Orada da kritik soru aynıdır: Meydanlara taşan halk muhalefeti, siyasal örgütlenme içinde iktidara yürüyebilecek midir?
Hindistan, Kasım-Aralık 2020’de milyonlarca işçi, köylü ve çiftçinin direnişlerine tanık oldu. Bugünlerde de sürüyor.
Hindu faşizmi, Türkiye’dekinin “ayna yansıması “gibidir. Narendra Modi on yıl sonra başlattı; aradaki farkı da kapatıyor. Bugünlerde patlak veren halk direnmesi bizleri de heyecanlandıracak özellikler taşıyor.
Öğrendiklerimi okurlarımla paylaşmak istedim.
250 milyon işçi grevde…
Hindistan’da 10 sendika ve emekçi örgütü 26 Kasım 2020 için genel grev kararı aldı. Grev, üç komünist partisinin, Kongre’nin ve diğer muhalefet partilerinin örgütlü olduğu konfederasyonlar, birlikler ve “kendi hesabına çalışan kadınlar topluluğu” (SEWA) tarafından örgütlendi.
Sendikacılar, 250 milyon işçinin greve katılacağını bekliyordu. Gelişmeleri izleyen JACOBIN dergisi sonucu, “galiba tarihin en büyük grevi” olarak nitelendirdi. Katılımın çok yaygın olduğu; 26 Kasım’da Hindistan’da hayatın büyük ölçüde durduğu haberleştirildi.
Eylül’den bu yana sendikal muhalefet çeşitli eylemlerle ve son olarak 26 Kasım’da iktidara taleplerini iletiyordu. Tespit edebildiklerimi sıralayayım: İşgücü piyasalarını esnekleştiren (örneğin günlük çalışma süresini 8 saatten 12 saate çıkaran) yasal düzenlemelerin geri çekilmesi; gelir vergisi ödemeyen her haneye altı ay boyunca 7500 rupi (yaklaşık 100’er dolar) nakit ödenmesi; ihtiyaç sahibi ailelere ayda 10 kilo pirinç dağıtımı; özelleştirmelere son verilmesi; kamuda erken emekliliğin durdurulması; emeklilik haklarını aşındıran düzenlemelerin iptali; salgın nedeniyle gerçekleşen istihdam, ücret kayıplarının telafisi… (The Wire, 28 Kasım; JACOBIN, 1 Aralık)
Bu genel grevin Hindistan sınıf mücadeleleri açısından önemli bir boyutu da var: Hindistan nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve köylülük arasında sembolik dayanışmanın ötesine giden bir eylem ittifakı başlattı. Bu “ittifak”, bir anlamda Modi iktidarı tarafından tetiklenmişti. Bu iki sınıfın Hindistan’daki geçmiş kazanımlarını tırpanlayan dört yasanın aynı tarihte (Eylül’de) parlamentoya getirilmesi ile…
Nitekim 26 Kasım grev çağrısı, “neoliberal tarım reformu”nun geri çekilmesini ve kırsal bölgelerde istihdam garantisi uygulamalarının genişletilmesini de talep ediyordu. Hindistan çiftçi örgütleri birleşik cephesi (AIKSCC) de genel grevi desteklediğini duyurdu.
26 Kasım genel grevi, hızla, yaygın bir köylü / çiftçi hareketini de başlattı.
Köylüler Yeni Delhi’yi kuşatıyor
Genel grevle aynı tarihte, Yeni Delhi’ye yakın eyaletlerin (Punjab ve Haryana’nın) köylü, çiftçi örgütleri “direnme” ilan etti. Yaklaşık 50.000 emekçi, 1200 traktörlü bir konvoyla ve yürüyerek başkente akmaya başladı.
Yeni Delhi güvenlik güçleri köylüleri kent girişinde durdurmaya çalıştı; başaramadı. Valilik, eylemcilere kent sınırları içinde, boş bir alan tahsis etti; gidenler oldu; ama büyük kalabalık kent girişlerine, kadınlar, çocuklarla birlikte yerleşti; açık hava kampları oluşturuldu;
Güney eyaletlerinden katılanlarla birlikte Hindistan başkenti, girişleri kapatan çiftçiler tarafından (BBC’nin ifadesiyle) “kuşatma altına alındı.” Toplamın yüzbinlere ulaştığı tahmin ediliyor.
Modi, ilk başta çiftçilerle müzakereyi reddetti. “Kuşatma”, dünya kamuoyunun da dikkatini çekince Tarım Bakanı’nı görevlendirdi. Eylemleri önce, “muhalefetin ve provakötörlerin eseri” olarak nitelendiren Bakan, direnme sertleşince, açlık grevleri başlayınca “sınırlı revizyonlar” yapılabileceğini söyledi. Çiftçi temsilcilerinin yanıtı, “yasalar tümüyle geri çekilsin” oldu. (The Wire, 5 Aralık; BBC News ve World Socialist Web Site, 8 Aralık; TeleSur, 14 Aralık).
Yüzbinlerce emekçiyi Yeni Delhi kapısına yığan “reform” üzerinde duralım.
“Tarımsal reform”: Türkiye’ye yabancı değil…
Hindu faşizmi Türkiye örneğini on yıl geriden izlemektedir; baskı yöntemleri bakımından aradaki farkı kapatmaktadır. Ama köylüğü sarsan “neoliberal reform” geç başlatıldı. Kritik tarihler Türkiye’de 2000, Hindistan’da 2020…
“Köylü” ve “çiftçi” terimlerini geçişli olarak kullandım. Hindistan açısından piyasa için üretim yapan; bir hektarı aşmayan kendi toprağını aile emeği ile işleyen 110 milyonluk bir emekçi sınıftan söz ediyoruz. Mevsimine göre ücretli emek kullanımı da söz konusu. Bunlar, bugünlerde Delhi’yi kuşatan küçük, orta çiftçilerdir. Aşağıda yer alan milyonlarca topraksız köylü, yukarıda büyük toprak sahipleri de eklenirse, tarımsal yapı kabaca özetlenmiş olur.
Türkiye’de 2000’e, Hindistan’da 2020’ye kadar piyasa için üretim yapan köylülük, uluslararası piyasaların tarımsal ürünleri etkileyen dalgalanmalarına, olumsuz eğilimlerine karşı destekleme politikalarıyla korundu. Tarımda “yeşil devrim” sonrasında, Hindistan, “kendisini besleyebilen bir ülke” oldu.
1980 sonrasında Özal dönemi Türkiye’de desteklemeye ayrılan kamu kaynaklarını kıstı. Bu kayıplar 1989 sonrasında telafi edildi. Hindistan’da iktidarın gediklisi Kongre Partisi’nin neoliberal reformlara yöneldiği dönemler oldu; ama, tarımsal destekleme büyük ölçüde korundu.
Kritik dönemeç Türkiye’de 2000’de IMF ve Dünya Bankası (DB) programlarıyla başladı. “Tarımsal reform programı” için DB’ye bir “niyet mektubu” sunan tek ülke (galiba) Türkiye’dir. Oğuz Oyan’ın özlü bir bilançosu var1. Sonucu 2020 ortamında gözlüyoruz: Türkiye tarımının artan dış bağımlılığı, ülkeyi besleyememesi, yoksullaşan köylülüğün giderek tarımdan kopması…
Hindistan’ın tarımsal reformu
Modi’nin Hindistan tarımına getirmeye kalkıştığı “neoliberal reformu”, iki solcu iktisatçı, Prabhait Patnaik ve Jayati Ghosh değerlendiriyor.
Prabhat Patnaik, IDEAS sitesinde yayımlanan yazılarında tarım reformu ve sonrasıyla ilgili iki vurgulama yapıyor.
28 Ekim tarihli yazı, bir ay önce parlamentodan geçen tarım reformunu, “emperyalizmin gündemini içeren yasalar” olarak nitelendiriyor. Bu yasalar “kamu garantili destekleme fiyatlarını devre dışı bırakacak; milyonlarca küçük köylüyü piyasaların, ticaret sermayesinin insafına terk edecektir.” Emperyalizmin Hindistan gibi ülkelerde tarımı ihraç ürünlerinde uzmanlaşmaya yönlendirme tasarımı da, Patnaik’e göre bu yasaların bir sonucu olacak; Hindistan gıdada dışa bağımlı bir dönüşüme sürüklenecektir.
Patnaik, 30 Kasım tarihli yazısında ise, 26 Kasım 2020 genel grevinin, Hindistan halkının sermayeye karşı direnmesini siyasete taşıyan yeni bir başlangıç olabileceğini umuyor. Benzer bir sınıfsal direnme, 2019 seçimleri arifesinde patlak vermiş; Modi, bu konjonktürü İslamcı teröre ve Pakistan’a karşı başlattığı milliyetçi bir karşı saldırı ile etkisiz kılmış; seçimi kazanmıştı. Patnaik iyimserdir: 26 Kasım’da patlak veren sınıf mücadelesi Modi iktidarını sarsabilecektir.
Jayati Ghosh’un yazısı, “Çiftçiler ile Hindistan devleti karşı karşıya” başlığı taşıyor (Project Syndicate, 11 Aralık). “Çiftçilerin çıkarına” iddiasıyla parlamentoya getirilen üç yasanın özü, tarımsal ürünlerin ticaretini serbestleştirmektir. Kamu denetiminin, destekleme alımlarının etkisizleştirmesi çitçinin eline geçen fiyatları düşürecek; sözleşmeli çiftçilik yaygınlaşacak; Hint tarımı uluslararası ticarî sermayenin denetimi altına girecektir. En sert etkilenenler küçük ve marjinal çiftçiler olmak üzere…
Yirmi yıl önce 2000-2002’de, Türkiye tarımını da kapsayan “neoliberal şok”un siyasal sonucu (aynı programı sonraki yıllara taşıyacak olan) AKP’nin iktidara gelmesi oldu. Hindistan’da 2020’de işçi ve köylü sınıfları benzer bir “neoliberal şok” ile karşı karşıya kalıyor; tepkilerini milyonları kapsayan bir genel grevle; başkenti kuşatan yüzbinlerce emekçi ile gösteriyorlar.
Orada da kritik soru aynıdır: Meydanlara taşan halk muhalefeti, siyasal örgütlenme içinde iktidara yürüyebilecek midir? Veya, bir kere daha, egemen sınıfların denetimi altına sürüklenecek ve etkisizleşecek mi?
Korkut Boratav / SOL
- 1.Oğuz Oyan, "Tarımda IMF-DB Gözetiminde 2000'li Yıllar", İzzettin Önder'e Armağan, Sav Yayınları, 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder