15 Ocak 2021 Cuma

‘Darbe’yi açıkça konuşmak(I-II-III) - Ali Sirmen / Cumhuriyet

(I)

Bir süredir, yine “darbe” ile oturup darbe ile kalkıyoruz. 

Son günlerde yine darbeci avı başladı. Olay bir ölçüde müstebit takımının, kendilerini mazur gösterecekleri ortamı yaratma ve yeni darbelerine gerekçe bulma çabalarından, bir ölçüde de kendi aralarında da yaygınlaşan “bu işin sonu darbeye varır” düşüncesinin bu kesimde yarattığı bilinçaltı korkudan kaynaklanıyor.

Siyasi yaşamımızda “sivil darbeci” bir kesim, darbe fobisini çokça kullanmıştır. Bu kez de olduğu gibi amaçları sivil darbelerle onların ürünleri sivil diktaları koruyup, kollayıp, yutturmaktır.

Bu amaca yönelik olarak ilk başvurulan yöntem, siyasal bünyenin bozukluğunun sonucu olan darbe musibetinin sivil bölümünü tümden gizlerken, salt askeri kesimini öne çıkarmaktır. Meydana geliş koşulları doğru dürüst incelenmeden üstün körü bir şekilde ortaya atılan 27 Mayıs darbesi kullanılarak bu yönteme çokça başvurulmuştur.

Demokrasi sahtecilerinin (ya da dilerseniz sahte demokrasiciler diyebilirsiniz) oyunlarını boş çıkarmak için darbeler konusunu açıklıkla enine boyuna konuşmalıyız.

***

Her şeyden önce namuslu olabilmek için askeri veya sivil her türlü darbeye aynı ölçüde karşı olmalıyız. Çünkü tarih göstermiştir ki askeri darbe de sivil darbe de özünde aynı derecede zararlı ve yıkıcıdır. Unutmayalım Mussollini ve Hitler iktidara askeri darbe yoluyla gelmiş değillerdir.

Sivil darbelerin saptanmasındaki güçlük, darbenin oluşması için elzem olan güç kullanma (cebir-şiddet) öğesidir.

Bir siyasal iktidarın güç kullanarak devrilmesi veya bir anayasal düzenin işleyişinin yine cebir-şiddet yoluyla engellenmesi olarak tanımlayacağımız darbe olayında kullanılacak cebir-şiddetin, hedeflenen amaca uygun olması gerekir. Buna öğretide “elverişli vasıtalar” denir.

Yasalarda belirlenmiş olan darbe suçunun unsurlarının gerçekleşmesi için kullanılacak vasıtaların elverişle olması gerekir. Öyle ya herhangi bir grubun ellerine yemek bıçakları alarak başkenti basıp, devletin iktidarını devirmeleri veya engellemeleri mümkün olamaz. Ancak caydırıcı ölçüde tank, tüfek, uçak, kolordu, ordu veya o çapta, etkin olacak bir örgütün oluşmasıyla darbe gerçekleştirilebilir. Bu yüzdendir ki askeri darbenin algılanması daha kolaydır.

Ama bu durum kimseyi, tarihte kolay kaçınılamamış bir yanılıgaya da yöneltmemelidir.

O yanılgı da şudur: Devletin iktidarına silahlı kuvvetlerin katkısı olmadan karşı çıkmak imkânsızdır. Böyle olunca da darbe denince akla askeri darbe gelmelidir. Gerçek öyle değildir. Tarihte, top tüfekle, kolordu orduyla değil, devletin erkini şu ya da bu şekilde ele geçirmiş olan sivil güçlerin de onları kullanarak demokratik düzeni engelleyip devirebildiklerinin en parlak örneği Adolf Hitler’dir.

Hatta Münih “birahane ayaklanması” sonunda gülünç olan ve yakalanıp, içeri tıkılan Hitler’in, elindeki tabancalarla değil, seçimle ve siyasal manevrayla ele geçirilmiş devlet erkinin kullanılması -ki buna manevi cebir unsuru deniyorhalinde daha da etkili olduğunu göstermiştir.

Demek ki bir darbenin oluşması için cebir ve şiddet unsuru şart ama bunun illa top tüfek olması gerekmiyor, aynı zamanda, sivil güçler, şu ya da bu biçimde ellerine geçirdikleri devlet erkini kullanarak da devletin demokratik işleyişini değiştirip, anayasal ilkeleri ve yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alabiliyor.

İşte buna sivil darbe deniyor. Tarihin gördüğü en yıkıcı ve öldürücü (50 milyon insanın ölümüne yol açtı) Nazi İmparatorluğu da kanıtlamaktadır ki sivil darbeler askeri darbeler kadar, hatta kimi zaman onlardan da daha kahredici olabiliyor.

O yüzdendir ki sivil darbelerin de askeri darbeler kadar yıkıcı olduğu gerçeğini unutmamak zorundayız.

(II)

Cuma, bu köşede, son günlerde yeniden alevlenen darbe tartışmalarına, bu çerçeve içinde askeri ve sivil darbelere değinmiş, bizde sivil darbecilerin niyetlerini gizlemek için askeri darbe korkusunu alabildiğine kışkırtıp kendi sivil darbelerini çaktırmadan hayata geçirdiklerini anlatmaya çalışmıştık. Siyasi iktidarı devirmek için güç kullanmak olan cebir şiddet unsurunun tank, top, tüfek, kolordu ordu değil de şu ya bu şekilde, ele geçirilmiş devlet erkinin kullanılmasıyla, “manevi cebir” olarak, tezahür ettiği sivil darbelerin en tehlikeli tür olduğunu Hitler örneğini de vererek anlatmaya çalışmış, tam Cumhuriyet tarihinin darbeler döneminin başlangıcı olarak gösterilen “27 Mayıs”a geldiğimizde yer darlığından durmuştuk.

Bugün kaldığığmız yerden konuyu irdelemeye, Emre Kongar’ın başlığı bile çok kez dile getirilmiş bir gerçeği en isabetli şekilde özetleyen, 8 Ocak tarihli yazısıyla devam edelim. Emre Hoca o yazısında şunları belirtiyordu: “Dünyada eşi görülmemiş bir biçimde İsmet İnönü tarafından Çok Partili Rejim’e geçilip, iktidar seçimi kazanan Demokrat Parti’ye barışçı yolla devredildikten sonra yapılan ilk darbe Menderes’in sivil ‘Tahkikat Encümen’i darbesidir.

Mutlaka okunması gerekli 8 Ocak tarihli yazıda parlamenter sisteminin nasıl 27 Nisan 1960’ta kurulan Tahkikat Encümeni ile sona erdiğini etraflıca anlatılıyor. Bu yazıyı okuduğunuzda da anlaşılacağı üzere, tarih, darbe olayına çağdaş açıdan bakan bir bakış açısıyla yazıldığında konumuzla ilgili bölüm başlığı “27 Mayıs darbesi” değil ama “27 Nisan 1960 darbesi” olacaktır belki de. Ve o zaman 27 Mayıs darbesinin demokratik parlamenter sisteme karşı yapılmış olduğu yalanı bir kez daha çökecektir. Öyle ya Demokrat Partililerin oylarıyla 15 iktidar milletvekiline, idam cezaları da dahil olmak üzere temyizi mümkün olmayan yargı kararı niteliğinde kararlar verme yetkisini tanıyan yasanın kabul edildiği 27 Nisan 1960’ta yıkılmış olan parlamenter rejim darbe yapıldığı zaman yoktu ki darbeyle yıkılmış olabilsin! Daha önce muhtelif vesilelerle belirttiğimiz gibi bu duruma hukukta işlenemez suç denir, tıpkı daha önce kalp krizinden ölmüş birini tabancayla ateş edip öldürmek gibi...

Türkiye’de darbelere doğru bakmaz, süreçteki sivil darbe olayını iyi görmezseniz, 1960’ta yaşananlardan esas 27 Nisan sivil darbesini ıskalar, sonra da 27 Mayıs’ı da yanlış değerlendirir, “27 Mayıs olmasaydı, parlamenter sisteme karşı suç işlenemezdi” gibi afaki ve yanlış hükümlere varabilirsiniz.

Oysa olay çok nettir. Sivil darbe, askerlerin müdahalesinden bir ay önce 27 Nisan 1960’ta yapılmıştır. Nokta!

Bu gerçeğin ilan edilmesi ne Yassıada yargısını aklama anlamını taşır ne de askeri darbelerin çözüm olmadığı gerçeğinin yadsınmasını amaçlar. Amaç yalnızca sivil darbe mekanizmasını açıklamak ve bu konudaki gerçeklerinin üstünün örtülmesini engellemektir.

Buna şiddetle ihtiyaç vardır, çünkü darbeler konusunda sürekli yanlış algıya itilmektedir toplum.

***

Böylelikle sapla saman birbirine karıştırılmakta, yasamanın yok mertebesine indirgendiği, yargının bir yandan kendi içinde egemen ve diğerlerini rakip gören küçük küçük feodal egemenlik parsellerine bölündüğü ama genelde son irdelemede hepsinin yürütmeye daha doğrusu bir kişiye bağlı olduğu, tek adamın devletin tüm erklerini elinde tuttuğu bir vesayet rejimine saplanmış bulunmaktayız.

Bu vesayet cenderesine de “vesayete son veriyoruz!” avazesiyle, gerçek yüzü ustaca gizlenmiş sivil darbelerle itelendik. Şu anda egemen olan rejim de 12 Eylül’ün devamı ve devletin erkini manevi cebir unsuru olarak kullanmış, sivil darbenin ürünüdür.

Sivil darbenin tuzaklarından kaçınamaz örneğin. 15 Temmuz’un, gerçek sivil darbe 20 Temmuz’un hazırlayıcısı olduğunu göremezsek, sivil darbecilerin cenderesinden de kurtulamayız.

(III)

Sivil darbecilerin başlattıkları darbe tartışmasını bitirirken “Hangi darbe meşrudur, hangisi değildir” sorusuna yanıt arayarak noktalamadan önce sivil darbeler ile demokratik tepkileri karıştırma olayına değinmek istiyorum.

Ülkemizde manevi cebir unsurlu sivil darbe olayının gerçek yüzü görülemediğinden zaman zaman kimin eli kimin darbesinde bilinmeyen ortamda, aynı amaca yönelik ama ayrı leyhtarların tezgâhladıkları birbirlerinin darbelerini yürütüp, üstüne oturma eylemlerine tanık olunmaktadır.

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile 20 Temmuz 2016 sivil darbesi bu olayın tipik bir örneğidir. Bu gerçeği görürsek, 20 Temmuz’un 15 Temmuz’da akim kalan darbeye karşı halkımızın sivil demokratik tepkisinin şanlı göstergesi kabul edilerek, demokrasi bayramı olarak algılanmasındaki tuhaflığı daha kolaylıkla kavrarız.

***

Seçimle işbaşına gelip bu yolla ele geçirdiği devlet erkini kullanarak, anayasanın laiklik ilkesini ayaklar altına alan, (AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş olduğu kişisel bir saptamanın ötesinde Anayasa Mahkemesi’nin Haşim Kılıç dışında kalan üyelerinden onunun oylarıyla kesinleşmiş, 30 Temmuz 2008 tarihli kararında belirtilmiş bir husustur) bir iktidarın, bir zamanlar “beraber yürüdük biz bu yollarda...” diye kol kola sürdürdükleri iktidar yürüyüşündeki ortağının üleş paylaşımı yüzünden anlaşmazlığa düşüp de birbirlerine girmeleri üzerine, 15 Temmuz 2016’da iktidarın nankör ortağının, sivil darbesine, aceleye getirilmiş bir askeri darbe ile kısa devre yaptırtma amacıyla giriştiği askeri darbe, halkın ve TSK’nin çoğunun katılmamasıyla bastırılıverdi.

Darbenin bastırılmış olması sevinçle karşılandı. İktidar ise yoluna 20 Temmuz olağanüstü hal (OHAL) ilanı kararıyla, kanun hükmündeki kararnameleriyle devam ederken, bir yandan da 15 Temmuz, Demokrasi Bayramı ilan edilmişti.

Yasama tümüyle işlevsizleştirilirken, yargı da yürütmenin başına bağlı olarak bağımsızlık ve tarfsızlığını yitirmeye doğru itilirken, demokratik tepki harekete geçerek bunu engellemiş miydi?

Bütün demokratik denge ve denetleme unsurları tahrip edilirken, tek adam rejimine doğru gitmek üzerine devletin gücü kullanılmak istenirken, demokratik güçler dur “arkadaş!” diye göğsünü siper ederek istibdada gidişin önüne mi geçmişlerdi de Demokrasi Bayramı ilan edilmişti?

Ne gezer...

Tam tersine 15 Temmuz’u yapanlar eğer başarılı olsalardı ne olacak idiyse aynı şeyler OHAL KHK’leri aracılığıyla yapıldı, tek fark şımarık ortağın artık tasfiyesi oldu.

Eskilerin kime niyet kime kısmet dedikleri gibi 15 Temmuz’da akseri darbe ile demokrasinin tüm kurallarını çiğneyerek, tek söz sahibi olmak isteyenlerin amacına iktidar 20 Temmuz’da sivil darbe ile ulaşıyordu.

Kimi gözlemciler, olay ile Hitler’in 1933 Reishtag yangını sonrasında tüm dizginleri ele alması arasındaki çarpıcı benzerliğin altını çizdi.

***

Neyse biz şimdi gelelim hangi darbenin meşru olduğuna:

Bunun yanıtı açıktır: İster sivil olsun ister askeri, darbenin meşrusu yoktur.

Darbeler çözüm de getirmezler ama yine de emekli bir asker ve ilginç bir yazar olan merhum Ertuğrul Alatlı’nın bu konuda ilginç bir tezine değinmeden geçmeyelim.

Kenan Evren’in bir zamanlar saygı duyduğu bir kişi olarak 12 Eylül’de Kurucu Meclis üyeliğine atadığı, Ertuğrul Alatlı, “Bir darbe işbaşına geldiğinde bulduğundan daha fazla özgürlük, demokrasi, refah ve dayanışma bırakıyorsa giderken, o darbe meşrudur ama aksi oluyorsa gayri meşrudur, 27 Mayıs bunun için meşruydu, 12 Eylül de bunun için meşru değilmiş” dedi, kurucu Meclis’te Evren Anayasası’na olumlu oy vermedi, diktatörün de elini sıkmadı.

Ertuğrul Alatlı’yı saygıyla anarken, bu görüşün kabulünün de bizi sonunda “gaye araçları meşru kılar” çıkmazına saplayacağını da vurgulayalım.

Ali Sirmen / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder