'Can Dündar okulu' mu, 'Barış Terkoğlu-Barış Pehlivan okulu' mu? Fatih Yaşlı direnci mi, Suavi Aydın-Yüksel Taşkın, daha açığı 'Belge'li Birikim Gericiliği' salvoları mı? Devrim savaşı, devrimci savaş, entelektüel şiddetimizi sınayan muharebeler, gözümüzün önünde ve damarlarımızda cereyan ediyor artık.
Bodoslamadan girelim: Fatih Yaşlı'nın yeni kitabı, “Halkçı Ecevit”, Türkiye'nin yakın tarihini bir antikomünizm tarihi olarak incelemeyi amaçlıyor.
Çalışkan yazarı, analizini böyle özetliyor. Antikomünizm, ki cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri içten içe işlemektedir, sonuçta Türkiye'nin sonu olmuştur: Gelecek kuşakların, eğer sosyalistleştirilmezse ortadan kaybolacak bir ülkenin tarihini/tarihimizi böyle değerlendireceğini şimdiden ileri sürebiliriz.
Bu saldırının, özellikle 27 Mayıs'tan sonra alevlendiği gözleniyor.
Bodoslamadan girelim: Fatih Yaşlı'nın yeni kitabı, “Halkçı Ecevit”, Türkiye'nin yakın tarihini bir antikomünizm tarihi olarak incelemeyi amaçlıyor.
Çalışkan yazarı, analizini böyle özetliyor. Antikomünizm, ki cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri içten içe işlemektedir, sonuçta Türkiye'nin sonu olmuştur: Gelecek kuşakların, eğer sosyalistleştirilmezse ortadan kaybolacak bir ülkenin tarihini/tarihimizi böyle değerlendireceğini şimdiden ileri sürebiliriz.
Bu saldırının, özellikle 27 Mayıs'tan sonra alevlendiği gözleniyor.
Fatih Yaşlı, “Halkçı Ecevit”te ışığı özellikle şu alana tutuyor: Türkiye'nin cumhuriyet tarihi, bir antikomünizm tarihi olarak, sırf böyle bir çerçeve içinde ele alınmadı hiç. Geçerken, Yaşlı'nın da kitabının yeni baskılarında bu gerçekten yaratıcı bulgusunu alt başlık olarak öne çıkarmasını önermiş olalım. Sol, daha doğrusu sorumlu ve devrimci bir sol tarih yazımından belki söz edebiliriz ve orada fazlasıyla antikomünist histeriye yer ayrılmıştır, tamam, ama hep bir türev olarak işlenmiştir. İkinci derecede yansımalar ve nedensellikler içinde görülmüştür. Bu arada, artık ipin ucunu tamamen kaçırmış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihini 1923'ten itibaren “faşist bir devletin tarihi” olarak ilan eden delirmiş, kıt zekâlı -sözde sol- cemaatler var, ancak bunların ne solculukla ne de bilimsellikle bir ilgisi olduğu söylenebilir. Çeşitli etnik, dinsel/dinci nedenlerle ateşlenmiş mafyöz intikam cemaatleri diyebiliriz. Ama Türkiye'nin kuruluşundaki ilerici tarihselliğe vurgu yaparak, ona sahip çıkarak sosyalist bir aşkınlık arayanların antikomünizm çözümlemesi, bunun da merkezine Bülent Ecevit'in oturtulması, yeni bir zamanı solukladığımızı gösteriyor.
Yaşlı'nın kitabı, geçmişte yapılmış ve çalışkan yazarımızı bu tür bir katkıya mecbur bırakan devrimci işleri, çözümlemeleri bir mukaddime olarak görmemizi gerektirecek. Öyle görünüyor. Prelüdlerden ana motife geçiyoruz.
Hiçbir şey, zaten çoktan beridir, eskisi gibi değil.
Tarih yazımı neden eskisi gibi olsun ki?
Fatih Yaşlı bir kapı açıyor, dedik. Farklı bir çerçeve çiziliyor. Adıyla sanıyla bir antikomünizm tarihi yazmak, bunun için de, solun en büyük yenilgisi ve yalanı olan Ecevit efsanesini merceğin üzerine yerleştirmek, sadece bir yazar hırsının değil, değişen bir iklimin ve sertleşen sınıf mücadelesinin de gereklerinden sayılmalıdır. Yazınımızdaki “yaratıcı monografi” eksiğini iyi yakalamış görünen Yaşlı, bir gereği yerine getiriyor.
“27 Mayıs-12 Eylül arası Türkiye tarihini de anlatmayı” hedefleyen kitabının girişinde şunu yazarken, aslında bir kavga davetine yanıt verdiğini düşünebiliriz. Yaşlı, şöyle diyor:
“(Kitap) (b)unu yaparken, tarihsel materyalizmi kendisine referans alıyor ve bu referanstan hareketle Türkiye tarihine sınıflar, sınıf mücadeleleri, emperyalizmle ilişkiler üzerinden bakmaya çalışıyor. Kitabın perspektifini ise 'antikomünizm' oluşturuyor; çünkü bu satırların yazarına göre, yakın Türkiye tarihini anlamanın yolu antikomünizmin Türkiye siyaseti üzerindeki etkisini ve belirleyiciliğini anlamaktan geçiyor. Antikomünizmi merkeze koyduğunuzda, sınıfları, sınıfların birbirleriyle ilişkilerini, siyasi partileri, örgütleri, sendikaları, siyasetçileri, orduyu, bürokrasiyi, söylem ve eylemleri birbiriyle ilişkili bir biçimde ve belli bir bütünlük içerisinde ele almanız mümkün hale geliyor ve bu, 'görüntü'nün ötesine geçip 'öz'ü görebilmek anlamına geliyor.”
Bu, aynı dönemi kendilerince incelemeye çalışan iki gerici “prof”un (?),kendilerini solcu diye satmayı başaran iki militanın dünyasına ve yazınımızı işgaline reddiyedir. Herhalde öyledir. Suavi Aydın ve Yüksel Taşkın adlı bu gericilerin “1960'tan Günümüze Türkiye Tarihi” başlığıyla malum bir yayınevinde yayımladıkları kitapta, asıl dert şu:
“Bu kitabın ortaya çıkışında hacimli bir külliyatın varlığı kadar, o yıllarda yaşananlardan arta kalan deneyimler de önemli rol oynadı. Zira pek çok döneme ait tarih metinlerinden farklı olarak, bu kitaba konu olan olaylar, kişiler ve kurumlar büyük ölçüde bizim çağdaşlarımız… Dolayısıyla bu dönemin ‘tarih’i, aynı zamanda bir deneyimler, gözlemler tarihidir ve bu çerçevede bizim ‘önemli gördüklerimiz’in, ‘belirleyici saydıklarımız’ın tarihi oluyor. Başta değinilen kaygı ve çabalar esas olmak kaydıyla, bu bakımdan bizim kaleme aldığımız metin, tarih yazıcılığı bakımından önemli avantajlar sağlayabilecek bir yazma ve görme biçimi imkânını kullanmaktadır.”
Bunlar böyle. Ansiklopedi yazdıklarını sanıyorlar. Çok seçicidirler. Bunların gözlemleri, önemli gördükleri, kaygıları, belirleyici saydıkları, kitapta sıralanıyor. Bu örneklerde de görüyoruz: Devrimci tarih yazını kendi sınıflar mücadelesi mantığıyla ve sosyalist bir iktidar çabası içinde kavgasını verdiği bir dili bombardımana tabi tutmazsa, bombardımana tabi tutulur, ezilir. Yalçın Küçük ve onun en verimli yıllarının izleğinden geçen, ama onu da aşan tüm çizgilerin bu gerekliliğin farkında olduğunu biliyoruz.
Fatih Yaşlı ve gelen kuşak, eski ve etkili bir kadere set çekiyor. Kitap “sıkıyorlar”; en etkili yöntem olduğunu biliyorlar.
Nerede miyiz?
Nerede miyiz?
Bin derecede kaynayan bir sınıf mücadelesinin ortasındayız. Sadece İslamcı faşistlerin liberal ve solculuk satan sürünün desteğiyle gasp ettikleri siyasal iktidarın saldırılarına değil, “Aydın-Taşkın” türü saldırılara, ki ezici çoğunluğu oluşturuyorlar, bir direniş de söz konusu.
“Can Dündar okulu” mu, “Barış Terkoğlu-Barış Pehlivan okulu” mu?
Fatih Yaşlı direnci mi, Suavi Aydın-Yüksel Taşkın, daha açığı "Belge'li Birikim Gericiliği” salvoları mı?
Devrim savaşı, devrimci savaş, entelektüel şiddetimizi sınayan muharebeler, gözümüzün önünde ve damarlarımızda cereyan ediyor artık.
Bu savaşın, muhtemelen yaz sonunda piyasaya verilecek Aydemir Güler ve yol arkadaşlarının derlediği kapsamlı “TKP Tarihi” sonrasında çok daha sertleşeceğini şimdiden görebiliriz. Türkiye solunun entelektüel kaderini değiştirecek bir müdahale de sahneye çıkmak üzere yani.
Sınıf mücadelesi böyle bir şey. Tüm ayrıntılarda sürer. Sadece siyasi partiler, alanlar, sokaklar, fabrikalar, kitaplar mı? Şarkılar, şiirler, resim galerileri, sahneler, ekranlar, sinema, tiyatro, konser etkinlikleri, ev içleri, sevgi ve nefret ilişkileri... Her tarafta bin derecede kaynayan bir sınıf mücadelesi var ve biz bu kazan içinde birbirimize “girişmek” zorundayız.
Umutsuz olmak için bir neden yok. Çünkü inadımız var. Bu satırların yazarına göre, inat umudun değil, umut inadın bir türevidir. Savaşanlar varsa, umut da var. Birikim gericiliği ve Suavi Aydın-Yüksel Taşkın türü gerici çeteler varsa, tarihsel TKP ve TİP, Dr. Hikmet, Mihri Belli, Behice Boran, Mahir Çayan ve Yalçın Küçük izleğinden seslenen Fatih Yaşlı gibi devrimci analistler de var. Her yerde...
Başka bir örnek mi? Dün, bu portalın kültür bölümünde gözlerden saklanmış gibi duran bir pırlantaya işaret etmeden, “Almanperverlik” kavramını yeni devrimci yazınımızda galiba ilk kullanan -ve bizim de ödünç aldığımız- genç yol arkadaşlarımızdan Nevzat Evrim Önal'ın “Rammstein: Almanlıktan alınan tat” başlıklı çözümlemesine dikkat çekmeden bitirmeyelim. O yazıyı okuyanlar, neden umut yüklü olduğumuzu hemen anlayacaktır.
Entelektüel şiddetimizin yankısız kalması mümkün değil.
Neden mi bu öfkemiz? Neden mi “ille bir tatsızlık çıksın” istiyoruz? Çünkü “Karşıdevrimci teori olmadan, karşıdevrimci hareket olmaz!” Biz, bunu Lenin'in ünlü “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz!” vurgusundan beri biliyorduk. Her gün yeniden kanıtlanıyor. Direniş yoksa, çürüme bitmez. Yazısız devrim ise hiç olmaz.
Sol görünen gerici-sermayeci mafyayı bir yana bırakalım. Gözümüz, devrimci analiz gücümüzü yansıtan yayınlarda olsun. Fatih Yaşlı böyle bir örnek. Uğur Mumcu okulunun gözünü kırpmadan bedel ödeyen aşkın mirasçıları Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan böyle örnekler.
Çöküş sürecindeyiz. Tamam. Ama yeniyi felaketin içinden çıkaracağız; bunu başından beri biliyorduk. Ağlayacak değiliz.
Osman Çutsay / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder