Yılın son günü gazeteye gitmeye hazırlanırken annem, “Akşama programın var mı” diye sordu. Oflayıp puflayarak “Ayy anne bu pandemide ne programı ya?.. Sadece Aykut’la Ali Abi’ye (Ali Sirmen) bir yarım saatliğine uğrayacağız o kadar. Zaten bu sıkıntılı günlerde canımız burnumuzda...” diye çıkışmıştım ki kapı çalındı. Açtım, PTT görevlisi genç bir kızcağız bir tebligat uzattı. İmzayı atıp aldım. Açıp okuduğumda kahkahayı patlattım. Gülmekten gözümden yaşlar geldi. Annem ve bakıcısı, uzunca bir süreden beri evde böyle kahkaha duymadıklarından arka arkaya “Hayırlı bir haber mi” diye sordular. “Yok yok, hakkımda dava açılmış da onun tebligatı” deyince üzüntüden kafayı yediğimi ve bu nedenle kahkaha attığımı düşenerek kaygılandılar.
Valla tebligattaki dava konusuna bakınca, ortada bir kafayı yeme durumu olduğu kesin de, kafayı yiyenin kim olduğunu burada yazıp yeni bir dava açılmasını istemem. Hayır, korktuğumdan değil, hukuk bürosundaki avukat arkadaşların o mahkemeden bu mahkemeye koşuşturmalarına üzüldüğümden.
Meslekte 40 yılı doldurmaya 4 yıl kaldı ve bu uzun yıllar içinde hakkımızda her gazeteci gibi pek çok dava açıldı. AKP iktidarına kadar açılan dava sayısı 5 ya da 6 iken AKP’nin son yıllarında bir yılda açılan dava sayısı bile bu oranı geçti. Ama itiraf etmeliyim ki bugüne kadar açılan davalar içinde en komiği buydu. Basın literatürüne geçecek türden hem de...
Şimdi gelelim yılın son gününde kahkahalar atmamıza vesile olan dava konusuna...
3 Aralık 2020 günü Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi” programına konuk olduk. Arslan, ilk olarak Saray’ın İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un evinin adresi verildiği ve terör örgütlerine hedef gösterildiği iddiasıyla gazetemiz aleyhine açtığı davanın sonucunu sordu. Davanın sürdüğünü, Terörle Mücadele Yasası’ndan üç arkadaşımızın yargılandığını belirttikten sonra devam ediyoruz:
“Şimdi şöyle bir şey olabilir mi? Bir devlet memuru gelsin Boğaz Köprüsü’nün üstünde, manzarası güzel diye ev yapsın; yapabilir mi? Adam Boğaz Köprüsü’nün üstünde yaptı...”
Bu absürt örneğin devamını şöyle getirecektik: “Şimdi Boğaz Köprüsü’nün üzerinde ev yapan memurun adresi belli olur ve teröre hedef gösterilir diye biz bunu haber yapmayacak mıyız?”
Ama o arada Ayşenur Arslan araya girerek “Haberde adres verdiniz mi?” diye kesince, “Biz büyükşehir belediyesinin yıkım kararını koyduk, yıkım kararını koyunca, zaten orada görülüyor” dedik.
Ayrıca ironi yaptığımız Boğaz Köprüsü üzerinde ev yapma örneğinde Altun’un adını vermeyip “bir devlet memuru” diyoruz. Ne yani, koca devletin tek memuru sen misin kardeşim?
Zurnanın zırt dediği yer
İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un avukatları hemen İstanbul Anadolu Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne koşup “Miyase İlknur, müvekkilimiz Altun’un Boğaz Köprüsü üzerine ev yaptığını söyledi. Bizim müvekkilimizin Boğaz Köprüsü üzerinde bir evi bulunmamaktadır. İlknur’a, müvekkilimize iftira attığı için 100 bin TL tazminat davası açılsın” diye suç duyurusunda bulunmuşlar. Peki, ya Boğaz Köprüsü yerine uzayda ev yapma örneği versek ne olacaktı? “Müvekkilimizin uzayda evi yoktur, o nedenle iftiraya uğramıştır” diye açacaklardı davayı herhalde.
Savcılık da “ya gidin işinize” demeyip davayı açıyor. Savcılara bir diyeceğimiz yok. Bu devr-i iktidarda isterlerse açmasınlar.
Anlamadığım, Cumhurbaşkanı kadar olmasa da ondan sonra en kudretli şahıs olarak istediği davayı açtırabilen Altun, niye 100 bin TL istemiş ki?.. Hazır bu kadar muktedirken 1 milyon TL açıverseydi bari. Malum yönetim kurulu üyesi bulunduğu dört ayrı kuruluştan dört maaş alıyorlar karıkoca. Bunları hayır hasenat için harcadıklarını söylüyorlar ya, hani bizim de çorbada tuzumuz bulunsun isterdik.
İletişimciliği de berbat
Ayrıca İletişim Başkanlığı gibi iddialı bir görevde bulunup da bizzat kendisiyle ilgili bir adli vakayı bu kadar kötü yürüten biri olabilir ancak. Dava açmasa, gazeteye ilan cezaları vermese olay sadece o gün konuşulup unutulacaktı. Ama kendisi olayı o kadar büyüttü ki artık “pergola” denince Altun, Altun denince de “pergola” akla gelecek.
Ha, az daha unutuyordum. Hafta içinde Altun’un bir PR çalışması daha vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan’ın sahiplendikleri “Leblebi” isimli köpekle uğurlanma resimleri servis edildi basına. Bu da acemi bir PR’cılık örneği. Ayol zaten evi de işyeri de Saray değil mi Erdoğan’ın? Nereye uğurluyorlar? Eline bir de sefertası tutuştursaydınız bari...
Köpek de sahiplerine pek bir yabancı. Yüzlerine bile bakmıyor. Halbuki köpek besleyenler iyi bilir ki köpekler sahiplerini uğurlarken bedenlerine temas eder ya da arkalarından gitmek ister. En azından yüzüne bakar. Leblebicik belli ki belediyenin barınağından, Saray’ın barınağına terfi etmiş sadece.
Neyse yılın son gününde bizi çok güldürdün, Allah da seni güldürsün!..
Miyase İlknur / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder