23 Nisan 2020 Perşembe

Hâlâ 100 yıl önceki çocuğuz! - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET


İnsan, zamanın ölçülebildiğini nasıl fark eder? İçtiği yudumu yutmadan tuttuğu an mı? Seni uyandıran güneşin başka memleketlere sonradan vardığını öğrendiğinde mi? Bir trende ilerlerken yanında oturanın “burası” dediği durakta mı?
Ben o yılların macerasından geldim.
Barut, toz ve ihtilaldi hepten” diye anlatıyor Turgut Uyar. Şimdi korona balkonlarında İstiklal Marşı okuyoruz. 100 yıl önce yorgun söğütlerin, mahzun yılların, kağnıların geçip bir yıldızlı tanyerine at sürenlerin yarattığı binanın harcını unutuyoruz. Hani sen “Şeker Bayramı” dersin; elini öptüğün bir aylık sabrını unutturmamak için “Ramazan Bayramı” diye hatırlatır ya, öyle bir hatırlatma bu:
23 Nisan 1920, bir ihtilal örgütlenmesinin kuruluş günüdür.
Devrimlerin evrensel bazı çizgileri vardır.
Birincisi, ikili iktidar dönemidir. Eskisi gümbür gümbür çökerken, yerine yeni kurulanın çocuk adımları belirir. Haziran 1919 ile Kasım 1922 aralığı Türk devriminin ikili iktidar dönemi sayılabilir. Mustafa Kemal’in Haydarpaşa Garı’na indiğinde gördüğü işgal manzarasıyla “hata ettim, gelmemeliydim” dediği İstanbul’daki hükümet, çürümüş saltanat binasını temsil eder. 100 yıl önce bugün kapısı açılan Meclis, yeni düzenin açtığı sancaktır.
İki, iktidarların kurumlarıyla ayrışmasıdır. İstanbul’da 16 Mart İngiliz darbesiyle yurtsever aydınlar, siyasetçiler sabaha karşı dipçiklerle tutuklandı. 2 Nisan’da Salih Paşa istifa ettirildi. 4 Nisan’da Damat Ferit sadrazam oldu. 11 Nisan’da Mebusan Meclis’i dağıtıldı. Dürrizade Abdullah Efendi’ye hazırlatılan fetva ile Ankara’dakiler “katli vacip” ilan edildi. Divanı Harp gıyaplarında idam kararı verdi. İstanbul’daki iktidar “kara koyun cephesi”ydi. 23 Nisan 1920, karşısındaki cephenin ilanıdır. Hem yasama, hem yürütme kimi de yargı organıydı. 29 Nisan’da Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile Ankara’daki iktidara karşı çıkmak ihanet sayıldı, cezası idamdı. 5 Mayıs’ta Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, asıl hainlerin Milli Mücadele karşıtları olduğu fetvasını verdi. 6 Mayıs’ta İstanbul ile tüm resmi irtibat kesildi. 24 Mayıs’ta, İngiliz darbesinin ardından İstanbul’da verilmiş tüm kararlar geçersiz sayıldı. 1917 Nisanı’nda Rusya’da “bütün iktidar Sovyetler”e sloganı gibi, 1920 Nisanı’nda Türkiye’de “bütün iktidar Millet Meclisi’ne” deniyordu.
Esareti kabul etmeyen örgüt
Üç, iç savaş. 100 yıl önce kurulan Meclis, ortasına doğduğu iç savaşın tarafı, yöneticisi ve muzafferidir. 1919 Eylülü’nden Ekim 1920’ye Anadolu’nun her yerinde İstanbul destekli güçler ile Ankara’nın millicileri silahlı savaş halindeydi. Kimi Hilafet Ordusu, kimi Delibaş Mehmet gibi isyanlara karşı Kuvayi Milliye, TBMM adına savaştı ve kazandı. İç savaşın fiilen bittiği 16 Ekim 1920’nin ertesi gün Damat Ferit istifa etti. Savaş, politikanın başka araçlarla devamı ise zafer bir politikanın yenilgisi demekti.
Dört, TBMM işgale karşı kuruldu. Emperyalizm çağında her işgalde iki iktidardan biri uzlaşmacı, öbürü reddediciydi. İstanbul’daki iktidar kimine göre “içi kan ağlayarak”, ama bir gerçek var ki açık açık, işgali kabul etti. Sevr’i imzaladı, Türkiye’nin postallar altında ezilmesini onayladı. TBMM, ölümü göze alıp esareti kabul etmeyenlerin örgütlenmesiydi. Olmasaydı, olmazdık!
Beş, evet, açık bir gerçek, yeni Türkiye’yi Türk ordusu kurdu. Ancak işgale son veren düzenli orduyu kurmak TBMM’nin kararıydı. Mustafa Kemal de Meclis’in verdiği yetki ve kararla başkomutanlık yaptı.
Altı, devrimler haritayı değiştiremezler ama ülkelerin yerini yeniden tarif ederler. TBMM hem İslamcı hem Turancı fetihçiliği reddetti. Temel metni Misakı Milli, belirsiz maceralara kapının kapatıldığının ilanıydı. 1. İnönü zaferinin ardından inisiyatifi ele alan Ankara, anlaşmaya Sovyetler ile başlayarak nihayetinde Lozan’a ulaşarak Türkiye’yi dünya üzerinde yeniden tanımladı.
Tabureye atılan son tekme
Yedi, Milli Mücadele’nin zaferini ilan ettiği 13 Eylül tarihli bildirisinin sonundaki imza şöyle: TBMM Reisi Başkumandan Mustafa Kemal. TBMM sıfatı, askeri olanın önündeydi. Mustafa Kemal, Yunan Ordusu Komutanı Trikopis’in generalleriyle birlikte esir alındığını bildiride haber veriyordu. Asıl dikkat çeken şu ifadeydi: “Eğer Yunan kralı da bugün esirler meydanında bulunmuyorsa bu, tacidarların (taç sahiplerinin), şiarı esasen yalnız milletlerinin saflarına iştirak etmek olduğundan ve muharebe meydanlarının felaketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır.” Bildirimin devamında İzmir’i düşmana teslim edenin İstanbul’daki iktidar olduğunu hatırlatan Mustafa Kemal, Yunan Kralı ile Vahdettin’in bir madalyonun iki yüzü olduğunu gösteriyordu. Haliyle, İngiliz gemisi ile ülkeden kaçan saltanatı kaldırma kararı da TBMM’de neredeyse oybirliği ile alındı. Tartışma uzayınca Mustafa Kemal, devrimin kanunlarını şöyle hatırlatacaktı: “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız meselesi değildir. Mesela zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanuna ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada bulunanlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi taktirde, yine gerçek usulüne uygun olarak ifade olunacaktır. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir.” Mustafa Kemal’in konuşması iki iktidardan birinin taburesine atılmış son tekmeydi.
Sekiz, Cumhuriyetin ilanında laikliğe, yeni anayasadan harf devrimine tümü TBMM kararıyla oldu. Meclis, yeni düzenin yaratıcısıydı.
100 yıl önceki çocuk
Dokuz, adı bile devrim değil mi? Memalik-i Osmaniye yerine ülkenin adı “Türkiye”. Olağanüstünlüğünü anlatmak için “Büyük” Hâkimiyetin kaynağını göstermek için “Millet”. İktidarın yöntemi için “Meclis”.
100 yıl önce iktidar, tek adamın elinden millet adına ihtilalle alınmıştı. Bügün Meclis’i yetkisizleştirenler, bayram kutlamak için mi yoksa cenaze kaldırmak için mi bir araya gelecek bilmem. Ancak eminim ki, söylevlerinde ne İstanbul’un ihanetinden ne Milli Mücadele’ye düşman olanlardan ne de katliam fetvası verecek kadar alçalanlardan bahsedecekler. Ankara’da bir Meclis’in neden toplanmak zorunda kaldığını anlatmayacak, TBMM’nin kuruluşundan Hacıbayram Camii’ne bırakılmış bir bebekten bahseder gibi bahsedecekler.
Biz çılgın bir yürüyüşün en tetik yolcusuyuz” diyen uslanmaz çocukların 23 Nisan’ı kutlu olsun. Hâlâ 100 yıl önceki çocuğuz!
Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder