Salgının tam olarak ne zaman biteceği elbette bir bilinmez, ama salgın hafiflediğinde ya da virüs varlığını sürdürse de hayatı bu denli etkilemediği koşullarda, yaşanılan felaket daha iyi görülecek. Felaket daha iyi görülecek çünkü yaşanılan durumun yalnızca virüsle ilgili olmadığı anlaşılacak.
Türkiye virüs salgınına oldukça zor koşullarda, ekonomik bir krizin ortasında yakalandı. Salgından önce de AKP’yi sıkıştıran koşullar şimdi daha sert sinyaller veriyor. Salgının tam olarak ne zaman biteceği elbette bir bilinmez, ama salgın hafiflediğinde ya da virüs varlığını sürdürse de hayatı bu denli etkilemediği koşullarda, yaşanılan felaket daha iyi görülecek.
Felaket daha iyi görülecek çünkü yaşanılan durumun yalnızca virüsle ilgili olmadığı anlaşılacak. İnsanlar çok doğal bir şekilde ekonomik zorlukların virüsle bağlantılı olmasını umuyor ve istiyor. İşsiz kalan, ücretsiz izine gönderilen, devletin verdiği ödeneğe mahkum olan herkes dört gözle salgının bitmesini bekliyor. Çünkü salgın bittiğinde eski hayatına geri döneceğini düşünüyor.
Peki gerçekten öyle mi? Bu salgından sonra herkes eski işine, eski koşullarına kavuşabilecek mi?
Ne yazık ki imkansız… En iyimser tahminlerle 3 milyon civarında yeni işsizden söz edildiği bu koşullarda hayatın eskisi gibi devam etmesi olanaksız.
Virüsün her şeyi değiştirdiği, hayatın asla eskisi gibi olmayacağı bir tablo değil bu. Tam tersine, virüsten önceki yaşam aynı şekilde devam edeceği için hayat aynı şekilde devam etmeyecek.
Saçma mı oldu? Hiç değil…
Konuyu anlamak için virüsten önceki günlerdeki eğilimleri hatırlamak gerekiyor. Önce hızla artan, sonra da bir türlü azalmayan işsizlikle ilgili sayıları, düşen ücretleri, ağırlaşan çalışma koşullarını… Virüsten önce Türkiye’de bunlar vardı ve hâlâ var.
Korona virüs Türkiye’ye girmeden önce ülkede yaklaşık 8 milyon insanın işi yoktu. Bu 8 milyon insan, işi olan emekçilerin üzerinde ücret ve çalışma koşulları bahsinde muazzam bir baskı oluşturuyor, patronlar dışarıdaki işsiz milyonları göstererek, çalışanlara her türlü koşulu kabul etmesi için baskı uyguluyordu.
Örgütsüz ve dolayısıyla güçsüz emekçi de ne yapsın, hiç istemese de çoğu zaman buna evet diyordu.
Bırakın asgari ücreti, tecrübe kazanayım da özgeçmişime yazayım diye ücretsiz çalışmaya hazır avukatlar, mimarlar, mühendisler var Türkiye’de. Salgınla birlikte bir yere kaybolmadılar. Hâlâ oradalar ve üstelik salgınla birlikte daha da çoğaldılar.
Arada sırada sosyal medyaya da düşen, emekçiden her şeyi isteyip karşılığında hiçbir şey vermeyeceğini söyleyen ilanlar buzdağının görünen yüzü yalnızca. Hayat her yaştan, her nitelikte emekçi için çok zor ve zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor.
Patronlar işçinin aleyhine ağırlaşan koşulları işçinin aleyhine kullanarak bu kısır döngüyü hızlandırıyor.
Salgından dolayı işsiz kalacağı tahmin edilen 3 milyon insan toplum içinde yeni bir işsiz kesim yaratmadı. Onlar var olan 8 milyon işsizin arasına katılıyor.
Bu insanların bir kısmı iş bulacak elbette. Ama salgınla birlikte daha da düşecek ücretlere, daha uzun mesai saatlerine, daha fazla amir baskısına razı olarak…
Evet, emekçilerin bir kısmı zaten çalışmaya ara vermedi, bir kısmı da hayatına kaldığı yerden devam edecek. Bu da onları bir süreliğine mutlu edecek. Bir süreliğine çünkü bir müddet sonra dönülen hayatın sıkıntıları tekrar hatırlanacak. O hayatın da pek bir şeye benzemediği, ağır koşullarda düşük ücretlerle çalışmanın ve bir yaşam sürdürmenin zorlukları tekrar bilince çıkacak.
Salgın Türkiye’de var olan gidişatı, emekçiler açısından kötüye giden bir süreci hızlandırdı. Zaman daha hızlı akmış oldu ve Türkiye gideceği yere belki birkaç yıl önce vardı. Virüse karşı alınan tedbirler dahilinde yapılan işçi karşıtı yasal düzenlemeler dahi aslında hızlanan sürecin bir parçasıydı.
Türkiye eski haline veya başka bir deyişle virüsten önceki başlangıç noktasına bile dönemeyecek, çünkü eski halindeki eğilimler tepeden aşağı bir gidişi gösteriyordu. Yuvarlanmamız hızlandı ve şimdi başka bir noktadayız. Eski yaşama dönüldüğünde, aslında daha kötü bir eski hale dönülmüş olacak.
Hep kötünün iyisinden bahsedilirdi, oysa asıl sorun eskinin kötüsü şu anda.
Mesela virüsten dolayı ağır yara alan hizmet sektörleri toparlanmaya başladığında bile emekçiler için manzara değişmeyecek.
Herkes işine dönemeyecek, işine dönenler de eskisine kıyasla daha kötü şartlara razı olacak.
Hep daha fazla işsizlik, düştükçe düşen ücretler, ağırlaşan çalışma koşulları… Tüm bunlara öyle ya da böyle zaman içinde emeğin niteliğinin artışını ve daha eğitimli bir emekçi kuşağının bu koşullarla karşılaşmasını da ekleyin. Tablo bu işte.
Salgının yarattığı durumu, ölen binlerce insanın yarattığı trajediyi hiç küçümsemeden kalıcı olan felaketin de bu olduğunu söylemek zorundayız. Zaten salgının yaratacağı hasarı da açık ki kalıcı olan bu tablo büyüttü. Aynı tablo ve eğilimler gelecek günlerdeki muhtemel doğal felaket veya hastalıkların toplumsal sonuçlarını da ne yazık ki aynı şekilde şiddetlendirecek.
Evet, Türkiye’nin asıl sorunu belli. Ama bu karanlık tablo umudun da nerede olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin çıkış yolu bu sorunun tam merkezinde. İşsizlikten, yoksulluktan, düşük ücretlerden, çalışma koşullarından mağdur milyonların yan yana gelmesi, örgütlenmesi, sesini büyütmesi mutlak bir zorunluluk artık. Bu yapılmadığında bizim açımızdan problem daha da büyüyecek.
Çünkü bizi bizden başka düşünecek kimse yok.
Özgür Şen / SOL