Komünist partiler açısından nesnelliğin birtakım faaliyetleri kısıtlamayı dayattığı bu dönemde kardeş partiler arasında pratik alışverişin, beceri aktarımının ve ve dayanışmanın artışını görebildik.
İnsanlık COVID-19 pandemisine kapitalizmden sosyalizme geçiş çağında yakalandı. Bu ne anlama geliyor? Üretimin tamamen toplumsallaştığı; fakat üretim araçlarının mülkiyetinin hâlâ küçük bir azınlığın eline olduğu bir anda bir virüs tüm dünyaya yayıldı. Virüsün çok kısa sürede tüm dünyaya yayılmasının kendisi bile aslında üretimin sürecinin ne kadar toplumsallaştığının, dünya çapında iç içe geçtiğinin bir göstergesi sayılabilir. Ancak bu toplumsallaşmanın gücü kullanılabilecekken aylardır yayılımın sınırlanamaması ise, mülkiyetin sahibi olan küçük azınlığın bunu tercih etmemesinden kaynaklanıyor. Bu karşıtlığa hep birlikte tanıklık ediyoruz.
Bu yazıda uluslararası komünist hareket ve pandemi süreci ile ilgili bazı gözlemler aktaracağım. Aslında aynı süre zarfında emperyalist düzen içinde kapitalist devletler, doğaları gereği rekabet etmeye ve silahlanmaya devam etti. Anlaşmalar imzalandı ya da bozuldu, seçimler yapıldı, iktidarlar değişti. Doğu Akdeniz’de, şimdilik bir miktar tansiyon düşmüş olsa da yaz boyunca yaşanan gerilim ya da Kafkasya’daki çatışmalar gibi bölgesel sınırlar içinde kalan fakat uluslararası öneme sahip birçok başka gelişme yaşandı. Her biri komünistler tarafından farklı şiddette tartışıldı. Bu yazıda bu tartışmalara tek tek girmenin imkânı yok. Niyetim partimizin de içinde bulunduğu komünist ve işçi partilerinin doğrudan pandemi ile ilgili olan tartışmalarını ve tutum alışlarını incelemek.
Söze Sovyetler Birliği ve komünist hareketin 30 yıl önceki yenilgisinin, pandeminin bugünkü seyrine büyük bir gölge düşürdüğü notuyla başlamak gerekiyor. Daha doğrusu bu yenilginin yol açtıkları... Çünkü insanlık tarihinin gördüğü en ölümcül pandemiyi, merkezi bilimsel planlamanın yokluğunda, hatta onu bırakın asgari bir akıl izan yokluğunda ve dahası çoğunluk için geçerli olacak şekilde geleceğe dair umudun yokluğunda yaşıyoruz. Kapitalist devletleri daha etkili önlemler almaya zorlayacak kadar güçlü, refah düzeyi, bilimsel ve teknik donanımı yüksek bir sosyalist devletin ve onun uygulamalarının yokluğunun bedeli, bu yazının yazıldığı tarihte örneğin ABD’de 9 milyona varmış vaka sayısıdır. Küba’nın muazzam başarısının şimdiden tarihe geçtiği söylenebilir; fakat Küba tek başına diğer devletleri özendirecek ya da rekabete davet edecek bir etki yaratamazdı ve yaratmadı.
Ve bu yazının konusu, yani uluslararası komünist hareket… Bugün, 20. yüzyılın önemli bir bölümünde olduğu kadar hareketli, canlı, iç iletişimi güçlü bir komünist hareketin olmayışı, işçi sınıfının pandemi karşısında verdiği tepkinin niteliğini belirleyen etkenlerden birisi kabul edilmeli. Sınıfın taleplerinin hükümetler üzerinde baskın olamayışının, ya da en fazla bazı kısmi kazanımların koparılabilmiş olmasının bir nedeni de komünistlerin bunlara öncülük etmekteki zayıflığıdır. Bu zayıflık geçicidir; ancak gerçektir ve giderilmelidir.
Tarihin ilerletici motoru pandemi ya da genel anlamıyla birtakım afetlere çare bulma arayışları değil sınıf çatışmalarıdır; bu anlamda bakacağımız yer de pandeminin her açıdan derinleştirdiği eşitsizlikler ortamının hangi çelişki ve çatışmalara vesile olduğu olmalı. Pandemi kapitalizmin yapısal çelişkilerinin ziyadesiyle biriktiği ve emperyalist düzenin mihenk taşı olan bazı yapıların çatırdadığı bir zamanda yaşandı. Bir yıl içinde, üstelik hızlandırılmış bir şekilde, insanlar arasındaki sınıfsal uçurum devasa ölçüde büyüdü.
Bu süreç istisnasız tüm kapitalist ülkelerde, virüsün yayılmasını kontrol etme adı altında sermaye sınıfının ipleri eline daha fazla almasıyla sonuçlandı. Büyük şirketler için yapılan milyarlarca dolarlık kurtarma operasyonları güya amaçlandığı gibi çalışanların kapı dışarı edilmelerini hiç mi hiç engellemedi. Henüz pandemi sonlanmamış olsa da, gelecek aylarda önümüzü biraz daha görebilir olduğumuzda da bu sonuç değişmeyecek.
Partilerin pandeminin itkisiyle tutumlarında dikkate değer bir değişikliğe gittiklerini söylemek zor. Ortaya çıkan kriz, aşamacıların ve devrimci partilerin verili çizgilerini bir veya öbür yönde değiştirecek bir sarsıntıyı tetiklemedi.
Bu anlamda en önemli referans metni, bu yıl Kore’nin başkenti Pyongyang’da yapılması planlanan ve askıya alınan 21. SolidNet Toplantısına sunulan yazılı katkıların oluşturduğu derleme olacaktır. Önümüzdeki günlerde çıkacak bu derlemeye ilgililerin göz atmasını öneririm.
Şimdi bazı ana tartışma başlıklarına bakalım.
Temel haklar için mücadele
Pandemi her şeyden önce insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili bir durum. Komünistler, pandemi süreci boyunca öncelikle, toplumun belli bir bölümünün “ölebilir nüfus” olarak ihmal edilmesine karşı, yaşamı, yaşamdan yana olmayı, yaşatmayı savundular. Temel haklar için mücadelenin merkezinde yaşam hakkı durdu.
Sağlık, bireyin ve toplumun bütünsel iyilik hali gibi soyut ve zengin bir anlama karşılık geliyor. Buna rağmen sağlığın kapitalizmin sürekli genişleyen piyasası içine muayene, bakım, ilaç gibi kalemlerde somutlanmış hallerde meta olarak dahil olması, sağlık hakkı açısından ortaya çıkan sonucu en çok etkileyen durum. İşte bu nedenle, geçtiğimiz aylar boyunca komünist partilerin pandemiyi konu eden açıklamalarında değişmez olan nokta sağlıkla ilgili her şeyin ve elbette sağlık kurumlarının kamulaştırılmasına dönük çağrılar oldu. Bir başka deyişle sağlığın piyasada alınır satılır bir mal olmasının durdurulması, kullanım değerine iliştirilmiş değişim değerinin tasfiyesi talep edildi.
Birçok komünist parti özelleştirilen sağlık kurumlarının acilen kamulaştırılmasını, malzeme ve kaynak eksikliklerinin giderilmesini, hastane ve yatak sayılarının artırılmasını, herkes için ücretsiz sağlık hizmeti sunulmasını ve benzerlerini içeren talepleri sıkça gündeme getirdi. Burada, “ne kadar test yapılmalı” sorusu vurgulanmaya değer. Çünkü bu düzende testler de bir meta ve “sürü bağışıklığı” gibi esasen piyasanın kesintisiz hareketine hizmet eden tehlikeli öneriler zaman zaman bazı bilim insanlarınca da dile getirildi. KP’lerin özellikle sağlıkçılar için olacak şekilde tüm topluma daha fazla test yapılması konusunda tereddüt taşımadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Siyasi taleplere ek olarak, birçok parti sınıfın kendi içindeki dayanışmasına pratik katkılarda bulunmayı, ihtiyacı bulunanlara maske, malzeme hatta gıda yardımları iletmeyi görev bildi. Komünistler bu tür faaliyetleri göstere göstere yapmadığından, bildiklerimiz, doğrudan duyduklarımız kadar. Ama gerçekte çok daha fazlasının örgütlendiğine inanabiliriz.
Özellikle yaşlılara, ama aynı zamanda çeşitli sebeplerle düşkünlükleri olanlara karşı ayrımcılık, sınıf siyaseti yapanların karşısına alması gereken ciddi bir problem olarak kendini gösterdi. Bu tür kriz dönemlerinde stereotipleştirme, öcüleştirme, toplumun belli unsurlarının suçlanması, dışlanması ve adeta büyüsel bir şekilde böyle yapılınca tehlikenin uzaklaştırılacağına inanılması; 21. yüzyılda insanlığın çoktan geride bırakmış olması gereken ama kahrolası kapitalizmin düşünce dünyamızda bıraktığı tortulardan biri. Yaşlılara yönelik ayrımcılığın aslında toplumun kendini koruyamayanlarına yönelik ayrımcılığın bir projeksiyonu olduğu mutlaka görülmeli. Bunun faşizan ideolojilerin değirmenine su taşıdığı bilinmeli. Bu anlamıyla pandemi döneminde ortaya çıkan “yaşlıları eve kapatın”cılığın ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından, kadın düşmanlığından bir farkı yok. Pekâlâ yaşlıların, çocukların, gebe kadınların ve virüsten daha fazla etkilenme ihtimali bulunan herkesin korunabildiği önlemler alınabilirdi. Sermaye birikmeye devam edebilsin diye büyükanneler, dedeler, emekli emekçiler ölüme itelendiler. Buna basitçe cinayet de diyemeyiz; nitekim İspanya İşçileri Komünist Partisi’nin nitelemesiyle bakımevinde kalan yaşlılar üzerinde uygulanan, soykırım suçuna eşdeğerdir. Öyleyse bu suçu gelecekte yargılayacak mahkemeleri olmalı sosyalizmin.
Gerçekleri talep etmek de temel haklardan biri sayılabilir. Zira pandemi boyunca sayılarla oynamak sağın kullandığı taktiklerden birisi olageldi. Türkiye’de vaka ve hasta sayıları üzerinden yaratılan muamma özel bir örnek. Ama genel olarak da ölüm oranları, vaka sayıları, toplumun ne kadarının bağışıklık kazandığına dair bilgilerin halktan saklanıyor olması gibi bir problemden söz edebiliriz. Büyük işyerleri ve fabrikaların bir tedbir getirilmesini önlemek adına vaka sayılarını bildirmemesi, işçileri çalışmaya zorlaması da gerçek bilginin halktan gizlenmesine yol açıyor, yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da geçerli bu. Sayılar başka türlü siyasi manipülasyon amaçlarıyla da kullanılıyor. Örneğin şu anda sağcıların muhalefette olduğunu söyleyebileceğimiz Arjantin’de Kirschner hükümetini kötülemek için bazı yorumcular tarafından ülkenin tüm dünyada 25. sırada olduğu ölüm sayısı yerine 10. sırada olduğu vaka sayısı kullanılıyor.
Anaokulundan üniversiteye ücretsiz ve güvenli, sağlıklı eğitim talebi, işyerleri ve tüm kamusal alanlar için gerekli önlemlerin alınması sıkça yinelenen ihtiyaçlar olageldi. Ancak görece az yer verilen bir başlığın pandemiyle birlikte sırtlarındaki emek gücünün yeniden üretim yükü bir kat daha artan kadın emekçiler olduğunu not edelim. Karantina evde geçirilen süreyi artırdığı gibi, çocukların ve yaşlıların bakımı, artan düzeyde temizlik ve hijyen önlemlerinin alınması gibi birçok sorumluluğu kadınların omzuna bıraktı. Ayrıca pandemi ile doğrudan mücadele görevini üstlenenler arasında da kadınların oranı diğer işkollarına göre yüksek. Bu konu belki her zamankinden daha fazla önemsenmeyi hak ediyor.
Sermayenin saldırılarına karşı KP’ler
Pandemi birkaç nedenle sermaye sınıfına arayıp da bulamadığını verdi. Birincisi, şöyle sıralayabileceğimiz birtakım kitlesel duyguları tetikledi: Panik, korku, ne yapacağını bilememe, kafa karışıklığı, boş bulunma… Dolayısıyla, direnmek için gerekli olacak tüm zihinsel yakıtın başka yere harcandığı bir anda, yıllar öncesinden tasarlandığı ortaya çıkan katmerlenmiş sömürü biçimleri devreye sokuldu. İnsanların en köklü ve en primitif duyguları, yok olmak, sevdiklerini kaybetmek gibi en varoluşsal kaygıları ağır basarken, avının zayıf bir anını yakalamış bir akbaba gibi hücuma kalktı asalak sermaye sınıfı.
İkincisi, ortada öyle somut bir etken var ki, kötü giden ne varsa suçu üzerine atabilirsiniz. Taçlı bir virüs geldi ve kapitalizmin istikrarını bozdu. Bunu aşağıda daha ayrıntılı ele alacağım.
Sermaye sınıfının saldırısı devletler eliyle hem yeni çalışma biçimleri üzerinden, hem de örgütlenme hakkının kısıtlanması üzerinden yapılan müdahalelerle gerçekleştirildi. Örgütlenme hakkına yapılan saldırıları da iki alt boyuta ayırabiliriz. Bir tanesi doğrudan ifade ve eylem özgürlüğü denebilecek alana yönelik, diğeri ise sendikal haklara dair kısıtlamalar.
Her ikisi için de, yurttaşları hem soğukkanlılığa ve akla davet etmek, hem bu müdahalelere karşı tepkiyi örgütlemek görevi işçi sınıfının öncülerine düşerdi.
Örneğin, KP’ler ve ilişkili sınıf örgütleri evden çalışmanın bir lütuf değil, uzun vadede kalıcı olacak bir bela olduğunu ve kabul edilmemesi gerektiğini dile getirdi. Uzaktan çalışma, aynı ya da daha düşük ücretlere karşı toplam çalışma sürelerinin uzadığı ve bu nedenle sömürü oranını tartışmasız artıran bir model. Ayrıca üretken özne olma konumundan giderek uzaklaşılan ve angaryanın çoğaldığı da bir biçim. Ne yazık ki bu konuya ciddi ciddi sıcak bakan ve büyük bir yanılgıya kapılan (örneğin bu sayede çevrenin daha az kirleneceği iddiası üzerinden olumlayan) birtakım Marksistlere de rast gelinebiliyor.1 Oysa çalışma biçimlerinin değişmesi, kapitalizmin özündeki temel sorunu, emekçi sınıfların bir bütün olarak içinde bulunduğu yabancılaşmayı ortadan kaldırmıyor. Hatta aksine, işyerinden ve oradaki birliktelikten uzakta olmak yabancılaşmayı pekiştiriyor.
Komünistler, ABD’de ya da seçim öncesi aylarda Bolivya’da, Şili’de örneklerini gördüğümüz polisle halkın karşı karşıya geldiği sokak çatışmalarında uygulanan saldırıların karşısında durdu. Yine Avrupa Birliği ülkelerinde getirilen toplantı-gösteri kısıtlamaları, grev hakkının askıya alınması gibi örneklerde karşı çıkışı örgütlemeye çalıştılar. Ne kadar başarılı olacaklarını zaman gösterecek.
Örgütlenme hakkına karşı saldırılara dikkat çekici bir örnek olarak, Bolsonaro iktidarındaki Brezilya’da, bazı Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi komünizmi çağrıştıran sembollerin ve orak-çekicin nefret sembolü olarak addedilmesi ve yasaklanmasına dair düşüncelerin ortaya atılması verilebilir.2 Avrupa merkezli Sovyet sosyalizmi düşmanlığının Brezilya’ya taşınmış olması ilk başta şaşırtıcı gelse de, bu ülkenin dünyanın neredeyse en çürük pandemi karnesini çıkaran ülke olduğunu düşünüldüğünde meseleyi anlamak kolaylaşıyor. Ayrıca sermaye devletinin eli sıkıştıkça sertleşmesi yeni değil. Öte yandan burada yalnızca bir demokrasi sorunu görmek, merkezinde İşçi Partisi’nin durduğu sol bloğun durumu açısından ciddi bir talihsizlik. Tam da komünizme içkin değerlerin propagandasının halk nezdinde en çok tutabileceği bir dönemde, ters istikamette bir yorumlama. Burada esasen kapitalizmin kendini kriz karşısında yeniden konsolide etmesi sorunu var; iktidardaki çaplı - çapsız figürler aracılığıyla karşısında teorik olarak en güçlü, ideolojik olarak en sağlam alternatife saldırması bundan. Sonuç olarak, başta da söylediğim gibi, pandemi komünist hareketteki belli başlı partilerin pozisyonlarını değiştirmedi. Şu söylenebilir, bazı partiler bu pozisyonların uç noktalarına doğru bir salınım gösterdi.
Özetle pandemi yönetenlerin istediği gibi yönetmekte zorlandığı, yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediği bir durumu tetiklemiş olabilir; ama kapitalist devletler böyle bir durumun nihai sonucuna ulaşmaması için gerekli önlemleri almakta gecikmiyor. Hatta pandeminin kontrol altına alınması için gerekli önlemler, işçi sınıfının hareketliliğinin kontrol altına alınması için gerekli önlemlerden sonra geliyor. Çünkü en büyük tehlikenin, belki kârların yükselişinin anlık olarak durmasından da büyük tehlikenin, halkta gelişen öfkenin daha ciddi ve örgütlü bir karşı çıkışa dönüşmesi, yani burjuva iktidarının sarsılması olduğunun farkındalar. Emek rejimini düzenlemek için acilen geçirilen kanunları bir de bu yönüyle, yani baskıyla ilişkileri üzerinden okumak gerekiyor. Ve bu siyasi okuma eksik kalınca, pandemiden çıkarılan en büyük ders “gelir adaletsizliği ortadan kalkmalı” ya da “sağlık sistemleri kamulaştırılmalı” kadar oluyor. Bu ayrım noktası, uluslararası komünist hareketi de belirliyor; ortada tüm gücüyle karşı sınıfa yüklenen ve düzen değişikliğini talep eden işçi sınıfı partileri olduğu kadar; sermaye sınıfının demokratik unsurları ile şu anki acil durumu toparlamak adına el ele verenler de var. Elbette ilk kategoridekiler için söylediğim o “tüm güç”ün ne kadar olduğu olayların seyrinde en kritik değişkenlerden biri.
Bireysel sorumluluk meselesi ve reformizm tuzağı
Az önce belirttiğim gibi KP’lerin ideolojik planda en büyük mücadelesi, meselenin COVID-19’un kendisi değil, kapitalist dünya düzeninin pandemiyi kaldırmaktaki zayıflığı olduğuna emekçilerin dikkatlerini çekebilmek oldu denebilir. Zira “artık dünya eskisi gibi olmayacak”, “toplumlar içine kapanacak”, “küreselleşmeye karşı ulus devletler yeniden önem kazanacak” türünden argümanların bağlandığı değişken hep bağlamından kopuk olarak COVID-19 pandemisi. Komünist partilerinin yayınlarında çeşitli biçimlerde yer alan “Bizi boğan maske veya oksijensizlik değil, kapitalizmdir” türünden sloganlar tam da bunu anlatmak için türetildi. Çünkü insanlığın bugünkü bilgi ve teknoloji birikiminde baş edilemeyen pandemi, deprem ya da sel olaylarının kendisi değil; tüm bunların bir yağma ekonomisi bağlamında gerçekleşiyor olması. Hayatın olağan akışının oldukça dışında gelişen pandemi gibi ekstrem bir durumu normalleştirmek gibi bir şey değil burada kast ettiğim. Japonya gibi bir yerde bile, KP’nin yayınında “sağlık hizmetlerinin ilk kez çöküşüne şahit olduk” diye yazılıyorsa ortada hiç de olağan olmayan bir durum var demektir. Gerçi hayatın akışı da yılda birkaç bin işçinin, birkaç bin kadının, birkaç bin mültecinin yok yere öldüğü türden bir olağanlık arz ediyordu, o ayrı. Fakat her şeyi COVID-19 pandemisine yüklemek hem bilimsel değil, hem pandemi ortadan kalkınca rahatlık geri dönecekmiş gibi sahte bir algı yaratıyor. En kötüsü de kapitalizmin aklanmasına yarıyor. Özetle, pandemi bugünün krizini şiddetlendirse ve ciddi ekonomik küçülmeleri birkaç aya sıkıştıracak kadar hızlandırsa da, ortaya çıkaran o değil. Pandeminin sonlanmasına ise virüsün öldürücülüğü, bilinmezliği değil bizzat kapitalizmin kendisi engel oluyor. Bu ikisi, komünist partilerin karşı durması gereken iki çok yaygın argümandı, böyle de yapıldı.
Liberal ideolojilerin yarattığı tahribatı, pandemiye karşı insanlığın ortak mücadelesinde bir kez daha hissettik. Bu tahribatın bir boyutu da, hükümetler tarafından sıkça kullanılan bireysel sorumluluk meselesiydi. İyi zamanlarda bireysel girişimciliği kutsayan yaklaşımın pandemi esnasındaki izdüşümü virüsten kendini korumakta en önemlisinin bireysel sorumluluklar olduğu vaazı idi. Haliyle bunun da uzantısı, altta kalanın canı çıksın olacaktı. Ve devletlerin sorumsuzluğu sonucu yaşanan kitlesel can kayıplarıyla birlikte bu metafor gerçek oldu. Tahribatın nereye vardığını Türkiye’de ortaya çıkan sakil görüntü gayet net ifade ediyor. Bir yanda maske-mesafe-temizlik nakaratını günde onlarca defa tekrarlayan kamu spotları bir yanda IBAN gönderen devlet.3 Daha sofistike görünümlü olsa da özünde farksız uygulamaları başka devletler de tercih etti.4 Yapılması gerekenleri bireysel sorumluluğa indirgemenin sakıncaları bununla da sınırlı değil. Hastalığa yakalananlara “kendini koruyamadı” gözüyle bakılması, virüsü başkalarına bulaştırma ihtimalinin ahlaki bir tutum halini alması… Virüsün bulaştığı ve hastalığı belirtileriyle birlikte geçirenlere karşı “bağışıklığı zayıf, çürük” muamelesi yapılması. Bunların hepsi çağımızın gerici ahmaklığının kötücül yansımalarıdır.
Buna Mart ayı sonunda 80’in üzerinde komünist ve işçi partisinin imzaladığı ortak açıklamada da vurgu yapılmıştı, ve şöyle denmişti: “ ‘Bireysel sorumluluk’ devlet ve hükümetlerin sorumluluğunun üzerini örtmek için bir mazeret gibi kullanılamaz. Bugün gerekli tedbirleri almak, halkın ihtiyaçlarını ve sağlığını kapitalist kârlılık sunağında kurban eden tekel gruplarını destekleme politikasına karşı da mücadele etmeyi gerektirmektedir.”
Aynı açıklamada geçen bir başka talep kamulaştırmaydı. Bakacak olursanız İspanya gibi bazı ülkelerde özel hastanelerin kamulaştırılması örnekleri görüldü, İtalya’da Alitalia havayolu şirketi, Galler’de demiryolları kamulaştırıldı. Fakat ne tek başına sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması sorunu çözmeye yeter, ne de sermaye devletinin sonradan yine özelleştirmek üzere kârlılığı azalan bazı işletmeleri geçici olarak kanatlarının altına alması. Zaten bu açıklamada da, başka açıklamalarda da kaynakların kamuya aktarılması derken kastedilen yalnızca mülkiyetin kamunun eline geçmesi değil. Bir bütün olarak kamuya ait olması gereken; sağlık, eğitim, güvenlik, toplu taşıma hizmetleri ve en sonunda iş yerleri, fabrikalar, plazalar, topraklar… Ve buna ek olarak tüm bu alanlardaki planlamanın ve bu işlerin/hizmetlerin/üretimin örgütlenmesinin de kamunun inisiyatifinde olması.
Kapitalizmin büyüyen çelişkilerin yadsınması artık kimse için mümkün değil; ama bu çelişkilerin kapitalizmin aşılmasıyla ancak çözülebileceğine dair görüş, inanç, teorik okuma, adına ne dersek diyelim, bunun yok sayılması hâlâ büyük çoğunluk için geçerli. Kralın çıplak olduğunu herkes görüyor; ama şu kralı başımızdan atalım demekte keramet. İşte pandemi döneminde sosyalist, komünist ya da genel olarak emekçi karakterli diyebileceğimiz partiler için en büyük siyasi tuzak, devrim fikrine öncülük etmek yerine, durumun aciliyeti karşısında panikleyip ortalamacı taleplerin arkasında hizalanma ihtimali oldu. Aslında bu ihtimal pandemiden önce de sinyallerini veriyordu. Bizzat sermaye sınıfı, geleceğini tehlikede gördüğü için çevreye daha duyarlı, daha az agresif, daha adaletli bir kapitalizm çağrısını yaparken, kendine birtakım paydaşlar arıyordu. Pandemi ile birlikte bu çağrı daha da merkezi bir yere yerleşmiş oldu. Aslında çöküşte olan kapitalizmi kurtarmak için pandemi gibi olağanüstü bir durumu kaldıraç olarak kullanmaya çalışıyorlar bile denebilir. Sermayenin çağrısını duyup yetişen sosyal demokrasi asgari gelir yardımı, zenginlerin yüksek oranlardan vergilendirilmesi ya da Avrupa Birliği ve Avrupa Merkez Bankası’nın merkezinde durduğu bir kalkınma planı gibi artı değerin oluşum mekanizmasına dokunmayan ama daha adaletli bir bölüşüme dönük uygulamaları yaygın bir şekilde dillendirmeye başladı. Latin Amerika’nın büyük partileri, Arjantin’de iktidarda bulunan Kirchner’in partisi veya Lula’nın İşçi Partisi gibi Sao Paulo Forumu bileşenlerinin de ekonomik ve toplumsal krize dönük çözüm setinin başında bu tür öneriler geliyor. Yine, İspanya’da iktidar ortağı olan İspanyol Komünist Partisi 2021 ekonomi programının benzer tedbirlere dayalı şekilde hazırlanmasını büyük bir başarı olarak gördüğünü ilan etti.
Oysa devletin piyasaya daha fazla müdahale etmesini sağlayacak birtakım düzenlemeler, bu aygıtın sınıf karakterini değiştirmiyor. Daha “sıkı” devletin burjuva dilinde sözlük anlamı ise belli: Bir yanda daha fazla kolluk kuvveti, ifade özgürlüğüne daha büyük baskılar, artmış milliyetçi/dinci hezeyanlar, diğer yanda emekçilerin sırtındaki borç kamburunun büyümesi ve daha fazla kemer sıkma. Tüm bunlara, örneğin askeri harcamalarda azalma değil artma eşlik edecek. Dolayısıyla bırakın sosyalizmin kurulmasını, aslında acil temel hakların karşılanmasına dahi hizmet etmeyecek paradokslarla dolu reformların savunuculuğu yapılmış oluyor.
Vietnam, Çin ve Küba
Pandemi Küba’nın turizmine, ticaretine ve üretimine, dolayısıyla tüm ekonomisine balta vurdu. Üstüne, Trump liderliğindeki ABD’nin adaya uyguladığı abluka sertleşti. Küba Komünist Partisi’nin gündeminde, pandeminin yönetilmesi olduğu kadar, 2016’daki son kongrede planlanan ekonomik değişikliklerin devreye sokulması vardı. Bu kapsamda ekonominin “canlandırılması” için özel dönemden bu yana devam eden bazı uygulamaların kaldırılması, ikili para sisteminin tekleştirilmesi, kamu çalışanlarının maaşlarının düzenlenmesi, dış ticarette özel inisiyatiflere yer verilmesi gibi birtakım somut dönüşümler geçtiğimiz aylarda başlatılmış oldu. Yiğit Günay’ın Gelenek’in bu sayısında yer alan yazısı, Küba KP’si öncülüğünde atılacak adımları olabildiğince açık anlatıyor. Bu şartlar altında tüm dünyanın şapka çıkardığı, komünistler için ise övünç kaynağı olan başarıların sahibi Küba, bunların arkasında yer alan kolektif emeğin ve çok çalışmanın kıymetini vurguladı.
Vietnam, 2020 yılı boyunca koronavirüs ile mücadelede en başarılı performansı göstermiş ülke olmaya aday. Mart ve Temmuz’da yaşanan iki yükseliş dalgasına rağmen, birtakım ada ülkelerini bir kenara bırakacak olursak, 100 milyona yakın nüfusta bildirilen bin küsur vaka ve 35 ölüm ile, en düşük ölüm oranına sahip ülke sayılabilir. Bu sonuçta ülkenin salgınlar konusundaki geçmiş tecrübelerine dayanarak hızlı hareket edebilmesi; ama daha da önemlisi merkezi planlama sayesinde kaynakların hızlı ve odaklanmış bir şekilde sağlık seferberliğine aktarılabilmesi rol oynadı. Ülke gerçekliğini yansıtır şekilde kamu kuruluşlarınca ve ayrıca Vietnam’da bulunan bazı özel şirketlerce üretilen testler yaygın olarak ülke içinde kullanıldı ve ihraç edildi. Bu süre içinde uluslararası işbirliği çağrısında bulunmak, ayrımcılık ve dışlama gibi tehlikelerin altını çizmek gibi adımlar atan ve virüsün yayılması ile mücadelede ülkeye önderlik eden Vietnam Komünist Partisi’ne Vietnam halkının ve uluslararası sol kamuoyunun güveni artmış gözüküyor. Bunu tersinden şuradan da anlayabiliriz; Vietnam’ın bu başarısını içine sindirmekte zorlanan bazıları, “Tamam pandemide iyi bir sınav vermiş olabilirler ama görün bakın sonrası ne olacak” türünden şüphe dolu yorumlar yapmak zorunda kaldı.5 Tabi böylesi yorumlar örtülü bir antikomünizm de içermekte.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin ülkeden çıkıp dünyaya yayılan virüs pandemisini sınırlamaktaki, üstelik bu esnada ülkedeki üretimi sürdürmek ve beklenenin altında da olsa ekonomik büyüme kaydetmekteki başarısı da ciddiye alınmak zorunda. Bu başarının komünist harekette de Çin’in geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürdüğü aşı modellerine övgü, her yere gönderdikleri maskeler için şükran, Xi Jinping’in açıkladığı üzere aşının bir kamusal çıktı olacağının müjde olarak karşılanması gibi somut yansımaları oldu. Gelecek yıl yüzüncü kuruluş yılını kutlayacak olan Çin Komünist Partisi’nin uluslararası alandaki saygınlığının ve bir ölçüde de otoritesinin arttığını ve artacağını görmek zor değil. Burada ince ayarı verecek olan, Orta-Latin Amerika’dan Hint Okyanusu’na ve Avrupa’ya kadar Çin Halk Cumhuriyeti’nin diğer ülke halklarıyla kurduğu (pandemi boyunca da avantajlı konumunu kullanarak ilerlettiği) ekonomik, siyasi ve ideolojik ilişkideki tavrı, emelleri ve eylemleri olacak. Tabi bir de Çin sınırları dahilindeki sınıf mücadelelerinin seyri… Çok daha ayrıntılı bir incelemeyi hak eden bu konuyu, başka bir yazının konusu olmak üzere burada bırakalım.
Sonuç yerine bir dilek
Komünist partiler açısından nesnelliğin birtakım faaliyetleri kısıtlamayı dayattığı özel bir dönemdi. Bir komünist parti için insan insana temasın zorunlu olarak azalması kadar engelleyici ne olabilir? Neyse ki sorunlar çözümleriyle birlikte var. O nedenle, bu kısıtlamanın karşıtı olarak kardeş partiler arasında pratik alışverişin, beceri aktarımının ve dayanışmanın artışını görebildik. Uzaklar yakınlaştı, mesafeler kısaldı. Tarih bugünleri, komünist partilerin telekonferans yoluyla iletişim kurdukları günlerdi diye yazacak.
Ölüm kayıtlarında COVID-19 yazsa da esasında kapitalizm nedeniyle hayatını kaybeden tüm yoldaşlarımız, dostlarımız rahat uyusun. İnsanlık bu badireyi geride bırakacak, kapitalizmi ise tarihe gömecek. Gelecek güzel günlerde, bir daha yıkılmamak üzere sosyalizmi kurarken onların anısından güç alacağız.
Ekin Sönmez / SOL-Gelenek
- 1.Örneğin 70’lerden beri İngiliz İşçi Partisi’nin sol kanadında yer alan bir yazarın böyle bir görüşü bulunuyor. http://insurgentscripts.org/the-good-the-bad-and-the-ugly-coronavirus-c…
- 2.https://www.rt.com/news/499700-bolsonaro-hammer-sickle-jail/
- 3.IBAN’ların açıklandığı gün CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programına çıkan uzmanlar, ilgili kampanya hakkında, “Kriz durumlarında insanların iyilik yapma, yardım etme isteğini karşılanmış oluyor, böylece kontrolde hissetmiş olacaklar”, “Böyle dönemlerde hepimizin görev alması lazım, bu bize iyi gelecek” diye övgüyle bahsetmişti. Güya bilimi kullanarak halkın manipüle edilmeye çalıştığı bu örnekte başkasının yerine utanmak duygusunu fazlasıyla yaşadım.
- 4.Örneğin sorumluluğu Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara atmak (her adımı doğru olmayabilir ve DSÖ de nihayetinde düzenden bağımsız bir örgüt değildir) ya da Çin’i işaret etmek de (farklı nedenler yanında) halkta gelişecek kapitalizm karşıtı tepkinin hedefini saptırmak amacını taşıyor.
- 5.Asya-Pasifik bölgesi ile ilgili yayınlar yapan Japonya merkezli liberal site The Diplomat’ta çıkan yazı bunun tipik bir örneği. https://thediplomat.com/2020/08/vietnams-covid-19-success-is-a-double-e…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder