2 Haziran 2020 Salı

Hangi seçenekleri tartışıyoruz? - II (Oğuz Oyan-SOL)

Sosyalist solun örgütlenmesi ve mücadelesi, asla kapitalizmin daha 'insancıl' bir öze bürünmesi sınırları içine hapsedilemez.



Binlerce akademisyen ve araştırmacının katıldığı uluslararası bir imza kampanyasına konu olan ve 15 Mayıs'ta dünya çapında 33 önemli gazetede aynı anda yayınlanma olanağı bulan "Covid-19 Manifestosu" (kısaca Manifesto) kuşkusuz önemli bir girişimdir. Bu bildiri, Covid-19 salgını sonrasında, daha demokratik bir toplum ve sürdürülebilir bir ekonomi ve ekoloji için ekonomik sistemin kurallarının yeniden yazılması çağrısı yapıyor.

Bildiri, sağlık hizmetlerinin, toplumun en savunmasız kesimlerinin koruma altına alınmasının ve buna benzer çok sayıda kamusal hizmetin piyasa koşullarına bırakılamayacağını, aksi durumda eşitsizlikleri büyütmek ile en zayıf ve yoksunları feda etmek riskiyle karşı karşıya kalacağımızı belirterek başlıyor. Böylesine olumsuz bir senaryodan kaçınmak için de üç çözüm yolu öneriyor: (i) Çalışanlara, kararlara katılma hakkı, yani işletmeyi demokratikleştirmek; (ii) emeği metalaşmaktan çıkarmak (burada Fransızca metni esas alıyoruz; İngilizcesinde emek yerine "çalışma", Türkçe çevirisinde "iş" denilmekte!); (iii) bu iki stratejik değişimin, hem pandemik kriz(ler)in hem de iklimsel/çevresel bir çöküşün önlenerek gezegenin kurtarılabilmesi için kolektif olarak harekete geçmeyi mümkün kılması. Metne başvururak bu maddeleri biraz daha açalım:

(i) Salgın günlerinde karantinaya mahkum edilen insanlar yanında, vazgeçilmez personelin her gün işe gitmelerinin gösterdiği şey, emeğin yaptığı işin sıradan olmadığıdır. Bu da, kapitalizmin insanları salt bir "insan kaynağına" dönüştürerek onları görünmez kılmasını açığa vuruyor; oysa emek olmadan ne üretim ne hizmet ne işyeri vardır. Emekçiler işletmenin kurucu bir öğesi olmasına karşın işletmenin yönetimine katılma hakkından sermayedarlarca dışlanmaktadır. İşyerlerinin demokratikleştirilmesi artık şarttır. Ancak kurulacak işçi konseyleri, II. Dünya Savaşı sonrasındakilerden farklı olmalı, aslî yönetim kuruluyla benzer yetkilerle donatılmalıdır. Nasıl ki şirket YK kararları hissedarlar kuruluna sunuluyor, bu kararlar işçi konseylerinin de çoğunluk oyunu almalıdır.

(ii) Bu kriz, emeğin bir meta olarak muamele görmemesi gerektiğini de göstermiştir. Kriz, temel kolektif tercihlerin tek başına piyasa mekanizmasına bırakılamayacağı ve stratejik kolektif ihtiyaçların metalaşma süreci dışına çıkarılması gerektiğini göstermiştir. Nasıl ki belirli sektörlerin kuralsız bir "serbest piyasa" mantığından korunması gerekiyor, herkese onurunu koruyacak bir işe ulaşma olanağının sağlanması da gerekiyor . Bunun bir yolu da herkese istihdam güvencesi sağlamaktan geçiyor. AB (ve merkez bankası gibi kurumları) "Avrupa Yeşil Anlaşması" ("Green Deal") çerçevesinde böyle bir olanağı harekete geçirebilir. Merkezi yönetim, yerel topluluklar ve yönetimlerle işbirliğiyle, tüm insanlara çalışma hakkı ve işsizliğe karşı koruma sağlayarak, hem onlara iyi bir gelecek sağlayabilir hem de çeşitli sosyal ve çevresel sorunların çözümüne daha iyi yanıt verebilir.

(iii) 2008 krizinden farklı olarak, eğer bugünkü krizde devletler şirketleri kurtarmak için müdahale ederse, bunun, demokratik toplum adına ve bu gezegende hayatta kalmamızı sağlama sorumluluğu adına yapılması, dolayısıyla bu yardımların şirketlerin davranışlarında bazı değişikler yapılması koşuluna bağlanması zorunludur. Şirketlere, katı çevresel normlara saygı yanında, şirket içi yönetimde demokratikleşme koşulları dayatılmalıdır.

Bugünkü cari sistemde, emek, gezegen ve sermaye arasındaki dengelenmede, kaybedenin hep emek ve gezegen olduğundan emin olacak kadar deneyimimiz birikti. Hayal kurmayalım: Sermayedarların ve şirketlerin çoğu, kendiliklerinden, ne emekleriyle şirketleri var eden insanların onurunu umursayacaklar ne de yaklaşan çevresel felaketle mücadele edeceklerdir. Oysa sayılan üç çözüm yoluyla farklı bir senaryo mümkündür.

Hangi ekonomik sistemin kuralları?

Şimdi hızlı bir içerik analizine girişebiliriz. Manifesto, sürdürülebilir bir gezegen için ekonomik sistemin kurallarının (kısmen) yeniden yazılması çağrısı yapıyor. Kısmi düzeltmelerle ekonomik sistemin kuralları yeniden yazılmış olur mu? Devlet yardımlarından yararlanan şirketlerle ve seçilmiş stratejik sektörlerle sınırlı "demokratikleştirme" çabaları, bunlar gerçekten işleyebilse dahi, ekonominin/toplumun genelini farklı bir yola sokacak etkide bulunabilir mi? Sermaye ile emeğin zıt çıkarları uzlaştırılsa bile, bunun sadece kısmi değil geçici de olacağı hesaba katılmakta mıdır?

Peki sistemin kurallarını yeniden yazacak öneriler sıralanıyor mu? Bazı doğru tespitler yapmak yetmiyor. Çözüm önerilerinin de onlarla uyumlu olması gerekiyor. Örneğin emeği metalaşmaktan çıkarmak hedefinin, kapitalizmden başka bir sistemi tarif etmesi gerekiyor. Böyle bir öneri var mı? Yok. İstihdam güvencesini, herkese insan onuruyla uyumlu çalışma koşullarını sağlayacak hangi somut araçlar öneriliyor? AB ve Avrupa Merkez Bankası gibi neoliberal bir anayasanın normlarına göre çalışan birlikler/kurumlar, merkezi yönetim-yerel yönetim işbirlikleri; borç verilecek şirketlere demokratik/ekolojik kurallar dayatmalar... Bu arada geçmiş deneyimlerin olumsuz sonuçlarının kolayca tersine çevrilebileceğini sanarak, emek-sermaye arasında şirket içi uzlaşma demokrasisini peydahlatacak işçi konseylerine bel bağlamak... Sistemi değiştirmeden dönüştürmeye çalışmak... Bu arada sistem-içi demokratik örgütlenmeler olan sendikaları bile denkleme dâhil etmemek... Bütün bunlar volontarizmden yani gerçeği kendi istemlerine tâbi kılabileceğini sanmaktan başka bir şey mi?

Manifesto ile 18 Mayıs tarihli CHP metni

Geçen hafta 18 Mayıs 2020 tarihli 16 maddelik CHP öneri paketini ele almıştık. CHP'nin reçetesi "Manifesto" ile aynı düzlemde karşılaştırılabilir mi? Biri bir siyasi partinin öneri paketi, diğeri ise farklı ülkelerden, solun çeşitli renklerini taşıyan bir aydınlar bildirgesi. Bu farklılığı dikkate almalıyız.

Gerçi iki metin de demokratikleşme ağırlıklı ama CHP'ninki, kaçınılmaz olarak, daha çok otokratik İslamcı iktidardan kaynaklı yerel sorunlara odaklı. Manifesto, Avrupa-merkezli bir bakışa sahip olduğundan, demokrasi sorunlarının AB ve üye ulusal devletlerde sanki aşılmış olduğu varsayımıyla hareket ediyor; AB'nin dayatmalarla ortaya çıkarılan neoliberal Anayasasını bile sorun etmiyor; daha çok bazı seçilmiş sektörlere dayalı bir kamusalcılık ve salt şirketler düzleminde bir demokratiklik üzerinden ilerlemeyi seçiyor.

Manifesto, çıkış gerekçesi gereği, daha evrensel bir söylem tutturmaya çalışıyor; emeğin varoluş koşullarına sistem-içi mekanizmalarla düzeltmeler getirmeyi umuyor; çevreci kaygıları ön planda tutuyor.

CHP metni de, mevcut haliyle yani iktidarı kendi zıttına dönüştürmeye dönük diliyle (kendi manifestosu olabilseydi farklı söylerdik) volontarist özellik taşıyor. CHP metninde de, büyük baskı altında olan ve iktidarın koltuk değneğine dönüştürülen/dönüştürülmeye çalışılan sendikalar ve sendikalaşma üzerinde durulmuyor. Neoliberal düzenleme rejimine karşı tek bir itiraz duyulmuyor.

22 Nisan tarihli CHP metni

Bu son noktada haksızlık etmemek için CHP'nin 22 Nisan 2020 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde gene Genel Başkanın imzasıyla yayınlanan daha kapsamlı görüşlerini dikkate almak gerekebilir. Bu metnin ikinci bölümüne göz atalım:

"Salgın, neo-liberal politikaların yarattığı derin toplumsal ayrımlardan ilerliyor, eşitsizliklerden besleniyor, salgın yıllardır üstüne toz kondurulmayan küresel piyasa ekonomisinin açtığı eşitsizlik üreten yollardan G-20 ülkelerinin evlerine kadar giriyor. (...) Demokratlar, dünyanın Kovid-19 sonrasını, baskıcı ve otoriter iktidarlara, neo-liberal politikaların uygulayıcılarına bırakamaz. Demokratların birlikteliğinin temel iki önermesi, 'minimum maliyet- maksimum kâr' anlayışına dayalı üretim ve tüketim politikalarından vazgeçilmesi ve gelişmiş ülke vatandaşlarının sahip olduğu sosyoekonomik temel yaşam koşullarının, tüm insanlığın sahip olacağı haklar bütünü olarak görülmesi olmalıdır. (...) Dolayısıyla dünyanın geleceğini yeni sosyal devlet politikalarıyla şekillendirecek uluslararası bir dayanışmadan söz ediyorum. Yeryüzünün yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ve tüm finansal hareketliliğini 'kâr' şartına bağlı olarak gören, bu doğrultuda biyolojik çeşitliliği dahi ortadan kaldırmaktan çekinmeyen, hava kirliliğini göz ardı eden, suya ulaşım hakkını, nitelikli barınma hakkını, nitelikli eğitim hakkını, seyahat hakkını, adalete erişim hakkını, hesap sorma ve hesap verilmesini bekleme hakkını ve diğer temel haklarımızı yok sayan neo-liberal/popülist yönetim anlayışına karşı uluslararası dayanışmayı zorunlu kılan yeni bir uygarlık inşası şarttır. (...) Neo-liberal politikaların ve küreselleşmenin nimetlerinden yararlanan sınıflar, yaşamı tehdit eden bu krizde, insanlığın ortak geleceği için faturanın önemli bir kısmını üstlenmeli. (...) Sorunun ekonomik boyutu kadar önemli olan kişisel ve evrensel düzeydeki vicdani/ahlaki sorumluluklarımızdır. Kabul etmeliyiz ki tüm dünyanın her anlamdaki güvenliği, dünyanın en azgelişmiş ülkelerinin her anlamdaki güvenliğine bağlıdır".

Bu metnin üçüncü bölümünde ise gene 16 maddelik bir öneri dizisi sıralanıyor. Ancak 22 Nisan metnindeki bu 16 madde, 18 Mayıs metnindekilerden oldukça farklı yapıda. Bir kere dili daha az sorunlu. Daha önemlisi, izleyecek metinde olmayan görece daha radikal önerilere yer veriyor: Temel hak olan sağlık ve eğitime erişimin ücretsiz olması; konut hakkının devletin mutlak güvencesi altına alınması; gıdaya erişimin temel bir hak olması; eğitim, sağlık, sosyal güvenlikte sıfır istihdam açığının hedeflenmesi; uygulanacak yeni vergilerin üst gelir gruplarına yönelik olması... gibi.

22 Nisan ile 18 Mayıs tarihli CHP metinlerinin farklılığı neredeyse benzerliklerinden fazla. Bu durumda acaba bu iki metin farklı kalemlerden mi çıktı sorusu da akla gelmiyor değil. Eğer 22 Nisan öncesinin Genel Başkan imzasını taşıyan CHP metinleri de dikkate alınsaydı, ayrıksı duranın 22 Nisan metni olduğu görülecektir. 22 Nisan metninin bir istisnayı mı yansıttığı sorusunu başka incelemelere bırakırsak, bu metnin bazı bakımlardan 15 Mayıs tarihli uluslararası Manifesto'dan daha köşeli ifadelere yer verdiğini, "II Dünya Savaşı sonrası, temelleri Avrupa'da atılan ancak son 40 yılda peyderpey vazgeçilen 'sosyal devlet' politikalarına, yeni politikalar eşliğinde dönüşü" çok daha net bir biçimde hedeflediğini görüyoruz.

Sonuç

Manifesto iyi niyetli bir çaba olarak tanımlanabilir kuşkusuz. Birçok aydının yaşamlarında ilk kez sisteme dönük eleştiriler dile getirmesine vesile olmuş da olabilir. Bu tavır alışın daha ileriye taşınması için çalışmak da anlamsız olmayabilir. Keza CHP'nin, 22 Nisan metninde çizilen çerçevenin gerisine düşmemesini sağlamak da öncelikle CHP'lilerin görevi olabilir. Ama şu nihai saptamayı yapmadan geçemiyoruz:

Kapitalist sisteme topyekûn karşı çıkmadan, yerine tereddütsüz bir biçimde sosyalist sistemi önermeden herhangi bir çıkış yolu yoktur. Öyle ki, daha önce yazdık, neoliberal düzenleme rejiminin değişmesi için bile sosyalist bir toplum hedefiyle örgütlenen geniş kitlelerin baskısı gereklidir. Nasıl ki II. Dünya Savaşı sonrasında gerek sosyalist sistemin gerekse kapitalist ülkelerde komünist/sosyalist solun güçlü bir alternatif olarak tarih sahnesine çıkmasıyla daha bölüşümcü bir Keynesci birikim modeli uzunca süre tutunabilmiştir, bugün de durum farklı değildir. Bununla birlikte sosyalist solun örgütlenmesi ve mücadelesi, asla kapitalizmin daha "insancıl" bir öze bürünmesi sınırları içine hapsedilemez. Hedefi düzeni değiştirmek olmayan hiçbir sosyalist hareket samimi bir program ve mücadele ortaya koyamaz.

Oğuz Oyan / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder