Dayanışma Meclisi üyesi hukukçu, akademisyen Neval Oğan Balkız, Laiklik ilkesinin Anayasa'da resmen yer almasının 84. yıl dolayısıyla soL için bir değerlendirme kaleme aldı.
Laiklik, en temel siyasal ve toplumsal ilkedir!
Çünkü bu ilke; “bir devletin, bütün kurum, kuruluşlarıyla örgütlenmesinde, hukukunun oluşturulmasında ve işletilmesinde herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması gereğini ve istemini dile getirir.”
Dolayısıyla laik devlet; “diğer özellikleri ne olursa olsun, örgütlenmesinin ve işleyişinin bir dinin inançlarıyla ilgili anlayışlar ve normlar tarafından belirlenmediği; örgütlenmesi yapılırken, hukuku oluşturulurken ve işletilirken bunların herhangi bir dinin dünya görüşüne, ilke ve kurallarına uyup uymadığına bakılmadığı devlettir.”
Laiklik ilkesi 5 Şubat 1937'de, ilk kez Anayasada yer aldı. 84. yıldayız! Seksen dört yıldır, Türkiye Cumhuriyeti, mevcut Anayasanın 2. maddesinde tanımlandığı şekliyle ;“…demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” Ancak bugün, Muammer Aksoy'un dediği gibi: "Türkiye’nin ana davası, (hâlâ) laikliktir. Laiklik ilkesinin kalkmış olduğu bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz. Çünkü şeriatın yarısı ibadet ve inançla, öbür yarısı devlet düzeniyle ilgilidir. Bundan anlaşılır ki laiklikten ayrıldınız mı, çağdışı duruma düşmekten kurtulamazsınız. Dolayısıyla laiklik Türkiye’nin, Türk Devleti’nin yaşam sorunudur.”
Peki neden?
Türkiye’de özellikle son dönemlerde; laiklik kavramının önüne “otoriter”, "muhafazakâr" “demokratik”, “inançlara saygılı” (sanki inançlara saygılı olmayan bir laiklik olabilirmiş gibi) vs. sıfatlar konularak, anlamı ve içeriği boşaltılmaya, kavramın kendisi bir "suç", hatta "din ve inanç karşıtlığı" gibi sunulmaya, bir "günah" unsuru haline getirilmeye çalışılıyor!
Bu süreçte uygulamada, laiklik ilkesinin gerektirdikleri tek tek ortadan kaldırılıyor! Devletin bütün kurum ve kuruluşlarının örgütlenmesinde, işletilmesinde, hukukun oluşturulmasında belirli bir dinin (İslam), hatta belirli bir anlayışının norm ve kuralları etkili kılınıyor, ideolojik ve politik unsur olarak hakimiyeti kurumsallaştırılıyor. Bu hegemonyayı durdurmak, demokratik anayasal hukuk devletini oluşturmak ve korumak, akıl ve onur sahibi özgür bireyler olarak, hak ve özgürlüklere tanımlanmış hukuk öznesi konumumuzu sürdürmek ve güvenceye almak için, etkin bir laiklik anlayışı tek çıkış yoldur.
Laiklik, 21.yy demokratik anayasal devletinde;
-“Toplumun kendi kendini icadı olarak tanımlanan siyasal erke, merkezi ve bağımsız bir yer vermenin yani demokrasinin gerçekleşmesinin olmaz ise olmaz bir koşulunu”,
-İnsan onurundan türetilen insan haklarının ve bunlara dayalı hukukun, toplumsal ve kamusal yaşamda uygulanması ve belirleyici olabilmesinin ön koşulu ve zorunlu unsurunu,
-Toplumsal yaşamda bütün kavram ve anlayışları ve her türlü kurum ve kuruluşu çağdaşlaştırmanın ön koşulunu, modernliğin başlıca bileşenini oluşturur!
Buna bağlı olarak; laiklik “yurttaşların kişiler olarak, dinlerinin olmasının, farklı dinlere sahip olması veya bir dine sahip olmamasının yurttaş olarak onların devletle ilişkilerinde bir fark yaratmamasının yapısal koşuludur! Yurttaşlığı; haklar ve ödevler çerçevesinde bir hukuki-kamusal statü olarak tanımlayan ve tabiyet ilişkisine indirgeyen anlayışın yerine, hukuki, siyasi ve sosyal haklar olmak üzere üç boyutlu bir olgu olarak, siyasal bir etkinlik ve hukuki bir statü şeklinde kurgulayan ve bunun koşullarını ve hakların kullanım olanaklarını eksiksiz şekilde, tüm yurttaşlar için, hiçbir ayırım gözetmeden, eşit şekilde sağlanmasını istemenin ifadesidir.
Laiklik; bir devletin örgütlenmesinin ve işleyişinin nelerin belirlememesi (bir dinin inançlarıyla ilgili anlayış ve normların) gerektiğini; sekülerizm ise nelerin belirlemesi (çağın düşüncesinin oluşturduğu fikirler ve ortaya koyduğu bilgilerin) gerektiğini tanımlar.
Dolayısıyla; bizlerin, "onur ve akıl sahibi" bireyler olarak, özgür iradeleriyle oy verdiği, seçtiği ve denetlediği yöneticilerin karar mekanizmalarında olduğu, bütün kurum (eğitim, sağlık, adalet, güvenlik vb.), kuruluşlarının örgütlenmesinde, hukukunun oluşturulmasında ve işletilmesinde çağın düşünce, fikirleri ve bilgilerinin temel alındığı -herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici ve etkileyici ve yönlendirici olmadığı - her bir yurttaşın, herhangi bir ayrım olmaksızın onurunun, hak ve özgürlüklerinin (başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere) eşit şekilde korunduğu, insansal olanakları kullanma koşullarının adil şekilde herkese sağlandığı bir siyasal, ekonomik düzen ve halk kesimlerinin birbirini ötekileştirmeden, farklılıklarıyla birlikte, barış içinde yaşadığı bir toplumsal koşullar bütünü için “etkin bir laiklik anlayışı” (laiklik ilkesinin gerektirdiklerinin etkin şekilde yapılması ve etkin şekilde sürdürülmesi) yapısal ve zorunlu bir koşuldur.
A.Touraıne göre; “Dinci erkini ve kiliselerin iktidar üzerindeki etkisini püskürtmek, her zaman zor bir iştir ve hâlâ tam olarak tamamlanmamıştır!”.
“Hukuk reformu” ve yeni anayasa ihtiyacı söylemlerinin gündemi belirlediği bu koşullarda, bu tür girişimlerin iktidarın hangi "hegemonik tahkim" ihtiyacından kaynaklandığını, bunu sağlayacak "meşruiyet" arayışının neyi daha çok araçsallaştıracağını görmek gerekir! Evet, laiklik “Türkiye’nin yaşam sorunudur”!
Hukukçu ve akademisyen Neval Oğan Balkız, Dayanışma Meclisi üyesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder