19 Şubat 2021 Cuma

Boğaziçi tespitleri (I-II) - İlhan Cihaner / BİRGÜN

 

(I) 

Siyasi iktidarın güncel siyasi sorunlara ve genel olarak dahil olduğu tartışmalara dair argümanları artık basit mantık kuralları seviyesinde bile kolaylıkla çürütülebilecek noktaya gerilemiş durumda. 

Arsızlıkla çaresiz bir çırpınma arasında gidip gelen bu savunmalar, iktidar adına konuşan yazan kesimlerde de görünüyor. 

İşte çiftçinin cebindeki telefondan zenginlik göstergesi çıkarmaya çalışılması, işte market alışverişlerine dair öneriler, işte Anayasa tartışmaları, işte kitlesel suç duyuruları, işte trajikomik tv programları… 

İktidardaki kan kaybına rağmen bu savunma argümanlarının halen kendi tabanında ve maalesef bazı muhalif kesimlerde bile yankı bulabildiğini görüyoruz. Boğaziçi öğrencilerinin tepkilerine dönük saldırıları bu basit mantık yürütmeleriyle değerlendirmek daha faydalı olabilir:

ATAMALAR HEP BU YÖNTEMLE YAPILIYOR

Anayasa’nın ve yasaların cumhurbaşkanına/idareye verdiği atama hakkı nedeniyle yapılan işlemler, eleştirilemez karşı çıkılamaz değildir. Bu savunmayı yapanlarının geçmişlerinde bu yönlü çok itirazlar vardır. Kaldı ki öğrencilerin ve itiraz edenlerin de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları ile ifade özgürlükleri anayasal haklarıdır. Üstelik tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel haklardandır. Bugüne kadar yapılan atamaların aynı yöntemle yapılması yapılan işlemi eleştirilmez kılmaz. 12 Eylül hukuku ile getirilmiş, OHAL kararnamesi ile katmerlenmiş bir durum söz konusu.

BOĞAZİÇİ ÖĞRENCİSİ OLMAYANLAR KATILIYOR

Bu durum olsa olsa övünülecek bir şey olabilir. Bu ülkede yaşayan herkesin hele hele gençlerin bir başkasının sorununa ilgi gösterip protesto gösterilerinde bulunmalarını, değil suç olarak göstermek kınayamazsınız bile. Aynı bakış açısıyla bırakın ülkedeki sorunları haklı olarak Filistin için, Azerbaycan için, Uygurlar için yapılan gösterileri ne yapacaksınız? Kayyum rektör lehine polis korumasında yapılan gösterilere katılan kişilerin kaçı Boğaziçi öğrencisiydi acaba?

“BAŞINI AŞAĞI EĞ" DEĞİL "AŞAĞIDAN" DENİLDİ

Ne fark eder? Velev ki aşağıdan denilmiş olsun; polisin böyle bir zorlama yapmaya ne hakkı var. Öğrencilerin nereden, nasıl ve kaç kişi olarak yürüyeceklerine o tonda ve zorla müdahale edilmesinin hukuki hiçbir gerekçesi olamaz. Gençliğin başının dik olması geleceğimizin güvende olması anlamına gelir.

Eylemlere LGBTİ+’lar da katılıyor.

İyi ki katılıyorlar. LGBTİ+’lar bu ülkenin eşit yurttaşlarıdır ve ayrımcılığa maruz bırakılamazlar. Varlardı, varlar, var olacaklar. Cinsel yönelimlerin sapıklık, hele hele hastalık ve sanki propaganda ile yayılan bir tercihmiş gibi ele alınması ilkellik ötesi nefret söylemidir.

KAYYUM REKTÖR LİYAKATLİ

Doktora tezi ve yüksek lisans tezi ile ilgili olarak intihal iddialarına doyurucu bir yanıt verememiş bir akademisyen söz konusu. “Altı ayda nükleer silah üretmekten” bahseden, sınır ötesi operasyonları “yeni silahların denenmesi için bir fırsat” olarak gören, “Bir ufak çatışmada bizim bir roketimiz gitse bir gemiye vursa, herkes de görse” diyen bir kişinin hangi kriterlerle liyakatli kabul edildiği açıklanmaya mecburdur.

YASAKLAMALAR PANDEMİ NEDENİYLE

En komik gerekçe bu sanırım. Tıklım tıklım il kongreleri ve siyasi toplantı yapanlar bu gerekçeye de sığınıyor. Kayyum rektör lehine yapılan gösterilere uğramayan pandemi, protestolara musallat oluyor!

KUTSALA SALDIRILMIŞTIR

Söz konusu posteri hazırlayan kişinin posterin altına yazdığı yorumu okuyan hiçbir kimse bu anlamı vermemeliydi.Beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz ama kriminalleştiremezsiniz de. Muhalefetin bu gerekçe ile gençlerin meşru talep ve protestolarını göz ardı edip olayı tam da iktidarın son sığınağı olan inanç alanına çekmesi kabul edilemez.

(II)

Önceki yazımda Boğaziçi direnişine iktidarın verdiği tepkilerin basit mantık yürütmeleriyle bile nasıl kolaylıkla çürütülebileceğine değinmeye çalışmıştım. O yazıda “ne yapmalı?” kısmının boşlukta kaldığı açık. Kuşkusuz bu devasa soruyu tamamıyla karşılayacak bir yanıtı formüle edecek durumda değilim. Boğaziçi direnişi çerçevesinde “ne yapmalı?” sorusuna bir yanıt arayışına katkı olabilir ancak yazdıklarım.

Daha önce gazetemizde Bülent Usta kısaca “folk siyaseti” kavramına değinmişti. Özellikle küreselleşme karşıtı hareketlerle ilgili olarak “folk siyaseti” olarak özetlenen, eylemin fetişleştirilmesi tutumunun, bir kısım muhalif kesimlerde/partilerde yegâne siyasi pratik haline dönüştüğünü görüyoruz. Bu tutumun da demokratikleşme, eşitlik ve özgürlük mücadelesine orta vadede büyük bir fayda sağlamayacağını daha önce ülkemizde de deneyimlemiştik.

Baro Başkanlarının, savunma mesleği ve hukuk devleti için çok önemli kazanımlara dönüştürülebilecek tarihi direnişi buna en iyi örnektir. Örgütlü yapıların ve siyasi partilerin, eylemcilerin istemediğini söyleyerek, “siyasallaştırmayalım” diyerek aldıkları tutum bir yandan direnenleri çıplak şiddet karşısında yalnızlaştırıyor, diğer yandan itiraz eden her kesimi kendi dar isteklerine hapsediyor. Günün sonunda eylem yorgunu, yenilmiş, özgürlüğünden olmuş, sabıka kayıtları ile yıldırılmış, ülkeden umudunu kesmiş gruplar kalıyor elde. Bireysel olarak destek veren siyasiler ise kişiliklerini ve kendi vicdanlarını korumakla birlikte, iktidar tarafından kolaylıkla şeytanlaştırılabiliyor. Örgütlü politik mücadelenin önemi yok sayılıyor.

Bu tutumlar nedeniyle Adalet Yürüyüşü ve Adalet Kurultayı hatta belli oranda Gezi süreci de kitlesellikleri ve önemleri ile uyumlu kazanımlara dönüştürülemedi maalesef.

Oysa iktidar her bir itiraz ve direnişten deneyim biriktirerek çıkıyor. Güvenlik, izleme/dinleme, sansür ve propaganda aygıtlarını daha da işlevsel hale getiriyor. Yargıyı bile buna göre dizayn ediyor.


Gelelim “ne yapılmalı?” sorusuna.

Öncelikle Boğaziçi direnişinin ülkenin tüm sorunları ile ilişkilendirilebilecek dinamikler içerdiğinin farkına varmak gerek. En önemlisi özerk ve demokratik üniversite mücadelesinin siyasi partiler tarafından da gündeme alınması gerek. Sadece Boğaziçi öğrencilerini ve akademisyenlerini değil, tüm akademiyi kapsamalı bu talep.

AKP/MHP sonrasının sorunlarından birisinin bürokrasinin aldığı yeni zihniyet olacağı görülmeli. Bürokratların bulundukları pozisyonları hizmet makamı olarak değil; iktidarın kendilerine bahşettiği bir ayrıcalık, hatta o koltuğun kendileri için var olduğunu düşündürten bir zihniyet bu. Cepheden eleştirilmeli, tutum alınmalı. Bu anlamda tutarlı olunmalı. Devr-i sabık yaratmayacağız, yaklaşımıyla doğru bir gelecek inşa edilemez. Bir yandan haklı olarak “militan” söylemi ile eleştiri getirip diğer yandan Kadir Topbaş güzellemeleri ile yapılamaz bu eleştiri. Görevdeki dürüst ve liyakatli bürokrasiye yılgınlık verir bu yaklaşım.

İktidarın propaganda aygıtının artık sadece sosyal medyada değil, tüm mecralarda yankı odasına hapSOLduğunun fark edilmesi gerek. Bu anlamda, provokasyon, inançlara saldırı, terörist gibi kavramlara da cepheden karşı çıkmak gerek. Nitekim Gara katliamı sonrası çekingen olsa bile eleştirel tutum iktidarın ayarlarını bozmuştur.

İktidarın öteden beri sıkıştığında heybesinden çıkardığı LGBTİ+ düşmanlığına yüksek sesle karşı çıkılmalı. Genç kuşaklardaki tutum değişikliği iyi okunmalı.

Bilimi, birlikte barış içinde yaşamı ortadan kaldıran, beyin göçünü hızlandıran umutsuzluğa ateş taşıyan elitizm eleştirilerine pabuç bırakmamak gerek. Başta Boğaziçi direnişi olmak üzere her bir itirazın “halkın gerçek gündemi” bu değil denilerek, demokrasi özgürlük eşitlik mücadelesinin parçalanmasına izin vermemek gerek.

Kuşkusuz Boğaziçi direnişi benzeri direnişler saymaya çalıştığımdan çok daha fazla olanaklar sağlıyor ülkemize. Ancak kitleselleşmeyen ve siyasallaşmayan hiçbir talebin de kazanıma dönüşmediğini fark etmemiz gerek. Öncelikle iktidara talip olanlar, bu taleplerle iktidar perspektiflerini örtüştürmek zorunda. İhtiyaçları ise her zaman dediğim gibi biraz daha cesaret.


İlhan Cihaner / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder