9 Aralık 2020 Çarşamba

ÖĞRENEMEDİKLERİMİZ ÜZERİNE - Mülkiye Selim Tuncer (alıntı)


Sokaklarda çamurla oynanan ve düz duvarlara, ağaç tepelerine tırmanılan özgür bir çocukluğa denk gelmiştik.

Çamurdan evler yapan, henüz deprem, darbe nedir farkında olmayan çocuklardık.
Küçük tanrıcılık oyunlarımızda yine çamurdan küçücük kadın ve erkekler yaratan son yaratıcı çocuk kuşağı olduğumuz henüz bilinmiyordu.
Saklanbaç oynarken sokaklara su depolarının üzerine serilmiş halı altlarına ve ağaç kovuklarına ya da tepelerine saklanmayı bilen çocuklardık
Neyse ki umursanmadığımız aynı günlerde okumayı kara tahtalarda harflerle, hecelerle boğuşarak öğrenen son özgür kuşaktık.
Belki de o yüzden iyi konuşuyor ama iyi yarışamıyoruz.
Kırk yılda bir alınan ya da hediye gelen oyuncaklar kırılmasın diye özenle saklanırdı annelerimiz tarafından.
O yüzdendir çamura yatkınlığımız.
Henüz yeterince betonlaşmamış erken zamanlarımızda kendimizi yoğurabildiğimiz sokak oyunlarımızdan biriydi çamurla teşriki mesaimiz.
Çamuru sevdik, ama belki bu yüzden de çamur olmamaya çalıştık.
Çok geçmeden kısa şortlarımız ve bisikletlerimizle cirit attığımız haytalık mekanlarımız tanklarla doldu.
Biz ki henüz okumanın orta yerine varmadan, memleket sorunlarının yüzlerce ciltlik ansiklopedileri kafalarına indirilen erken siyasal çocuklardık.
Halkevlerinin ne olduğunu bilmeden oradaki çatık kaşlı ablalar ve ağabeyler hatırına elimize verilen gazeteleri bile satmışlığımız, bildirileri dağıtmışlığımız vardır.
Ama korkularımız bizden büyük olduğu içindir ki, sıkıyönetim ilanının ne anlama geldiğini bilecek denli derin bir sessizlikle karşıladık o derin karanlığı.
Sonra çay ve sigara verdik, sokağa çıkmamıza izin vermeyen asker ağabeylere.
Biz yasaklamayla da olsa evimizde çayımızı içerken onların çaysızlığı ve tütünsüzlüğü bizi bir yerlerden acıttı yine de.
Devrimci ağabeylerimiz bile en çok Orhan abimizin “işte sevgi işte aşk dilediğince al senin olsun” şarkısını da söylerdi o günlerde.
Ama o günlerde dilediğimizce alabildiğimiz sadece çatık kaşlar ve nedenini tam bilemediğimiz korkulardı.
Okumanın orta yerinde yani henüz 14-15 yaşlarında nedenini tam da bilemediğimiz polis aramalarına maruz kaldık.
Sonraları öğretmenlerimizin direnişine destek vererek kendimizi kahraman sınıfına dahil ediverdik.
Kapı önünde kimliksiz top oynamanın yasak olduğu günlerdeydik.
Aranan çantalarımızdan anamızın koydugu bir elma ile oyun oynamak için sokaktan topladıgımız boş kibrit kutuları çıkardı.
Kafasına cumhuriyet ansiklopedileri ile vurulmuş bir kuşaktık.
Orta okul yaratıcılığımız Atatürk’ün Türk milleti için kurduğu cümleleri anlamlı bir kompozisyona uydurma çabasında geçti.
Liseli yıllarımızın kurtarılmış bağımsız kompozisyon günlerinde yazdıklarımız da zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlarla, en iyi hayat arkadaşı olarak fareleri seçen madencilere dairdi.
Aşkı sevgiyi ise hiç kimsenin farkına varmadığı bir şekilde gizli gizli okuduğumuz romanlardan, özellikle Rus klasiklerinden öğrendik.
O yüzdendir 'tutunamaz'lığımız.
Biz gerçeklikten kovalanan ve sığınak olarak romanları bulan bir kuşaktık.
Okumanın yüksek yerlerine geldiğimizde her gün yoklandık listelerle.
Derslerimiz kalabalıktı ama bizler yalnızdık nedense.
Çok sınanıyor az öğreniyorduk.
Çatık kaşlardan hazzetmediğimizden olsa gerek, işaret parmağını gözümüze hizalayan her gruptan uzak durmaya gayret gösterdik.
Onlar hep bir şeyler söylüyor ama dinlemiyorlardı.
Biz de onlarla uzun uzadıya çok konuşmaya niyetlendik ama kavgadan konuşmaya fırsat olmadı.
Erken yaşlarda öldüler, suskunluğumuz belki de bu yüzdendir.
Bu eziyetli kırılma hali zamanla koca bir suskunluğa dönüştü.
Aşk bizim için özgürlüktü ama ne acıdır ki aşk her yerden de sürgün edilmişti.
Bir şeye bağlanmanın ne demek olduğunu bilmedik ve kendimizle uğraştık en çok.
İdeolojimiz oldu sandık, hapse girecek ya da uğruna ölünecek davamız var diye düşündük, bir gün deprem oldu, anladık ki o da yoktu.
Bu yüzden hep suçlandık ve hep tek ayak üzerinde tutulduk hayatta.
Bize aşkı öğretmediler, biz sürünerek ögrendik.
Ögretmeyenlere önce kızdık, alay ettik onlarla.
Sonra yaşayıp ögrendik, yazıklandık bütün kızmalarımıza.
Daha sonra da anladık ki, aşkı bilmeyen öğretemez.
Sözü olmayan konuşamaz.
Biz çamurla büyümüştük korktuğumuz günlerde, kendi oyuncaklarımızla oynamayı öğrenmiştik.
Bu yüzdendir kuyruğumuzun dikliği, bu yüzdendir yenilmeyi de öğrenilmesi gerekenler arasına katmamız.
Biz testlerle de büyümedik.
Bu yüzdendir hala uzun cümleler kurabiliyoruz aşka ve hayata dair.
Her gün yenilenen oyuncaklarımız yoktu.
Bu yüzdendir kıymet bilmemiz.
Bu yüzdendir anı biriktirmeye yatkınlığımız.
Çamurdan insancıklar yarattık, bu yüzdendir insana şefkatimiz.
Sustuk ve farkında olmadan bizi ezen hafızalara sahip olduk.
Bu yüzdendir artık eylemsizliğimiz.
En kötüsü de bize romanların gerçek olmadığını söylemeyi unuttular.
Bu yüzdendir şaşkınlığımız.
Bize her şeye rağmen insana nefreti de öğretemediler ama.
Bu yüzdendir hala hayata bağlılığımız.
Evet dostlarım sadece bu yüzdendir.

Mehmet Selim Tuncer
Kasım/2005/İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder