(5) Milliyetçiler 100 yıldır aynı siyaseti izliyor
Doç. Dr. Behlül Özkan, Türk milliyetçiliğinin tarihsel kökenini hatırlatarak, “Türk milliyetçiliğinin son 100 yılda siyaseti hiç değişmedi. Bu ‘beka’ kaygısıydı” diyor.
AKP-MHP iktidarının milliyetçilik açısından konumu nedir? Bugün iktidarda nasıl bir milliyetçilikle karşı karşıyayız?
Bunu tarihsel bir koalisyon olarak görüyorum. İlk olarak, bu tarihsel koalisyonun arka planını 1970’lerdeki 1. Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti oluşturuyor. 1970’lerde kurulan 1. MC’nin kökeni antikomünizmdi. Antikomünizm adı altında sola, sendikalara ve öğrenci hareketlerine karşı kurulmuş bir ittifaktı. Bugünkü AKP-MHP koalisyonunun kurumsal arka planı orada var. İkinci olarak, 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası Türkiye’de resmi ideolojinin Türk-İslam sentezine kaymasından bahsetmek gerekiyor. Türkiye solunun bir kısmı, ulusalcılar ve kendisini Kemalist olarak tanımlayanlar orduyu laikliği savunan bir kurum olarak görüyor. Fakat Cumhuriyet tarihi bize böyle demiyor. Ordunun önceliği çok uzun zamandır laiklik değil. Tam tersine, dinle soslandırılmış bir milliyetçilik 12 Eylül sonrasında Türkiye’nin resmi ideolojisi haline getirildi. Bugün Cumhur İttifakı’nın savunduğu Türk-İslam Sentezi tarzı milliyetçilik yeni bir oluşum değil. MHP, 1960’ların ikinci yarısındaki gelişmelere bağlı olarak seküler milliyetçi çizgiden Türk-İslam Sentezi çizgisine kaydı. Cumhur İttifakı’nın benimsediği milliyetçilik Türk-İslam milliyetçiliğidir. Bu yüzden 12 Eylül’ün resmi ideolojisini son derecede savunan ve benimseyen bir milliyetçilikten bahsediyoruz.
MHP’NİN YURTDIŞIYLA YAKIN İLİŞKİSİ VARDI
MHP’nin ve Türkiye’nin İslamizasyon tercihi bireysel olmadı. MHP’yi sadece Türkiye’nin yerel şartlarında oluşmuş bir parti olarak göremeyiz. MHP Soğuk Savaş dönemi partisi… Türkiye’nin ait olduğu Batı blokunda egemen olan antikomünist ideolojiden MHP çok etkilendi. MHP’nin yurtdışıyla yakın ilişkileri vardı. Almanya bunların başında geliyor. Türkeş’in siyasi kariyerine baktığımızda 1945 sonrasında ABD’ye gidip geldiğini görüyoruz. 1960’larda CIA’nın Ankara görevlisi Ruzi Nazar ile Türkeş’in yakın ilişkileri olduğu görülüyor. Batı blokundaki antikomünizmin yalnızca milliyetçilik öznelinde değil, dinle sentezlenmiş bir milliyetçilik olarak görülmesi gerekiyor. MHP’nin bunu kabullendiğini görüyoruz. Bu adeta bir zorunluluktu. Ve bu dönüşüm MHP’nin yalnız başına aldığı bir kararla gerçekleşmedi. Bu dönüşümün etkisiyle Necip Fazıl Kısakürek 1977 seçimlerinde MHP’yi destekledi. Ve MHP’nin kullandığı slogan Necip Fazıl tarafından bulundu: “Oklar tirkeşe, oylar Türkeş’e.” Necip Fazıl’ın 1977 seçimlerinde MSP’den MHP’ye geçmesi İslamizasyonun çarpıcı örneğidir.
İSLAMİZASYON SERMAYENİN DESTEĞİYLE YAPILDI
Bir röportajınızda “Dini kavramlar kapitalizmin yaşatılması, kapitalizme karşı çıkacak direniş noktalarının yumuşatılarak bertaraf edilmesinde önemli rol oynuyor” diyorsunuz. Peki, milli kavramlar kapitalizmin sürekliliği açısından nasıl bir role sahip?
Türkiye’deki antikomünizmi yalnızca MHP’ye indirgemek doğru değil. Bunun sınıfsal arka planını unutmamak lazım. Bugün Türkiye’de 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Türkiye’nin büyük sermayesi sosyal medyada Atatürk ve Cumhuriyet ile ilgili paylaşımlarda bulunuyor. Ama aynı sermayenin 1960’lı yıllarda orduyla birlikte imam hatipleri nasıl desteklediğini ve antikomünizm mücadelesinde cemaatleri bu mücadeleye nasıl dâhil ettiğini biliyoruz. İslamizasyon Türkiye sermayesinin desteğiyle yapıldı. Türkiye siyasetine Şerif Mardin’den ilhamla bakılan bir tarz var. Bu tarza göre merkezde seküler, laik, Atatürkçü bir ordu ve bürokrasi var. Bu merkez, çevredeki İslamcı cemaatleri ve sivil toplumu baskı altına alıyor. Ben bunun tam tersi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de Soğuk Savaş devlet yapılanması var. Ve bunun en önemli aktörleri olarak sermaye, ordu ve MHP var. Çevrede ise yükselen işçi ve öğrenci hareketleri, daha demokratik, daha adil ve paylaşımcı bir ekonomik düzen talep eden kesimler var. Bu kesimleri ve sendikaları bastırmak için cemaatler ve MHP merkezden örgütlenerek çevreyi kontrol etmeye çalışıyor. TTB ile ilgili tartışma bu açıdan çarpıcı. Bir sivil toplum örgütünün merkez vasıtasıyla nasıl susturulmaya çalışıldığını görüyoruz.
***
ÇATIŞMALAR MHP'Yİ BÜYÜTTÜ
Kürt Sorunu Türk milliyetçiliğini nasıl etkiledi? MHP’nin politikasını genel hatlarıyla nasıl belirledi?
1984’te silahlı çatışmaların başlamasıyla MHP’nin ciddi anlamda bu sorunla birlikte büyüdüğünü görüyoruz. 1999 seçimlerinde MHP’nin aldığı oy yüzde 18 civarındaydı. Bu oran Türkeş’in liderliği döneminde hiçbir zaman ulaşamadığı, yakınına bile gelemediği bir oy oranıydı. Bunun nedeni Devlet Bahçeli ile MHP’deki değişim ve dönüşüm değil Kürt sorununun neticesinde gelen bir dönüşümdü. Bu bağlamda, Kürt meselesinin, silahlı çatışmaların ve PKK’nin silahlı eylemlere başlamasının MHP’nin tabanını genişlettiğini görüyoruz. MHP’nin tarihsel olarak Soğuk Savaş dönemindeki toplumsal tabanı yüzde 10’u hiçbir zaman bulmadı. İYİ Parti’yi de bu tabandan ayırmıyorum. Çünkü İYİ Parti merkez sağ parti değil. Meral Akşaner o dönüşümü yapamadı. MHP hareketinin İYİ Parti’yle birlikte toplumsal tabanı bugün yüzde 20’ye oturdu. 1990’lı yıllardan beri süren çatışmalar MHP’yi ciddi anlamda büyüttü.
PANİSLAMİST POLİTİKA DEVAM EDİYOR
Türk milliyetçiliğinin yüzü tarihsel olarak Orta Asya ve Kafkasya’ya dönükken AKP’nin dış politikası milliyetçiliğin doğrudan desteklediği bir politika olmadı. Cumhur İttifakı’nın dış politikası daha çok ümmetçi bir dış politikadır. Bu klasik Türk milliyetçiliğinin ciddi açıdan sorunlu baktığı alanlardır. Libya ve Suriye gibi… MHP’nin bu politikayı savunduğunu düşünürsek, Cumhur İttifakı içerisinde MHP’nin ümmetçi çizgideki dış politikaya gittikçe yaklaştığını görüyoruz. İdeolojik anlamda Cumhur İttifakının dış politikada Türk milliyetçiliğine kaydığını düşünmüyorum. Panislamist dış politikanın devam ettiğini düşünüyorum.
21. yüzyılda Türk milliyetçiliğinin ana politik hattı nedir? Kendisini ‘her şeyden evvel Türk milliyetçisi’ görenler bugün neyi hedefliyor?
Türk milliyetçiliğinin son 100 yılda siyaseti hiç değişmedi. Bu ‘beka’ kaygısıydı. Türk milliyetçiliğini etkileyen önemli idealler Turancı idealler değildir. Bölünme ve parçalanma korkusudur. Bunun aynen devam ettiğini düşünüyorum. Osmanlı’nın çöküş sürecinde ortaya çıkmış bir ideolojidir Türk milliyetçiliği. Dolayısıyla, devletin nasıl korunması ve kurtarılması üzerine kuruludur. 1990’ların başında Sovyetler Birliği parçalandı. Ve Türk milliyetçiliğinin Orta Asya ve Kafkasya’yı tanımadığını gördük. 21. yüzyılda da MHP’nin temsil ettiği Türk milliyetçiliği beka kaygısıyla hareket ediyor. Bu devletin korunması demektir. MHP’nin Cumhur İttifakı’nın içine girmesinin ana dinamiği budur. MHP, “Madem Erdoğan’ı iktidardan düşüremiyoruz o zaman ittifakın içine girelim ve onu içerden yönetelim” dedi. Beka kaygısıyla böyle hareket ettiler.
***
(6)- MHP’yi tanıyoruz!
Kurulduğu günden Cumhur İttifakı’na kadar gelen süre boyunca MHP’nin demokrasi ve insan hakları konusunda aldığı tutum hiç değişmedi.
MHP’nin 1980’lerin sonundan itibaren içine girdiği ‘değişiklik çabası’ yalnızca makyajdan ibaretti. Çeşitli siyasi krizlerde ve gelişmelerde aldığı konumlarda devletin ve egemen sınıfların çıkarlarını savunmaya devam ettiler.
TÜRK-İSLAM SENTEZİ VE MHP
12 Eylül Askeri Darbesi ile iktidara gelen Türk-İslam sentezci politikalar, ülkücülerin “Biz hapisteyiz, ama fikirlerimiz iktidarda” sloganını geliştirmesine yol açtı. Emperyalizmin ‘Yeşil Kuşak Projesi’ne uygun şekillenen Türk-İslam sentezinin temeli, 1970’lerdeki Aydınlar Ocağı Bildirisi’ne dayanmaktaydı. 1970’ler boyunca MHP’nin içinde yer aldığı ya da dışarıdan desteklediği Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinin fikri dayanağı olan bu tez, 1980’ler boyunca bu sefer askeri cunta eliyle ülkeye dayatıldı. Darbe öncesinde sola karşı birçok saldırı gerçekleştirmiş MHP’nin ideolojisi cunta tarafından meşrulaştırıldı.
12 Eylül sonrası cuntanın MHP’yi kapatması ve ülkücü kadroların hapishaneye girmesi MHP teşkilatlarında dağılmaya ve boşluğa yol açtı. Lider, Teşkilat ve Doktrin üçlüsü darbe ortamında zedelendi.
Bu ortamda kimi ülkücüler 12 Eylül’ün ürünü olan ANAP saflarında ‘Hareketçiler’ diye anılarak, siyaset yapmaya başladı. Özellikle darbe sonrası gerçekleşen ‘rant’ paylaşımından faydalanmak isteyen ülkücüler, ANAP’ın yolunu tuttu. Öte yandan cezaevi sürecinde daha fazla İslamileşen başka bir grup daha ortaya çıktı. Nizam-ı Âlem Ocakları çevresinde örgütlenen bu grup, Muhsin Yazıcıoğlu liderliğinde, 1990’ların başında Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurdu. Alparslan Türkeş’in 1993’te tüm muhaliflerini tasfiye ederek MHP’yi yeniden kurmasıyla dağınıklık sona erdi.
KÜRT SORUNU VE MHP
1990’ların başında devletin izlediği ‘güvenlikçi’ siyasete MHP tam destek verdi. Özel Tim gibi yapılarda ülkücülerin yoğunluğu hissedildi. Bölgedeki askerlerin ülkücü bıyığı bıraktığı ve ülkücü selamı verdikleri görüldü.
Bu ortamda MHP, milliyetçi tepki oylarını almaya yönelik bir siyaset izlemeye başladı. Asker uğurlama gösterilerinde gövde gösterisi yaptılar. Alparslan Türkeş televizyonlarda Kürt siyasetçilere yönelik sert tutumuyla boy gösterdi. Bu politika Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından gerçekleştirilen 1999 genel seçimlerinde karşılığını buldu. MHP bu milliyetçi atmosferde tarihinde ilk kez yüzde 18 oy olarak ikinci parti oldu.
1999 seçim sonuçları MHP’nin seçim başarısından daha çok, Türkiye toplumunun 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası MHP’lileştirilmeye çalışılmasının bir yansımasıydı.
ÜLKÜCÜ MAFYA
Türkiye 1980’ler ve 1990’lar boyunca ülkücü kadroların girdiği mafyatik ilişkileri ve bunun derin devletle ilişkisini tartıştı. Ülkücü hareket 1970’lerdeki karanlık örgütlenme yapısı dolayısıyla, yeni mafya ilişkilerine rahatça insan malzemesi oldu. Öncülleri 12 Eylül 1980 öncesine dayanan ülkücü mafyalar, 1980’lerde Türkiye gündemine oturdu ve ülkede adeta ‘ülkücü mafya’ patlaması yaşandı.
Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kumarhanecilik, çek-senet tahsili gibi işlerde ülkücü mafyalar palazlandı. Ülkücü mafyaların bazı devlet görevlileriyle ilişkileri de bulunmaktaydı. MHP üst yönetimi mafya ilişkilerine temkinli yanaştığını belirtse de hatırı sayılır ülkücü bu mafya ilişkilerinin ortasındaydı. Bu isimlerinden bazıları, ‘ülkücü baba’ Nihat Akgün gibi, bir gün bir yerde kurşunlanarak öldürülüyordu.
Kimi suikastların faili yakalanan tetikçilerin eski-yeni ülkücü çıkması, 1997’deki Susurluk Kazası ve ülkücü tabanın Susurluk’ta ölen Abdullah Çatlı’ya sahip çıkışı ülkücülerin derin devlet ve mafya ilişkilerinden uzakta olmadığını göstermekteydi.
SÖZDE DEĞİŞİM
Ülkücü hareket 1980’lerin sonunda ve 1990’larda imaj değişikliğine gitmeye çalıştı. 12 Eylül 1980 öncesi topluma güven vermeyen ‘ülkücü imajı’ değiştirilmeye çalışıldı. Ülkücü kadrolar, kılık kıyafetten davranış biçimlerine kadar bazı hassasiyetler göstermeye başladı. Bahçeli MHP içinde akademisyen kimliğiyle de ön plana çıkmaya başladı. Dönemin merkez medyası peşi sıra Alparslan Türkeş’in ‘devlet adamlığını’ parlatmaya çalıştı.
MHP esasen değişmedi ve klasik bir merkez sağ parti hiçbir zaman olmadı. Bünyesindeki ırkçı ve radikal milliyetçi unsurlar, devletin ve düzenin devamı için göreve her zaman hazır bir şekilde bekledi. İmaj değişikliği iddiası ise bir ‘imaj mühendisliği’nden ibaretti.
AB SÜRECİ VE MHP
2000’li yılların başında Türkiye siyasetini fazlasıyla etkileyen Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecine MHP temkinli yaklaştı. MHP, AB reform paketlerinin hemen hemen hepsine karşı çıktı. MHP için AB üyelik süreci Türkiye’yi bölmek isteyenlerin ve Sevr Anlaşması’nı 21. yüzyılda dayatanların ürünüydü. MHP’nin bu dönemde ulusalcı muhalefetle makas farkı azaldı.
MHP aslında Türkiye’nin AB üyelik süreciyle kısmi de olsa demokratikleşme ihtimaline karşı çıkıyordu. MHP’nin demokrasi ve insan hakları gibi kavramlara tahammülü yoktu. Düşünce özgürlüğünün garanti altına alınması ve hukuk devleti gibi uygulamalar Türk milletinin ve devletinin bölünmez bütünlüğünü tehdit edebilirdi.
AKP İLE BARIŞMA VE CUMHUR İTTİFAKI
MHP, AKP iktidarının ‘yedi düvele karşı mücadele ediyoruz’ söylemine eklemlenerek ‘beka’ kaygısını öne sürdü ve devlet aygıtına ortak oldu. Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonraki süreçte AKP’nin her türlü antidemokratik tutumuna destek veren MHP, AKP ile birlikte yeni rejimin kuruluşunda aktif rol aldı.
1970’lerdeki Milliyetçi Cephe hükümetlerini andıran, Erdoğan ve Bahçeli’nin bu ‘kader ortaklığı’ yeni değil. Cumhur İttifakı’nın ideolojisini oluşturan Türk-İslam sentezinin temelleri soğuk savaş döneminde MHP’nin bizzat içinde olduğu dönemde atıldı. 1990’lardan bu yana MHP ‘merkez’ partisi olmaya çalışmadı, ‘sabır ve sebat’ ile merkezi MHP’lileştirmeye çalıştı. Bugün MHP’nin AKP ile kurduğu ortaklıkla Türkiye’yi gerici bir karanlıkla yönetmesi, MHP’nin onlarca yıldır değişmediğinin en önemli göstergesini oluşturmakta.
Avrupa'da ülkücü hareket 'engelleniyor': Almanya da yasaklayabilir
MHP, 60’lı yıllardan itibaren Avrupa‘da faaliyet gösteriyor. Başlangıçta komünizmle mücadele kapsamında onları müttefik gören Almanlardan destek alan ülkücülerin şimdi yasaklanması gündemde. Alman Meclisi‘ndeki tüm partiler bunu istiyor.
Söz konusu örgütlerin başında MHP çizgisindeki kısaca “Türk Federasyon” adıyla bilinen Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu (ADÜTDF) ile hareket içindeki bölünmeler sonucu kurulan ATİB (Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliği) ve Büyük Birlik Partisi çizgisindeki ATB (Avrupa Türk Kültür Birliği ya da tam adıyla Avrupa Türk Kültür Dernekleri Birliği). İddialara göre bu örgütlerin üye ve taraftarlarının sayısı 18 bin kişiyi buluyor.
Federal Meclis‘te geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen oturumda yapılan konuşmalarda “Almanya‘daki en büyük aşırı sağcı örgütlenme” olarak tanımlanan, kimi milletvekillerince de açıkça “faşist” olarak değerlendirilen “ülkücü hareket”le ilgili karar, Federal İçişleri Bakanlığı‘nı ilgilendiriyor. Yasaklanması istenen örgütler Alman yasalarına göre kurulmuş dernekler olduğu için bu konudaki kararı İçişleri Bakanlığı alabiliyor. Yaptıkları açıklamalarda Almanya‘daki demokratik düzene saygılı olduklarını ileri süren ve haklarındaki suçlamalara karşı çıkan örgütlerin yasaklanma kararının alınması halinde hukuki yoldan itiraz yoluna gitmeleri bekleniyor.
Alman hükümeti benzer konularda şimdiye kadar “yasaklayıcı” değil, “yatıştırıcı” politikaları tercih ediyor, böylelikle on binlerce kişiyi kapsayan bu tip hareketlerin daha da “radikalleşmesi”ni önlemeyi hedefliyordu. Ancak Federal Meclis‘teki son gelişme bu politikadan vazgeçmeyi zorunlu kılıyor. Çünkü bütün partiler “yasaklama” yoluna gidilmesini istiyor. Kimi hemen, kimi de belirli bir inceleme sonucu. Federal İçişleri Bakanlığı‘nın iki yıl önce milliyetçi ve şeriatçı “Osmanen Germania” derneğinde olduğu gibi yasaklama yoluna gidip, gitmeyeceği yine de belli değil. Çünkü şimdi söz konusu olan birkaç yüz üyeli bir dernek değil, binlerce üye ve taraftarı olan, ülkenin hemen her yerinde örgütlü ve 40-50 yıllık geçmişi olan bir hareket.
ALMANYA‘DAKİ MHP
Almanya‘daki en büyük ülkücü çatı örgütü MHP çizgisindeki “Türk Federasyon” (ADÜTDF – Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu). Meclise sunulan tasarılarda belirtildiğine göre Almanya çapında 170 derneği kapsayan bir çatı örgütü olan ADÜTDF, 1978‘de Frankfurt‘tu kuruldu.
Ancak MHP‘nin Almanya‘daki örgütlenmesi ondan önce başladı. Daha sonra Gülenci olduğu ileri sürülen ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra tutuklanan, son olarak da İYİ Parti içindeki tartışmalarda yine adı gündeme gelen Enver Altaylı, bu yıllarda MHP‘nin Almanya Başmüfettişi olarak görevlendirilmişti. Anayasa Mahkemesi‘nce yurtdışı örgütleri kapatılmasından sonra kurulan Türk Federasyon bu fonksiyonu üstlendi.
MHP‘nin Almanya‘daki örgütlenmesiyle ilgili araştırmalarda, onları komünizmle mücadelede müttefikleri olarak gören Almanlar tarafından desteklendiğine dair iddialara da yer veriliyor. “Ülkücü terörist” Mehmet Ali Ağca‘nın izini süren araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu‘nun “Papa, Mafya, Ağca” başlıklı kitabında da yer alan, bir bölümü MHP davasında gündeme gelen iddialar, son olarak Sol Parti milletvekilleri tarafından da Federal Meclis‘te dile getirildi. Bu iddialardan biri dönemin Bavyera Eyaleti Başbakanı Franz Josef Strauss‘un, MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş‘le görüşüp, Almanya‘daki Türkiye kökenli işçiler arasındaki sol siyasal ve sendikal örgütlenmelere karşı bu hareketin örgütlenmesine yardımcı olma sözü verdiği yolunda. Bir diğer iddia da Federal İstihbarat Teşkilatı‘nın (BND) Türkiye masasında görevli olduğu ileri sürülen ve Frankfurt yakınlarındaki bir kasabada yerel politika yapan Dr. Hans-Eckhardt Kannapin‘in (CDU) Türk Federasyon‘ın kuruluş sürecindeki destekleri. Türkeş‘in o dönemlerde oldukça güçlü olan aşırı sağcı parti NPD‘yle (Almanya Nasyonal Partisi) işbirliği yapılması yolundaki talimatları.
12 Eylül Darbesi’nden sonra Almanya‘ya kaçak yollarla gelen birçok ülkücü de bu örgütlenmede yer aldı. Papa‘ya suikast girişiminde bulunan, Türkiye‘de gazeteci Abdi İpekçi‘nin katili Mehmet Ali Ağca‘nın da yakalanmadan önce Almanya‘da uzun süre bulunduğu, bu örgütlenme ağından destek aldığı ileri sürülüyor.
Geçtiğimiz hafta yaşanan bir tesadüf de bu iddiayı doğruluyor. Federal Meclis “ülkücü hareket”e yasak getirilmesini tartışırken, Frankfurt yakınlarındaki bir mezarlıkta Balgat Katliamı sanıklarından Ethem Kıskıs‘ın cenazesi kaldırılıyordu. Arkadaşları 41 yıldır Türkiye‘ye gidemeyen Kıskıs‘ın gerçek kimliğini ilk kez mezarı başında açıklamışlar, bu vesileyle onun Avrupa‘daki ülkücü örgütlenmenin merkezindeki 10-15 kişiden biri olduğunu ifşa etmişlerdi.
ATİB, ATB VE DİĞERLERİ
80‘li yıllarda Türkiye‘de MHP içinde görülen bölünmeler ve ayrılıklar Almanya‘ya da yansıdı. Papa‘ya suikast davasında Ağca‘nın suç ortağı olduğu iddiasıyla bir süre tutuklu kalıp, daha sonra serbest kalan Türk Federasyon başkanlarından Musa Serdar Çelebi ve arkadaşları tarafından kurulan Avrupa Türk İslam Kültür Birliği (ATİB), Almanya‘daki ülkücüler tarafından kurulan ikinci büyük çatı örgütü. Bünyesinde 120 dernek bulunduğu ileri sürülen ATİB, Alman hükümetinin İslam diniyle ve Müslüman göçmenlerle ilgili sorunları görüştüğü İslam Konferansı‘na üye olan Almanya Müslümanları Merkez Konseyi‘nin üyesi. ATİB Genel Başkanı Durmuş Yıldırım, örgütü “güvenliği tehdit eden aşırı yabancılar” arasında gösteren istihbarat raporuna itiraz ederken, “ATİB‘in mensup olmakla itham edildiği ülkücü hareketle yollarını kurulduğu yıllarda ayırmış” olduğunu belirtmişti.
Resmen 1994 yılında kurulan Avrupa Türk Kültür Birliği (ATB ya da tam adıyla Avrupa Türk Kültür Dernekleri Birliği) de Türkiye‘deki Büyük Birlik Partisi‘nin çizgisindeki 20 derneğin çatı örgütü.
Bir de bu örgütlerle ilgili olmayan, ancak “ülkücü” olarak kabul edilen birçok kişinin de bireysel olarak çok sayıda dini, siyasal, kültürel örgütte aktif olduğu, hatta Alman partileri içinde yer aldığı, polis ve orduda görev yaptığı ileri sürülüyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde Alman ordusundaki Türkiye kökenli dört asker hakkında “ülkücü harekete üye oldukları” gerekçesiyle disiplin soruşturması açıldığı haberi çıkmıştı.
Geçtiğimiz hafta Federal Meclis‘in gündemine hükümetin Almanya‘daki ülkücü harekete yasak getirmesini talep eden 3 ayrı tasarı gelmişti.
Bunlardan biri hükümet koalisyonundaki partiler CDU-CSU ve SPD ile muhalefet partilerinden FDP ve Yeşiller‘in ortak tasarısıydı.
İkincisi bu konuyu yıllardır çeşitli vesilelerle dile getiren Sol Parti‘nin, diğeri de bu olayı kendi aşırı sağcı, yabancı düşmanı propagandası için istismar etme fırsatını kaçırmayan aşırı sağcı parti AfD‘nin tasarısıydı.
Sol Parti ve AfD‘nin tasarıları reddedildi.
Hükümet ve muhalefetin ortak tasarısı ise kabul edildi. Kendi tasarısı reddedilen Sol Parti, bu tasarıyı destekledi.
Oylama öncesinde yapılan konuşmalarda “ülkücü hareket”in Avrupa‘da bir dizi ülkede militanca ve şiddetli eylemlerde bulunduğu, milliyetçi ve ırkçı bir ideolojiye dayandığı, Kürtler, Aleviler, Yunanlılar, Ermeniler, Yahudilere, kendilerinden farklı düşünenlere, karşı nefreti körükledikleri belirtildi. Sol Parti‘nin tasarısında hareketin Türkiye‘de ve Türkiye dışında çok sayıda siyasal karşıtının öldürülmesinden sorumlu olduğuna dikkat çekildi. Bu hareketlerin iktidardaki AKP hükümetini desteklediği, AKP muhaliflerine yönelik baskı ve sindirme faaliyetlerinde bulunduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu‘nun da bu hareketin sembolü olan kurt işaretini yaparak, aralarındaki işbirliğini gösterdiği kaydedildi.
Meclis‘te kabul edilen tasarıda diğer önergelerdeki gibi “kurt işareti”ne yasak getirilmesi gibi öneriler yok. Ancak İçişleri Bakanlığı‘nın bir yasak kararı olması halinde o da yasaklanabilir. Beş partinin kabul edilen ortak önergesinde Federal Hükümet‘ten talep edilen hususlar şöyle:
♦ Ülkücülerin etkisini geri püskürtmek için Avrupa‘daki ve uluslararası alandaki ortaklarla işbirliği.
♦ Ülkücü hareketin özellikle Almanya'da devamlı olarak takip edilmesi ve kararlı şekilde mücadele edilmesi.
♦ Ülkücü hareketin dernek ve örgütlerine yönelik yasakların gözden geçirilmesi.
♦ Kamuoyunun Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın olanaklarından yararlanarak, aydınlatılması.
♦ Ülkücü hareketin internette yaydığı ajitasyona karşı hukuk devleti çerçevesinde kararlı mücadele.
♦ Almanya, Avrupa ve Türkiye'de bozkurtların sindirmeye çalıştığı kişi ve gruplarla dayanışma gösterilmesi ve onların en iyi şekilde desteklenmesi.
Hükümet ve İçişleri Bakanlığı‘nın meclisten gelen talimat üzerine gerekli incelemeleri yapıp, yasaklama yoluna gidip, gitmeyeceği henüz belli değil.
HAZIRLAYAN: OĞUZCAN ÜNLÜ / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder