15 Kasım 2020 Pazar

Cehalet bilimi, cehaletin bilimi (IV-V-VI) - Özdemir İnce / Cumhuriyet


 

(ıv)

Genç muhabir arkadaşımız Sefa Uyar, adı üniversite olup medrese zihniyetli Dumlupınar Üniversitesi(!) tarafından düzenlenen bilimsel (!) kongrede tanık olduğu “şeyler”i yazmayı sürdürüyor (26.10.2020). “Şeyler”den biri de bilimsel çalışma yapan bilimcilerin “ateist” ilan edilmesi. Diyanet İşleri Başkanlığı, TÜGVA, TÜRGEV, İlim Yayma Cemiyeti ile tarikat ve cemaat bağlantılı vakıflar, AKP’ye yakın kuruluşların yer aldığı kongrenin sonuç bildirgesinde özetle şunlar kaydedilmiş:

***

“ ‘Din ayrı, bilim ayrı’ düşüncesi materyalist felsefenin ürünüdür. Bilim dünyası yaklaşık 200 yıldır ateizmin tesiri altında. Bilim, Allah’ın kâinattaki eserlerini inceleme sanatıdır. Eğitimin bütün safhalarında ilimler tevhidi bakış açısı ve üslupla ele alınmalı. Bunun sonucu olarak gençlerimizin hem taassuptan hem de onları inançsızlığa sürükleyen hile ve zihinlerine atılan şüphelerden kurtulacakları; böylece ailesine, vatanına, milletine bağlı mükemmel insan modelinin ortaya çıkacağı aşikâr” diye buyurmuşlar.

***

Din ayrı, bilim ayrı değilmiş, ayrı değilse iç içe mi, bitişik mi? Bilimciler, din kitaplarının evren ve dünya tasarımını materyalist filozoflardan çok önce söz ettiler.. Şunu bunu bırakalım evrenin düzeninin gerçekliğinin kutsal kitaplarda yazılanlara uymadığının düşünülmeye başlamasıyla bilim dinin sultasından kurtulup eğemenliğini kazandı.

Öncesini atlayıp Nikolas Kopernik’ten başlayalım: Kopernik, “De revolutionibus orbium coelestium” (Göksel kürelerin devinimleri üzerine) başlığını taşıyan başyapıtında Güneş Sistemi’nin tarifini yapmış, gezegenlerin Güneş’in merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini ileri süren “gün merkezlilik” yasasını savunmuştur. Bu yasa, modern astronomik ve bilimsel gelişmelerin başlangıcı ve bilim tarihinin bir dönüm noktasını oluşturmaktadır.

***

Kopernik ve kilisenin engizisyon mahkemesi tarafından yargılanan Galileo Galilei gerçekten ateist miydiler, yani allahsız ve kitapsız mı idiler? Hiç sanmam! Amma ve lakin, günümüzde “bilim” denen beyin ve deneyim ürününü “ateistlik”le damgalamak olsa olsa hödüklüktür. Tesla der ki: “Kilisenin, (cami ve sinagog) çatısına paratöner takıldığından bu yana din ile bilim kavgası sona ermiştir.” Bizim profesörcülerin bunu düşünecek kadar aklı yok mu?

***

Genç muhabir arkadaşımız Sefa Uyar yazıyor: “Kongrede Dr. Abdülkadir Çoban, ‘Kuran ve bilim ışığında yaratılış açısından suyun yeri ve önemi’ başlıklı bildirisi ile yer aldı. ‘Yanıcı özelliğe sahip iki hidrojen ile yakıcı özelliğe sahip olan bir oksijenden söndürücü özelliğe sahip olan suyun yaratıldığını’ söyleyen Çoban, suyun kullanım alanlarına işaret ederek suyun tabiatın eseri olmasının imkânsız olduğunu iddia etti. Çoban, ‘Suyun, mezkur özellikleri taşımasının kendi kendine olması veya tesadüfen vücut bulması ya da tabiatın eseri olması imkânsızdır’ ifadelerini kullandı.”

***

Tanrı bir kimyager gibi neden hidrojen (H2 ) ile oksijeni (O) birleştirip suyu (H2 O) keşfetsin, “Su olsun!” der, su olur. Evreni “Ol!” diyerek yaratmadı mı? Tanrı’yı basit bir kimyagere indirgemek hiç de bir Müslümana yakışmaz. Dr. Abdülkadir Çoban’ın kim olduğunu araştırdım, Erzurum Binali Yıldırım Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biokimya Anabilim Dalı’ndan Prof.Dr. Taha Abdülkadir Çoban galiba. Kendileri suyun “kendi kendine olması veya tesadüfen vücut bulması ya da tabiatın eseri olması imkânsızdır” iddiasındadır.

***

Rastlantı bu ya 23 Ekim 2020 tarihli “Herkese Bilim ve Teknoloji” adlı dergide, Scientific American adlı dergiden bir aktarma var: Yazının adı “İlk Su Nereden geldi”. Yazarı Columbia Üniversitesi’nden astrobiyolog Calep A.Scharf. Scientific American adlı dergi Prof.Dr. Çoban’ın su konusundaki görüşlerini kesinlikle yayımlamaz! Adı geçen dergi ateist olduğu için değil, Prof.Dr. Çoban’ın görüşleri çağdaş bilime aykırı olduğu için yayımlamaz. Prof. Dr. Çoban’ın bu görüşlerini Türkiye’de yayımlanan “Herkese Bilim ve Teknoloji” adlı dergi de yayımlamaz. Ancak mürteci dergilerde yayımlayabilir.

***

Kaderin cilvesine bakın ki Cumhuriyetin kuruluşunun 97. yılında, bir Cumhuriyet üniversitesinin düzenlediği bir bilimsel toplantıda Cumhuriyetin profesörleri(?) bu türden irtica zırvalarını bilimsel görüş diye yutturmaktalar.

 (V)

Cumhuriyet gazetesi (26.10.2020) muhabiri Sefa Uyar yazıyor: “Kütahya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kazım Uysal, bildirilerin tamamlanmasının ardından düzenlenen kapanış töreninde, kongrenin sonuç bildirgesini okudu. Tanzimat’tan itibaren ‘Batılılaşma’ adına her türlü kültür ve ahlaki değerlerden büyük oranda uzaklaşıldığını öne süren Uysal, Batı kaynaklı eğitimle güzel ahlakın, kişiler arasında emniyet ve sadakatin bozulduğunu iddia etti. Uysal, ‘Bunun birinci sebebi kâinattaki bütün varlıkların tesadüfler, sebepler ve tabiatın eseri olarak meydana geldiği şeklinde verilen eğitimdir. Böyle bir eğitimle yetişen gençler, kendisinin de tesadüfen meydana geldiğini, hayatın bir gayesinin olmadığını zannetmekte. Helal-haram tanımamakta, milli ve manevi değerlerine yabancılaşmakta’ ifadelerini kullandı.”

***

Bay Rektör’ün iddiasına göre toplumumuz Türk aydınlanmasının başladığı Tanzimat’tan bu yana her türlü kültür ve ahlaki değerlerden büyük oranda uzaklaşmış... Bu hafifmeşrep cümle Cumhuriyet devrimi düşmanlarının yüz yıldır gevelediği mürteci itirazı özetlemektedir. Bu, “Batılılaşma” değil, “çağdaşlaşma”, çağının çağdaşı olma çabasıdır; bu aydınlanma iradesi ve bilinci, bilimi rehber yapmış uygar uluslar ailesine katılma sevdasıdır.

Şu anda Arap ve Acem dil ve kültürlerinin sultasından kurtulmuş kültürümüz artık “ulusal” bir kültürdür. Osmanlı’nınki gibi taklit ya da piç kültür değildir.

***

Bay Rektör’ün hayran olduğu “güzel ahlak” içinde cahiliye döneminin kalıntılarını barındıran Arap-İslam ahlakı olup evrensel ahlak sınavında asla geçer not alamaz. Teokratik bir düzenin ürettiği ahlak anlayışı, çağdaş hümanist değerler karşısında ancak ortaçağ kalıntısı olabilir. Bir köle düzeninin etik dışı değerlerini övmek bir öğretmene yakışmaz. Bu ahlakın topraklarında kulluk-kölelik her zaman vardı, şimdi de var; insan sömürüsü var, eşitsizlik var, özgürlük yok; hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet var, kadın düşmanlığı ve ticareti var; sübyancılık ve porno var! Bay Rektör bize bu rezilliklerin övgüsünü yapıyor.

***

Bay Rektör, laik eğitim-öğretimin ürünü gençlerimizin, Allah-kitap tanımadığını, milli ve manevi değerlerine yabancılaşmakta olduğunu iddia etmekte. İyi de bu yoz gençler neden imam hatip ürünlerinden çok daha başarılı? Neden? 1923’ten bu yana, her alanda (bilimci, mimar, mühendis, doktor, yazar, ressam, arkeolog, fizikçi, kimyacı, matematikçi vb.) ulusumuzun yüz akı olmuş insanlarımız arasında Bay Rektör’ün hayranı olduğu üfürükçü ve mürteci anlayışın kaç evrensel temsilci var? Hiç!

Bay Rektör’ün mensubu olduğu kitle “helal-haram”ı tanıdığı için mi ülkemizi soğan gibi soymakta? Devlet kasasını 5 dolara muhtaç etmekte?

***

Cumhuriyet muhabiri Sefa Uyar, Ayhan Küflüoğlu (*) diye birinden söz ediyor: “Bilimin seküler ve laik olamayacağını, ‘ateist ve deist’ olabileceğini iddia eden Küflüoğlu, bilimin ‘ne, neden, nasıl’ gibi sorular sorduğunu ancak kim sorusunu sormadığını belirtirken ‘Bilimsellik, kimsesiz bir evren tarifi yapmıştır’ dedi. ‘Kâinattaki eserlerin ustasının kim olduğunun sorulmadan, neden ve nasıl oluştuğunun açıklanamayacağını’ iddia eden Küflüoğlu, olayların bilimsel olarak açıklanmasının ‘kendi kendinelik’ bildirdiğini ve bu ifadelerin ‘ateist ve deistik’ olduğunu öne sürdü.”

***

Bilim, sadece seküler ya da laik olduğu için değil, ama evrenin sahibinin “kim” olduğunu sormadan, sormaya gerek görmeden varoluşunun nasılını, nedenini sorup araştırdığı için bilimdir! “Mal sahibi, mülk sahibi, hani onun ilk sahibi” demeden “ne ve nasıl” olduğunu, bilinmeyen gerçeği aramak ateistlik ise bunun hiçbir sakıncası yok. Tanrı’yı ya da Allah’ı bilimsel bilim araştırmaz; teologlar, keşişler, mutasavvıflar arar. Gerçek bilimin çalışmalarında “akıl” dışında inanç ve imana ihtiyacı yoktur. Aşkla kullandığınız teknolojiyi inanç ve imanınız mı yarattı?

***

Deizme göre Tanrı şimdiki zamana karışmaz, kişisel değildir ve asla vahiy aracılığıyla bir din oluşturmamış ya da insanlığa hitap etmemiştir. Küflüoğlu’na göre Tanrı’ya inanmak yetmiyor, ille de bir peygambere, bir dine inanmak gerekli, Hz. Muhammed’e ve İslama inanmak zorunlu. Ama bu da yetmiyormuş: Bay Küflüoğlu gibi Said Nursi’ye “üstat” demek gerekiyormuş...

(*) İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü’nde memur.

(VI)

Sefa Uyar’ın haberinden (Cumhuriyet, 26.10.2010) öğrendiğimize göre Atatürk’e “Deccal” diyen Said Nursi’nin “üstat” unvanıyla anıldığı Yaratılış Kongresi’nde Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kazım Uysal da bir balık türünün göç ve yumurtlama dönemleri üzerine bir sunum yapmış: “Anadrom salmonlarının esrarengiz göçleri” başlıklı sunumda, balığın bazı göç hareketlerini yapabilmesi için “şuura” sahip olması gerektiğini ancak olmadığını belirterek doğal hareketleri “Allah’ın hikmeti” olarak yorumlamış.

***

Gülelim mi, ağlayalım mı? Caretta carettalar da, bütün göçmen kuşlar da, her hayvan türü de kendine göre aynı şeyleri tekrarlıyor. Bu tekrarlarda “Allah’ın hikmeti”ni bulacaksan neden boş yere araştırma ve inceleme yapıyorsun? Milyonlarca yıllık tekrarlanan bir eylemin genler aracılığıyla yeni kuşaklara aktarımı bu. Köylerde sığırı belli otlak yerine götürüp bırakırlar, hayvanlar güneş batarken evlerine dönerler. Eşekler sürücüleriyle birlikte evlerine dönerken belli bir noktada anırır. Bunun içgüdüsel nedenini zoologlar ve hayvan psikologları çok iyi bilir. Bre Bay Rektör, “Allah’ın hikmeti”nin olduğu yerde bilimsel araştırma mı yapılır?

***

Daha önce de değinmiştim: Rektör Uysal, bildirilerin tamamlanmasının ardından düzenlenen kapanış töreninde, kongrenin sonuç bildirgesini okumuş. Tanzimat’tan itibaren “Batılılaşma” adına her türlü kültür ve ahlaki değerlerden büyük oranda uzaklaşıldığını öne süren Uysal, Batı kaynaklı eğitimle güzel ahlakın, kişiler arasında emniyet ve sadakatin bozulduğunu iddia etmiş. Uysal, “Bunun birinci sebebi kâinattaki bütün varlıkların tesadüfler, sebepler ve tabiatın eseri olarak meydana geldiği şeklinde verilen eğitimdir. Böyle bir eğitimle yetişen gençler, kendisinin de tesadüfen meydana geldiğini, hayatın bir gayesinin olmadığını zannetmekte. Helal-haram tanımamakta, milli ve manevi değerlerine yabancılaşmakta ifadelerini kullanmış. 

***

Vallahi taaccüp ettim, yani şaşakaldım! Bay Rektör’ün itiraz ettiği şeyler bilimsel olgular ve bilgiler. Kutsal kitapların, evrenin ve insanın doğası üzerine yazdıkları kesin bilgilerse bilime ne gerek var?

“Bilim, neden, merak ve amaç besleyen fiziki evrenin deney, gözlem, düşünce aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik disiplinler bütünüdür. Bilimin diğer tüm disiplinlerden en farklı karakteristiği, savunmalarını somut kanıtlarla sunmasıdır. Ve bu da bilimi en güvenilir bir disiplin olarak günümüze kadar birçok alt dala bölmüş, insanların daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasına, bilinmeyen olguları bulmamıza ve yeni şeyler öğrenmemize ön ayak olmuştur. Tüm bilim dalları evrenin bir bölümünü kendine konu olarak seçer, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışır. Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası olarak tanımlar.”

***

“Üniversite ya da diğer adıyla yükseköğretim kurumu, en üst seviyede öğretim verilen, araştırma yapılan ve bilgi üretilen kurumlardır. Araştırma alanları çoğunlukla (doğa bilimleri, sosyal bilimler gibi) çeşitli disiplinlere ayrılan üniversiteler genellikle yüksekokul, lisans ve lisansüstü okullarından oluşur. Araştırma görevlileri ya da akademisyenler, yaptıkları özgün çalışmalar dolayısıyla doçent, profesör gibi çeşitli unvanlarla ödüllendirilir.” Üniversite üzerine sıradan ve anonim bir tanım okudunuz.

Bilim ve üniversite tanımlarından sonra Bay Kazım Uysal’ın “Prof. Dr.” ve “Rektör” sıfatlarına sahip olmasına şaşırıyor insan. Bir bilim adamı gibi değil, bir mahalle camisi imamı gibi konuşuyor. Bir cami imamının evren, dünya ve insana dair yorumlarının Kuran kaynaklı olması çok doğal. Ve onunla tartışılmaz. Ancak aynı şeyleri bir Prof. Dr. ve rektör tekrarlarsa “Gerçek iktidarın fikri iktidar” olduğunu ve kendi cenahlarının buna sahip olmamasından yakınan R. T. Erdoğan haklı çıkar.

***

Çünkü bilimsel bilgilerin öğretildiği okullarda sadece pozitivist ve materyalist öğretim yapıldığını iddia ederek bu okulları karalamak çağdışı ve mürteci bir dogmadır. Çok yazık!

Özdemir İnce / Cumhuriyet


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder