa geçirmiyor hiçbir anını. Bütün bunları aynı toplumsal ve maddi zeminde tartışmak gerekiyor. Yoksa evinde spor yapan ve sakinlik tavsiye eden burjuvamızın 22 odalı yalısını anlayabilmek kolay olmuyor!
Virüs insanlığı birleştirmek bir yana sınıfsal ayrım çizgilerinin altını çiziyor. Çünkü burjuva sporu ile işçi sporları da birbirinden farklı. Aynı şeyi yaptığımızı sanmayalım.
Görülmüyor mu, biri yalısında deniz kenarındaki evinde bisikletiyle keyif çatarken, diğeri zamanı kalırsa mesaisinden kalabalıkta sırasını bekliyor, paslı bir bisiklete binmek için parklarda… İlki bireycidir, bencildir; ikincisi ise kolektivist.
Korona günlerinde sömürü koşulları genişletilmeye devam ediliyor, burjuvalar ve temsilcileri yeni kâr kapıları yaratıyor. Spor ile eğitim sömürü koşullarının genişlemesi ile yeniden buluşturuluyor. Konuştuklarımıza son bir değini gerekir, ‘hakem de mi yetiştirmeyeceğiz’ değildir mesele, patronlara ve patron olan bakan ve başkanlara ucuz iş gücü devşirme potansiyelinin arttırılması ve gençlerin hayallerinin belirlenmesinin, daha doğrusu çalınmasının, patronlara bırakılmasıdır.
Yoksa bizim iç görümüz, yetiştirmenin ötesidir. Topluma faydalı bir birey olarak geliştirmektir amaç, toplumcu dinamizmi öne çıkarmaktır.
Son olarak; ‘hareket mi faul’, ‘top mu ele gidiyor’ bilmiyorum ve hakem retoriği ile ‘gördüm’ mü denir bilinmez ama, artık bu düzene ve temsiliyetine kırmızı kart çıkartmak gerekiyor. Yoksa bu kurulu düzen bir bütün olarak sporu aşındırırken, hakem meslek liselerinin heyecan dolu yeni adaylarını da bekliyor olacak öğütmek için…
Kapitalizm her yerde ve alanda bir vandallık gözetiyor. Başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmek gerek şimdi. Örgütlenmezsek, bir kitaptaki ifadedeki gibidir artık ‘makus talihimiz’; düğünde kalabalık; taziyede yalnız!
İsmail Sarp Aykurt / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder