Kozakiewicz ile Ağaoğlu, hiç tanışmamış olsalar da yaptıkları ve öne çıkardıkları ‘misyon ve hareketler’ ile aynı düzeni temsil ediyorlar. Gericilik ve anti-komünizmde fazlasıyla birleştikleri; farklı momentlerde benzer sınıfsal refleksler gösterdikleri kesin.
1980’nin yaz aylarında emperyalist kampın boykot ettiği Moskova Olimpiyatları tüm görkemiyle sürerken, Polonyalı sporcu Wladislaw Kozakiewicz, anti-komünist ve anti-sovyetik sporcular geleneğine çok yakışan bir kimlikle öne çıktı. Eksiksiz organize edilmiş bir olimpiyatta yalan söylemenin ve kara propagandaya malzeme olmanın onun için en büyük görev olduğu aşikârdı. Keza söylemleri de bu şekilde oldu:
“Olimpiyat köyüne ulaştığımızda şöyle bir etrafa baktım. Her taraf tel örgüyle kaplıydı ve askerler ortalıkta kol geziyordu. Havaalanındaymışız gibi herkesi kontrol ediyor ve arıyorlardı. Olimpiyat köyüne zaten sadece atletler girebiliyordu. ‘Bizi kimden koruyorlar?’, diye düşünmeden edemedim.”
Kozakiewicz’in sporcu olarak değil, ajan olarak geldiği anlaşılıyordu.
Hakemler problemliydi, Sovyet sporcular kayırılıyordu ve ‘diğer, tertemiz’ sporculardan biri olan kendisinin muhakkak ki hakkı yeniyordu! Kozakiewicz, “Hile yapıldığını, açıkça aldatıldıklarını ve Sovyetlerin kazanmasını sağlamak için her şeyi yaptıklarını biliyorduk” diye ilave ediyordu. Bu iddia hep dile getirildi.
Anti-komünist histeri bilindik yollara başvurmakta hiç beis görmedi. Dopingse doping, hile ise hile pekâlâ iş kılıfına uydurulabilirdi.
Ancak olimpiyatlardaki son olay spor tarihine damgasını vurdu. Kozakiewicz’in 1980’de uzun atlama branşında en önemli rakibi Sovyet sporcu Konstantin Volkov’du. Volkov yarışı kaybetti ve Kozakiewicz altın madalyaya uzandı. Şampiyon olacağından emin olduktan sonra ise emperyalist medya ve ülkeler tarafından ‘onur kolu’ (Bras d’honneur) olarak ilan edilen ve hakaret içeren kol hareketini yaptı.Sovyet sporseverlerin önemli bir bölümü, Lenin Stadyumu’nda o dönemde var olmayan ekranlar nedeniyle kendilerine yapılan bu kol hareketini göremediler. Ancak Batı medyasının etki alanındaki her televizyon, bu hareketi selamladı ve gerçek yüzlerini göstermiş oldu.
Sonrası malum. Her ne kadar kapitalizm tarafından ‘ikonik ve tarihi’ olarak selamlanan bu hareket var olsa da, önce bunun ‘eline mukayyet olamayanın’ sevinç gösterisi olduğu söylendi, sonra da ‘koluna giren spazm’ benzeri şeyler uyduruldu.
Oysaki bu kol hareketi, ülkesindeki anti-komünist güruh için bir sembol haline geliyordu. Ülkesindeki işler de zaten bu çizgide yürüyordu. Yine 1980’nin Eylül’ünde Gdansk’taki Lenin Tersanesi’nde kurulan ‘Dayanışma Sendikası’ (Solidarność) anti-komünist lider Lech Walesa’nın Polonya devlet başkanı olmasının yolunu açıyor ve Katolik kilisesi destekli anti-sovyetik bir sol yaratılıyordu. CIA ve NATO tarafından da desteklenen ve yönlendirilen karşı-devrimci oluşum, ‘sol’ dayanışmanın kapitalist restorasyon ile noktalanmasını sağladı. Sonrasında Batı Almanya’ya iltica eden Kozakiewicz, 1986’da Batı Almanya vatandaşı oldu ve kapitalist Almanya adına yarışmaya başladı.
Ana akım spor medyasının sevgilisi Kozakiewicz, kapitalist sporun ajan Orwell’ı oluverdi.
Yıl 2020. Türkiye Kupası finalinde Trabzonspor ile Alanyaspor arasındaki maçın son anlarında bu kez Trabzonspor’un şampiyonluğu kesinleşince ‘başkan’ Ağaoğlu tribündeki yerinden kalktı ve 1980’de Kozakiewcz’in yaptığı hareketin bir benzerini Alanyasporlulara karşı yaptı. Hareket çirkindi ama içinde yaşadığımız düzenin yarattığı çirkinliklerin yanında esamisi okunmuyordu.Çok geçmeden de gündemden düşürüldü. Peki, Ağaoğlu kimdi, yoksa ‘imitasyon bir direniş’in mi timsaliydi, çağdaşı anti-komünist Kozakiewicz gibi? Birkaç seçenek öne çıktı. Kısa zaman önce yine bir Alanyaspor maçında sahaya dalmakta ve kavga etmekte beis görmeyen Ağaoğlu, Alanyaspor yönetimine rövanşist bir hamle mi yapmıştı? Yoksa Ağaoğlu, İstanbul takımlarına bir göndermede mi bulunmak istedi ve bu bir başkaldırı ilanı mı sayılmalıydı?
Ya Başakşehir? AKP içi fraksiyon savaşlarının neticesinde kaybedilen şampiyonluğun bir ter boşalması da olabilirdi bu kol hareketi.
Ya da hepsi…
Sorular çok ama her şeyden öte Ahmet Ağaoğlu neyi temsil ediyordu? Sahaya dalmasından ve ceza almasından 15 gün sonra bu hareketi yapabilecek kadar ‘cesaret sahibi’ bir kişi için azmettiren ne idi?
Ancak Ağaoğlu her şeyden önce bir patrondu ve düzen o ve onun gibilerinin düzeniydi. O yüzden ‘başkana yakışmadı’ ifadelerinin bir karşılığı yoktu. Rahattı ve kendisine ceza verilmeyeceğini ya da göstermelik bir uygulama ile konunun hasıraltı edileceğini tahmin ediyordu. Kapitalist düzene ve onun aktörlerine yakışan buydu zaten, ‘başkana’ yakışmaması için bir gerekçe yoktu.
Dedik ya, düzen onun düzeniydi, hem bize ne oluyordu?
Anlaşılan o ki, ‘Kozakiewicz ruhu’ bu kez tribünlerdeydi.
Sonu ne mi oldu? İğrenç hareketin cezasının içeriği ve akıbeti bir süre gizliliğini korudu ve ardından Ağaoğlu’na 75 gün hak mahrumiyeti ile 63 bin TL para cezası verildi. Ancak görülüyor ki, 15 gün içerisinde iki benzer hareket yapan Ağaoğlu’nun yeni futbol sezonunda hareketlerini yenilemesi kaçınılmaz olacak. Çünkü tıpkı 1980’de binlerce sporseverin önünde Sovyet insanına yapılan aynı iğrençlikteki kol hareketi gibi, düzenin ‘kol hareketi üretimi’ de, patroncu düzen de, anti-komünizm de ortalık yerde durmaya devam ediyor.
Birisi göklere çıkarılmıştı, diğeri kendini tekrarlıyor.
Kozakiewicz ile Ağaoğlu doğrudan tanışmasalar da aynı düzeni hem benzer hem de farklı saiklerle temsil ediyor ve ortaklaşıyor.
Sorunun cevabı belli ama yine de sormak gerekiyor.
Peki, tam 40 sene sonra anti-komünist Kozakiewicz ile gerici patron Ağaoğlu’nu ne birleştiriyor?
Kapitalizmin tarihsel bir referansla ‘onur kolu’ diye adlandırdığı hareket ve bu iğrenç düzen, yıllardır onurumuzu kırıyor.
İSMAİL SARP AYKURT / SOL