18 Ekim 2020 Pazar

İddianame olarak 93'üncü yılında Nutuk ve bir öneri - Mehmet Bozkurt / SOL

 'Nutuk’ta kullanılan belgelerin değerlendirilmesinin tarihçilere bırakılması fikrine uzak düşüyorum. Bana göre burada sunulan belgeler her iddia sahibinin iddiasını kanıtlamak için iddianamesine eklediği eklentilerdir.'


15 Ekim 1927 tarihinde Mustafa Kemal Paşa şimdi Cumhuriyet Müzesi olan ikinci meclisin genel kurul salonunda alkışlar arasında kürsüye çıkarak “Büyük Nutuk”u okumaya başlar. 

Altı gün, günde altışar saatten otuz altı saat, dakikası da var, otuz bir dakika, boyunca, 15 Mayıs 1919’da ülkenin bulunduğu genel durumdan başlayarak, sıra gözetmeden yazıyorum; Kurtuluş Savaşı'na giden yolu, kongreleri, meclisin açılışını, meclisteki tartışmaları, gruplaşmaları, iç isyanları, bilhassa Çerkes Ethem’i, İstanbul hükümetiyle olan gerilimli ilişkileri, Kurtuluş Savaşı ve cepheleri, çekilen güçlükleri, Şeyh Sait isyanını, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı, bilhassa fırkanın kurucusu paşaları, kendisine yönelik yapılan suikast girişimini ve tüm bu başlıklardaki kişisel tutumunu anlattıktan sonra gençliğe yaptığı sesleniş ile alkışlar arasında kürsüden iner. 

En yakın dostlarından Çankaya yaranı olarak bilinen dönemin ünlü gazetecisi Falih Rıfkı (Atay) Nutuk için "Benim samimi düşüncem, hiç yazmaması idi. Bütün o vesikalar, tutanaklar dosyalarda kalacağı için tarihçiyi hükümlerinde daha serbest bırakmalı idi" diye yazar. 

Nutuk’ta kullanılan belgelerin değerlendirilmesinin tarihçilere bırakılması fikrine uzak düşüyorum. Bana göre burada sunulan belgeler her iddia sahibinin iddiasını kanıtlamak için iddianamesine eklediği eklentilerdir. Yani sakınca, kuşkusuz yine bana göre; belgelerin, aynı anlama gelmek üzere eklentilerin Mustafa Kemal Paşa tarafından dayanak olarak kullanılmasında değil, tarihçinin Nutuk’u tek başına tarihsel bir belge, bir referans kaynağı olarak ele almasındadır.  

Nutuk bir iddianame olmasının yanı sıra  "ben"i merkeze alan kişisel bir anlatı, bir hatırattır aynı zamanda. Hatıratlarda zihnin kendini olumlayan seçiciliği genel bir doğrudur ve "unutma" insana dairdir! Hadi anlatının yapıldığı 1927, anlatılana pek çok yakın olması nedeniyle "unutma" ihtimali pek düşük olsun. Tamam, amenna ama yine de anlatanın hemen peşine takılmak yerine her tarihçinin, her tarih meraklısının sahip olması gerektiğine inandığımız ve adına "kuşku" dediğimiz "şeytan"ın devreye sokulması yerinde olacaktır. Bu, aynı dönemde yazılmış başka hatıratların tanıklığına başka değerlendirmelere başvurulması anlamına gelmektedir. Bunun da yolunun çapraz okumadan geçtiği bilinmektedir.

Nutuk aynı zamanda bir iddianamedir dedik. Üstelik iddia sahibinin iddialarının bir bölümünü üzerinden çok da zaman geçmeden geri çektiği, bir bölümünün de ölümünden sonra geri çekildiği ve ağır bir dile suçlananların itibarlarının iade edildiği biliniyor iken Nutuk’un, yineliyorum, yalnız başına referans olarak kullanılmasının pek çok sakıncaları vardır. 

Bir de Nutuk ile ilgili yazılanlar var. Bunlardan biri Prof. Dr. Suat Sinanoğlu’na ait. Türk Tarih Kurumu’nun 1961 yılında yapmış olduğu bir konuşma. Çok eski, bunu saymayız diyecekler için yazıyorum, halen aynı şekilde düşünen çok sayıda insanın olduğundan emin olabilirsiniz. Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’taki ben merkezciliğine dairdir. Bunun Mustafa Kemal’in "içtenliği" olarak değerlendirilmesi sahiden de pes dedirtecek türdendir:

"Nutuk, tarihi eser olarak ele alındığı zaman, ilk olarak ortaya çıkan mesele eserin objektif olup olmadığıdır. Çünkü eseri kaleme alan tarihçi aynı zamanda anlattığı tarihi olayların başlıca kahramanıdır. Kasten veya farkında olmadan olayların tefsirinde tek taraflı davranmış, kendine gerçekte hakkı olduğunda daha büyük bir pay çıkarmış olabilir. Böyle bir şüphenin tetkikçide uyanması tabii ve meşrudur…"

Buraya kadar güzel. Mustafa Kemal Paşa kasten ya da farkına varmadan her şeyin yapıcısının kendisinin olduğunu ileri sürebilir. Olabilir ama bunu kötüye yormamak gerekir çünkü… Sinanoğlu devam ediyor: "… Atatürk bu davranışında gerçekten samimidir. Çünkü o her yaptığını Türk milletinin yüksek meziyetleri sayesinde yapmaya muvaffak olduğuna içten inanmıştır. O, bir bakıma kendinden ‘Türk milleti’ diye bahseder…"    

Eh, bu durumda ne yapsın Kâzım, Rauf, Refet, Ali Fuat, Cemal… İsmet ve Fevzi’yi saymıyorum çünkü onlar çok önce "rızalık" aldıklarından liste dışıdır.

Listeledim. Saydım, ismi en çok zikredilen, Rauf’tur. Rauf Orbay ismi tam olara 112 kez zikredilmiştir. Sonra sırasıyla Mersinli Cemal: 81, Refet Bele: 76, Kâzım Karabekir: 71, Ali Fuat: 66. Tümü Amasya Genelgesi’nin, o ünlü ihtilal bildirgesini imzalayıp savaş boyunca cephede ve Meclis’te Mustafa Kemal’in emir ve komutasında savaşmıştır. Rauf Orbay Başbakanlık yapmış, Refet Bele cephe komutanlığının yanı sıra İçişleri Bakanlığı yapmış, Ali Fuat Kuva-yi Milliye Umum Komutanlığı ardından Moskova Büyükelçiliği’nde bulunmuş, Kâzım Karabekir ve Cemal Paşalar ordu komutanlığı yapmışlardır. Kısacası tümü savaş sırasında ve sonrasında en üst seviyede sorumluluk almış olup, Mustafa Kemal’in yakın çalışma arkadaşlarıdır. Yalnızca çalışma arkadaşı da değil aynı zamanda oturup yarenlik ettikleri sofra arkadaşlarıdır. Hele de Ali Fuat Cebesoy, anılarında yazdığına göre Mustafa Kemal’e rakı içmeyi öğretendir. 

Cumhuriyetin ilanından önce Mustafa Kemal’in "tek adam" olacağı endişesiyle alttan alta başlattıkları muhalefetin parti kurmaya karar verip su yüzüne çıkması ve 1925 yılının başında patlayan Şeyh Sait İsyanı'nın kışkırtıcısı suçlamasıyla kısa bir süre önce kurdukları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ve 1926’ya gelindiğinde ünlü suikast davasında sanık olarak mahkeme huzuruna çıkarılmaları… Ve, evet, biraz uzunca olacak ama 1927 Nutuk:

"Baylar, olup bitenler de gösterdi ve kanıtladı ki, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programı, en hain kafaların ürünüdür. Bu parti, yurtta cana kıyınların, gericilerin sığınağı ve dayanağı oldu; dış düşmanların yeni Türk Devletini, körpe Türk Cumhuriyetini yıkmayı öngören planlarının kolaylıkla uygulanmasına yardım etmeye çalıştı. (…)  Baylar, yeni parti, adındaki 'İlerici' ve 'Cumhuriyet' sözcüklerinin tam karşıt anlamlarıyla gelişmiştir. Bu partinin ileri gelenleri, gerçekten gericilere umut ve güç vermiştir.(…) Baylar, 'İlerici' ve 'Cumhuriyet' sözcükleri kullanarak, bizden ve ulus aydınlarından din bayrağını gizlemeğe çalışanların, ülkede genel bir gerilemeye ve ayaklanmaya yol açmak için içeride ve dışarıda, türlü düzenlerle ve kışkırtmalarla uğraşanların varlığını bilmedikleri düşünülebilir mi?"

Bu sözlere şiddetli itiraz iki ayrı isimden gelir: Rauf Orbay ve Halide Edip Adıvar… Tahmin edilebileceği gibi ikisi de o tarihte yurt dışındadır!

İçerdekiler mi?

Şöyle oldu:

Hiç olmamışlar gibi oldular! 

Yalnızca Kazım Karabekir biraz heveslenir gibi oldu ve  "İstiklal Harbimizin Esasları" adı altında, Nutuk’a muhalif dozu yüksek, hayli kapsamlı "söz yarışının" yapıldığı siyasi anılarını da kapsayan bir kitap yazmaya kalktı. Kitabın piyasaya çıkacağı öğrenilince Kılıç Ali matbaayı bastı, kitaplar toplatılıp imha edildi. Uğur Mumcu’dan; matbaa baskınından sonra Karabekir’in evinin ziyarete tabi tutulduğunu, kitabın hazırlanmasında kullanılan bütün belgelere el konulduğunu, söz konusu olan kitabın ancak 1951 yılında basılabilmiş ve okuyucuyla buluşmuş olduğunu da öğreniyoruz. 

Nutuk’ta fena halde haşlanan diğer "yaranlar" ise anılarını ancak Mustafa Kemal’in ölümünden sonra yayımlayabilmişlerdir.

Mustafa Kemal Paşa ile ilk barışan, hiç olmamış gibi olanlardan Ali Fuat Cebesoy’dur. Suikast davasında yargılanıp aklanan Cebesoy anılarında yazdığına göre Nutuk’un okunmasından yedi ay önce, 18 Mart 1927 akşamı Mustafa Kemal Paşa tarafından Çankaya Köşkü'nde yemeğe çağrılmıştır. Yineliyorum, suikast davasında ipten döndükten yedi ay sonra… Şimdi Ali Fuat’tan aktarıyorum sözler suikast davası üzerinedir ve Ali Fuat kendi demesiyle hayli asabidir: 

"…Bu halimi ince zekâsılay fark eden Gazi, beni yemek salonunun bir köşesine götürdü. Orada bana nazikâne ikazlarda bulunurken her hakikati tamamiyle bildiğini, bu esnada haksızlığa da uğradığımızı söyledi. Benim meşum ve sefil teşebbüslere katılabileceğimi hiçbir vakit hatırına getirmemiş olduğunu anlattı.(…) Bana, eski dostluğumuzdan, gençlik hatıralarından bahsetmeğe başladı. Çok mütehassıs olmuştum."

İpten dönene ve yedi ay sonra "hain kafa"lardan biri olacak olan Ali Fuat’ın anlattıkları bunlar. Kuşkusuz burada benim de tereddütsüz inandığım rakının o mucizevi gücünü o harika rahatlatıcı özelliğini ileri sürecekler olacaktır ancak insan merak ediyor yedi ayda ne değişti de Amasya imzacıları "hain" ilan edildi.

Ali Fuat Nutuk okunduktan sonra sessizliğe bürünüyor. Hatıraları var ve hatıralarına göre Gazi altı yıl sonra Ali Fuat’ı bir kez daha Ankara’ya davet ediyor. Gene sofradalar. Sofra kalabalık ve rakı içiyorlar:

"1933 yılının 6/7 Haziran gecesi, sofrasında bazı davetlilerin de hazır bulunduğu bir sırada Gazi, Ruşen Eşref Bey’i yanına çağırarak ona, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Konya’dan müstakil mebusluğumu terviceden (destekleyen) şu beyannameyi yazmıştı…"  Ali Fuat Cebesoy milletvekili oluyor.   

Sıra da Refet var.

Gazi bu defa Ali Fuat Paşa’nın aracılığıyla Refet Paşa’yı çağırıyor. Refet tabii ki hemen geliyor. Bu defa bir balodalar. Mustafa Kemal’in Refet’e şampanya ısmarladığını yazıyor, Ali Fuat. Ve gene Ali Fuat’ın demesine göre, Refet pek keyifleniyor. Şampanyadan mı, kendisine önerilen milletvekilliğinden mi burası meçhul ama Refet 1935’de boşalan bir milletvekili koltuğuna oturuyor!

Rehabilitasyon süreci Mustafa Kemal’in ölümünden sonra da devam ediyor. Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay   1939’da milletvekili yapılıyor. Karabekir’in meclis başkanı olduğuna da işaret etmem gerekiyor. 

Bir öneriyle bitiriyorum:

Nutuk’un bundan sonra yapılacak yeni baskılarında ya ek olarak ya da dip not olarak yapılan bu itibar iadelerinin kayıt altına alınmasını öneriyorum. Bunun okuyucuların hiç değilse bir bölümünü başka kaynaklara da yönlendirebileceğini düşünüyorum…

Mehmet Bozkurt / SOL


KAYNAKLAR:

Nutuk, Türk Tarih Kurumu, 2.cilt, Ankara, 1989

Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş Yayınevi, İstanbul, 1984

Prof. Suat Sinanoğlu, Nutuk Nedir, Ne değildir, Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2005

Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1960

Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1990  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder