30 Haziran 2020 Salı

Şeyh Sait'i bu yıl kimler andı: Cumhuriyet düşmanı bir gerici - SOL


HDP dün sosyal medyada, idamının 95. yılında gerici ayaklanmanın önderini andı. Yeni Akit gazetesi, Fatih Tezcan gibi isimler de 'şeyhi' andılar. Oysa tarih Şeyh Sait'i gericiliğin unutulmaması gereken bir ismi olarak kaydetti.

Dinci bir ayaklanma başlattığı için 1925 yılında idam edilen Şeyh Said, ölüm yıldönümünde bir tarafında HDP'nin, diğer tarafında Yeni Akit gazetesinin durduğu kesimler tarafından anıldı. 

HDP'den yapılan açıklamada, "Şeyh Said ve 47 mücadele arkadaşının İstiklal Mahkemesi tarafından 29 Haziran 1925’te Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda idam edilmelerinin üzerinden 95 yıl geçti. Katledilişlerinin yıldönümünde Şeyh Said ve 47 yoldaşını saygıyla anıyoruz" denildi.

Provokatif çıkışlarıyla bilinen AKP'li şeriatçı Fatih Tezcan da Sait'i ananlar arasındaydı. Tezcan şunları yazdı:  

Tezcan paylaşımında "Türk Ordusu’na sızan Kemalist Terör Örgütü’nün şehid ettiği Şeyh Said’i rahmetle anıyorum. * Müslümanlar’ın aynen bu dili kullanmalarını tavsiye ediyorum. Andığımız şehid kadar cesur ve mücahid olmadıktan sonra yalandan rahmet okumanın anlamı yok! Yoksa anmayın es geçin daha iyi!" dedi.

Yeni Akit'te çıkan haberde ise Şeyh Sait 'İslam Alimi' denilerek anıldı:











                                                   ***

Said skandalı(Aydemir Güler/SOL(03/07/2018)

Bugün de seçimden devam edecektim; yazmıştım hatta. Ama bir skandal yaşandı ve seçim bağlantılı yazıyı öteledim...

HDP 29 Haziran’da Şeyh Said ve arkadaşları hakkında Kürtçe bir mesaj yayınlayarak Said ve 47 arkadaşının infazını “tekrar tekrar” mahkûm etti. Üç gün sonra aynı parti Sivas katliamında “yitirdiğimiz canlarımızı saygıyla anacak”, hesap sormanın yolu olarak “ortak bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini büyütmek” gereğine işaret edecekti.

Bu, “bir” değil “çok” skandaldır.

Kürt milliyetçiliği Şeyh Said isyanını kendi tarihinin bir parçası olarak görüyor. Gerçekten öyle midir, yoksa Kürt milliyetçiliği ve Said olayı arasında izi sürülen bağlantı ağırlıklı olarak yapıntı, uydurma mıdır?

Bu soruya Kürt milliyetçileri ortak bir yanıt vermediler. Temsil gücü hayli yüksek bir örneği hatırlatmam gerekirse, Abdullah Öcalan çeşitli yorumlarında Kürt isyanlarının gerici niteliğine işaret etmiştir.

Haklıdır ve yalnızca Said değil, Dersim’e kadar bütün isyanlar modern bir olgu olan ulusun ve modern bir siyasi-ideolojik-kültürel akım olan milliyetçiliğin öncesine aittirler. İsyanlarda milliyetçilik değil İslamcılık veya (Aleviler söz konusu olduğunda) bölgecilik ön plandadır. Bu özellikler, hareketin sınıf kimliğini ele verir. “İsyanlar” dönemi feodal karakterdedir.

Milliyetçilik bilimsel ve sınıfsal bakışa rahmet okutalı beri, bu analize ne tepki verildiğini biliyoruz. “Ama, denir, binlerce yoksul köylü öldürüldü! Sen kalkmış feodal karakter diyorsun!” Genellikle burada da durulmaz ve tepki “Kürt düşmanı” suçlamalarıyla demagojiye devam eder. Ne olacaktı peki? Feodaller, kendi ordularını kendileri mi kuracaktı? Tarihin hangi uğrağında egemenler kitleleri cepheye sürmemiş? Milliyetçilik aptallaştırır ve abuk sabuk tezler üretir. Bu da onlardan biri. Geçiniz.

Said isyanı 1919-23 atılımına karşı gerici ve feodal bir dirençtir. Çıkarları Türkiye toplumunu modernize eden Kemalist devrime karşıttır. Kapitalist cumhuriyet bir tarihsel ilerlemeydi ve merkezileşme olmadan yaşanamazdı. Kemalist hareket iktidara yürürken feodalite altında ezilen yoksul köylüleri değil Kürt egemenlerini muhatap almıştı. Feodalitenin dinci gericiliğin baskılanmasına, laisizm eğilimine ve modernleşmeye tepki vermemesi imkansızdı. Kemalist ve kapitalist cumhuriyet ile yerel feodalite arasındaki pazarlıkların tıkandığı her noktada, ikincisi, kendi iktidar alanını korumak ve genişletmek için ayaklanmıştır.

Feodal direncin emperyalizm arasındaki somut işbirliği bir yana, çıkarlarının ortak olduğu su götürmez. Britanya emperyalizminin planlarını alt üst eden Ankara’nın zayıf düşmesinde kimlerin yarar gördüğü aşikardır. İsyanların hem emperyalistler hem de burjuva liberal muhalefette yankı bulma olasılığı, Kemalist iktidarın “askeri çözümü” tercih etmesinde bir diğer önemli faktördür.

Kürt milliyetçiliği 1950’lerden başlayarak kapitalizmin çerçevesi içinde modern bir olgu haline geldiğinde, bütün milliyetçiliklerin izlediği yola sık sık başvuracaktı. Milliyetçilik, kendini ulus olarak sunmayan, mezhepler ve feodal egemenlik alanları arasındaki çelişkiler nedeniyle yaygınlık ve bütünlük kazanamayan, kısaca dinci ve bölgeci sınırlara mahkûm olan hareketlerde kendi köklerini aramıştır. Her milliyetçilik kendi milletini öncesiz ve sonrasız, tarih üstü bir varlık olarak resmeder.

Bugün olan da bundan ibarettir.

Atlamayayım, Öcalan’ın “bilimselliği”, Kürt milliyetçiliği ile Türkiye kapitalizmi arasında kurulacak olası müzakere masasının Kemalist referanslarının baskın olduğu döneme aittir. Bu beklenti ortadan kalktıktan ve somut olarak AKP-HDP masası kurulduktan sonra, ülke tarihindeki tüm ilerlemeler topa tutulacaktı. Zaten huruç harekâtına hız veren de, şeriatçı bir karşı-devrim örgütü olarak AKP’nin ta kendisiydi. Saidcilik burada ortak paydadır.

Geçerken, HDP’de sosyalistlik icra edeceğini sananlara, hâlâ halkların kardeşliğinden dem vuranlara bir not düşmem gerekmiyor. Düşecekleri kadar düşmüş durumdalar. Sadece Said karışığı kafalarını ve kalemlerini Marksizme bulaştırmasınlar, yeter.

Saidciler, Sivas’ta oteldeki ilericiler değil sokaktaki karşıdevrimcilerdi.

1993 Sivas katliamı, 1925 Şeyh Said’inden bir başka açıdan daha ayrılır. Sivas katliamı Türkiye kapitalizminin karşıtı değil sürdürücüsüydü. Modern kapitalizm, modernlik öncesi bir dincilikle yönetilmeyi 12 Eylül 1980’de seçti. 1990’ların devlet terörü toplumun kalıba sokulması için alan temizliğidir. Kontrgerilla, Demirel-Çiller-Ağar-Akşener bloku, Hizbullah, Refah Partisi yükselişi bir yandadır. Öte yanda ise üç dinamik biçildi.

Birinci olarak, Kürt siyasi hareketi, içinden çıkmak istediği silahlı mücadele kanalına hapsedilmek istenmiştir. Bunun içinde devletin ağır kitle kıyımları, Hizbullah'ın (veya Hizbulkontra'nın) cinayetleri, köy yakma ve boşaltmalar vb. yer alır.

İkincisi laikliği savunmanın ölümle cezalandırılmasını sıradanlaştıran ve modern toplum kesimlerine korku salmayı amaçlayan aydın cinayetleridir. Sivas katliamı buraya yerleşir.

Üçüncüsü de 80’lerin sonunda kafayı kaldıran sendikal hareketin, hem baskılanması hem de sosyal demokratlar eliyle denetlenmesidir. Dönemin SHP’sini “aslında demokrat” bir beceriksizlik abidesi saymak hakikaten alıklıktır. Kimileri safça demokrat, çoğu da bayağı beceriksiz olsa bile, sosyal demokrasi 90’larda bir işlev yerine getirmiştir.

Özetle Said taziyesinin içinde gerçekten çok skandal var.

İlki başta değindiğim durum. Said yaşasaydı kıyama liderlik edebilirdi. Avukatlarını da biliyoruz…

Skandal iki: Türkiye’de küçümsenmeyecek ölçüde bir modern-laik seçmen kitlesi HDP’ye oy verdi. HDP Said mesajını Kürtçe yayınlayarak bunların hassasiyetini gözetmeyi düşünmüş olabilir mi? Öyleyse işin içinde bir de aptal yerine konmak var demektir.

Skandal üç: Sivas’ta ve her yerde Sünni şeriat tarafından yok edilmeye çalışılmış Alevi hareketinin bir dizi kesimi de HDP’cidir. Şimdi şeriatçı ayaklanmacılar için gözyaşı döküyorlar mı?

Dördüncü skandal HDP ile ilişkisini sosyalizm, devrim ve kardeşlik kavramlarıyla açıklayan solcuları ilgilendirir.

Skandal beş: Bir siyasi hareket aynı anda hem Said’le başını dikleştirdiğini ve Sivas’ta mağdur olduğunu düşünemez.

Aydemir Güler / SOL

                                                                ***

Kürt Özgürlükçüleri ve Şeyh Sait 

“...Şeyh Sait, Vahdettin adına ortaya çıktı. Bu isyan aslında Kürt çıkarlarından çok, İngiliz politikası ve çıkarları doğrultusunda gelişti...”

Var olmak için canını dişine takmış bir halkın tarihe dönüp ayağını basacağı bir zemin ve övüneceği kimi figürler araması bizi şaşırtmamalı. Bu arayış sürecinde somut gerçeklere az çok bulaşmış nispeten tahammül edilebilir “anlatılar” ve “kahramanların” zaman geçtikçe anlatıcının becerilerine bağlı olarak yeni icatlar, eklemeler, çıkartmalar ve binbir çeşit renge boyamalarla masala ve masal kahramanlarına dönüştürüldüğüne çokça tanıklık etmişizdir.

“Şanlı bir geçmiş” ve bu geçmişe uygun figürler yaratma konusunda çok az ulus Türkler kadar becerikli olabilir! Bunca yıldır bellediklerimden biri buysa, diğeri bu “yaratım” sürecinde merkezi planlamaya dikkat edilmediğidir.

Biz Türklerin buna kulak asmaması nedeniyle ihtiyaç fazlası “şaşalı bir geçmiş” ve çok sayıda “kahraman” dolanıma girmiş, çocuklarımızda orta mektep sıralarında başlayan tarihten “gına” getirme hissi, üniversite çağlarında tam bir kayıtsızlığa dönüşmüştür.

***

Kürtler aynı tuhaflığa düşmek istemiyorlarsa geçmişe dair okumalarını daha özenli yapmalıdır derim. Sait’in birdenbire Kürt özgürlükçüsü olarak keşfedilip paylaşılamaz hale gelmesi de tam da sözün bu basamağında bana garip geliyor doğrusu.

Sait özgürlük savaşçısı değildir.

Bunun nedenine geçmeden işe yarayıp yaramayacağından pek de emin olmamakla birlikte kimi “hassasiyetlerden” gelebilecek eleştirileri savuşturabilmek için yazının girişine bir alıntı koydum. Bir nevi sigorta! Kısa olduğu için “cımbızlanmış” izlenimi verebilir ancak gerisi Mustafa Kemal övgüsü olduğu ve konunun dışına da taştığı için uzatmayıp, tadında olduğunu sandığım bir kertede bırakmayı tercih ettim.

Kısa olduğu için tekrarda niye sakıncası olsun: “...Şeyh Sait,Vahdettin adına ortaya çıktı..”

Bu sözler Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a aittir. (Gündem,4.9.2004)

***

Ayaklanmanın başladığı tarihin 13.2.1925 olduğunu biliyoruz. Ancak çok sık gözden kaçan bir şey var. O da şu: O tarihlerde genç cumhuriyet bugün de önemini koruyan, ister devrim ister reform deyin, köklü değişimler için alınması zor kararlar almış, adımlar atmış. 3.3.1924'te Hilafet kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiş, gericilik yuvası medreseler kapatılmış, dinsel mahkemeler kaldırılmış. Yani dini kurum ve kuruluşlar ya tümüyle kaldırılıp yasaklanmış ya da köşeye sıkıştırmış.

Sait’in ayaklanması dinci gericiliğin kolunun bacağının “budanmaya” başlandığı böyle tarihsel bir dönemde patlıyor ve kesinlikle rastlantı değil. Ayaklanmanın başladığı Bingöl’ün Piran köyüne gelip verdiği ilk vaazda merkezin aldığı kararlardan haberdar olduğu anlaşılıyor:

“Medreseler kapandı. Din okulları Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat döğüşmeye başlar dinin yükselmesine gayret ederim.”

Sait, ”Vahdettin adına ortaya çıkıyor” ve genç cumhuriyete rengi sadece yeşil olan isyan bayrağını açıyor. Bayrağa ulusal rengi verecek olan Kürdistan İstiklal Komitesi üyeleri ve halk önderleri Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya ve Miralay (Albay) Cibranlı Halit daha kalkışma başlamadan tutuklanıp etisizleştirildiklerinden (Ekim 1924, bazı kaynaklar, Eylül) ayaklanma bunlarsız ve erken başlayarak tamamen Vahdettinleştiği gibi, başarı şansını da yitiriyor.

Sait’in muradı, Abdülhamid’in o yıllarda (1925) Beyrut’ta bulunan oğullarından Mehmet Selim’i Halifelik postuna oturtmaktır.

İnançlı ve inancı için ölenlerin cennetteki yerlerinin hazır olduğuna inananların Sait için endişe duymamaları gerekir. Cennetliktir. Kuşların bile çatısına konmaktan çekindiği İstiklal Mahkemesi salonunu adeta camiiye çevirip büyük bir sadelikle vaaz verir. İmamın şeriatten sapması halinde kıyamın vacip olduğunu, Kuran’ın yasakladığı cinayet, zina, içki türü edepsizliklerin artış gösterdiğini söyler ve ilave eder: “Bu durumda isyan haktır.”

Buradaki imamın Ankara olduğunu söylemeye gerek yok. “İmam,” Sait ve arkadaşlarını asar.

İslamcıların, Sait’in cenazesini aramaları ve mevlit okutup gıyabında cenaze namazı kılmaları haklarıdır. Bunda bir tuhaflık da yoktur.

Tuhaflık namazda Kürt özgürlükçülerinin saf tutması da değil. Saf tutmak “sevaptır.” Ancak büyük gericilerden öteki Said’i, “Bediüzzaman”ı da yanına katıp mezarlarının peşine düşmeleri anlaşılır gibi değil. Bunu yapmaya aday yeterince gerici “bölgede” zaten var. Böyle değil de “bölgede”ki AKP gericiliği ile yarışmak için yapıyorlarsa, bu “hassasiyet” üzerinden onlarla yarışa girmek beyhudedir.

Bütün bunlar bir yana, Kürt Sait’i fazlaca güncele taşımanın bazı ciddi sakıncaları olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.

“Uzun boylu, esmer tenli, narin yapılı ve yakışıklıydı... Giyimine özen gösteriyordu. Temiz ve şık giyiniyordu... İslamiyet’te kına ve erkeklerin göz altına sürme çekmesi, sünnettir. O da Kürt erkekleri arasında yaygın olan modaya uyarak, ağarmış sakalını kınalıyor, kirpiklerinin altına sürme çekiyordu.” (Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları, s.62)

İnanmışlığına ve korkusuzluğuna hemen yukarıya aldığım tarifi de eklersek benim tanıdığım Türkler Sait’in yakasını bırakmaz. Her an adamcağızı Orta Anadolu’lu halis Türkoğlu Türk ilan edip Kürtleri elleri böğürlerinde kalacak şekilde bırakabilirler. Öğle bir soy ağacı önünüze koyarlar ki üç bin yıl önce kurulan halis muhlis Çin devleti “Hunk Tu Devleti” nin kurucusu Hunk Han’nın peşine bile düşmek durumunda kalırsınız atamız diyerek!

Çünkü Türklerin “şanlı bir geçmiş” ve buna uygun figürler yaratmanın ötesinde işlerine gelenleri “Türk” yapmak gibi müthiş bir doğal yetenekleri de vardır... Hiç değilse bu gözetilerek Sait’e aşırı payeler verip övgüler düzmekten ve aslı astarı olmayan “misyonlar” yüklemekten yol yakınken vazgeçelim.

Türklerin kahramanlara olan ihtiyaçları hiç bitmez çünkü. İştahlarını kabartmayın.

Sonra, vallaha diyorum Kürt Sait’i “Türk” yaptıkları gibi onu modernitenin şık bir temsilcisine dönüştürebilirler. İlave edecekleri tek şey asılmasının talihsizlik olduğudur... Söylemedi demeyin!

Mehmet Bozkurt /SOL(11/07/2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder