Yeni Şafak 'bu operasyonu kim adına çektiniz' başlığıyla cepheden saldırırken, günün sonunda operasyonu çekenlerin aslında kendileri olduğunun açığa çıkması bu vodvilin galiba en eğlenceli kısmıydı.
Daha geçen haftaki yazımızda "İktidar Açılıma Doymuyor" başlığı altında yeni ekonomik paket üzerine yazmıştık. Daha sonra onun üzerine birbirine zıt iki hamle geldi: TC Merkez Bankası (MB) faizleri iki puan arttırdı ve sıkı duruşunu devam ettireceğinin de altını çizdi. Hemen arkasından da MB Başkanı görevden alındı ve yerine düşük faiz politikasını savunan ve RTE eksenli daha militan bir duruşu olduğu anlaşılan bir Yeni Şafak yazarı getirildi.
Naci Ağbal'ın da, Maliye Bakanlığı içinden yetişen bir bürokrat olmakla birlikte, AKP milletvekilliği ve bakanlığı, daha sonra da CB Strateji ve Bütçe Başkanlığı deneyimlerinden geçerek politikleştiği ileri sürülebilir. Doğrudur ama buna bazı nüanslar getirilmesi uygun olur. Ağbal'ın maliye bürokratı kimliği politik kimliğine baskın gelmiştir hep. Aslında olağan bir sağ parti iktidarı döneminde, onun önünde maliye bürokratlığı dışında bir siyasi kariyer açılması bile beklenemezdi. Uluslararası finans kuruluşları ve yerli büyük sermaye paralelinde ortodoks bir bakış açısına sahip olması ise, Tayyibistan'da geçerli olan yüksek siyasi esneklik yeteneğini geliştirmesinde bazı sorunlara neden olmuş olabilir.
Erdoğan neye göre karar alıyor?
Erdoğan'ın bu kadar sık MB başkanı değiştirmesinin arka planı için de ilginç yorumlar yapılabilir kuşkusuz.
Birincisi, mecbur kalınca faizleri yüksek zirvelere taşıma esnekliği gösterebilen Erdoğan'ın asıl sabitinin, genlerine işlemiş bir faiz düşmanlığı ile "faizler enflasyonun asıl nedenidir" saplantısı olduğu bir kez daha kendini göstermiştir.
İkincisi, bu takıntılarına rağmen, ekonomik /siyasi koşulların zorlaması ve (aile ekonomisi hariç) derin ekonomi bilgisizliğinin yönlendirmesiyle RTE'nin etki altında kalmaya çok müsait bir kişilik yapısına sahip olduğu da anlaşılıyor. Özellikle Naci Ağbal'a karşı konumlanmış ve son iki puanlık faiz artışını fırsat bilerek daha da bilenmiş olan iktidarın/Berat'ın medyası üzerinden yönlendirilmiş tepki korosunun etkisiz olmadığı görülüyor. Tam tersi etkilenme örneği olarak, daha geçen sonbaharda döviz krizinin zirvesinde Erdoğan'ı faiz artışı yönünde ikna etmekte rol oynayanlar ekonomi yönetiminin direksiyonuna geçirilirken, şimdi de Erdoğan'ı "faiz artışlarının ekonomik büyümeyi felç ettiğine" ikna eden çevrelerden biri MB başkanlığına getiriliyor. Kasım'dan bugüne yaşanan gelgitler, bu tür anlık etkilenmelerin artık inkar edilemez kanıtını oluşturmuş bulunuyor. Bunun, iç ve dış güç odaklarınca not edildiğinden emin olabilirsiniz.
Ekonomi bilgisizliği ile fikri-sabitlik, bir de bu özelliklerin farkında olanların dıştan yönlendirmesiyle birleşince, ortaya böyle acayip çelişkili kararlar çıkmasına neden olabiliyor. Oysa ekonomi bilgisi bir yana, biraz aklıselim sahibi olunsa, TCMB politika faizinin yüzde 19'a çıkarılmasıyla TL'nin değer kazanmış olmasının "rahatlatıcı" koşulları, en azından bunun aşınma süresi sonuna kadar (bir-iki ay) kullanılır ve U dönüşüne bundan sonra geçilirdi. Bunun bile gözetilmemiş olması, acaba Saray'dan birileri döviz spekülasyonundan kazanç mı sağlıyor sorusunu bile akla getirmiyor değil.
Üçüncüsü, Yeni Şafak gazetesi "bu operasyonu kim adına çektiniz" başlığıyla çıkarak cepheden saldırırken, günün sonunda operasyonu çekenlerin aslında kendileri olduğunun açığa çıkması bu vodvilin galiba en eğlenceli kısmıydı. Yalnız burada bir uyarının gerekli olduğunu düşünüyorum: Ortada bir Berat Albayrak çizgisi ile bir Naci Ağbal çizgisi "kapışmasını" aşan bir durum vardır. Kapışma için uygun zemin, RTE'yi de daha kolay yanına çekebilmenin hesabıyla, buradan tutturulmuştur.
Öte yandan, Berat Albayrak'ın herhangi bir çizgisinden de bahsedilemez. Zayıf ekonomi bilgisiyle Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna tepeden inen Berat'ın, herhangi bir ekonomik görüşün tutarlı savunucusu olması gibi durum söz konusu olmamıştır. Bunun iyice anlaşılması için 2018'de açıklanan üç yıllık Orta Vadeli Programa (Yeni Ekonomi Programı-YEP'e) bakılmalı. B. Albayrak'ın Haziran-Ağustos 2018 dönemi bocalamaları üzerine gelen o programın hedefleri McKinsey şirketiyle birlikte çatılmıştı ve sıkı para ve maliye politikalarını içeren örtük bir IMF istikrar programıydı. Ama bunun siyasi bedelini üstlenmek istemeyen RTE tarafından bu programın uygulanması engellenmişti. Dolayısıyla, ortada Berat'ın değil Erdoğan'ın politikalarının "başarısızlığı" vardır. (Bu konuda Sol Gazete'de yayınlanan "IMF'siz IMF Programı da Çözüm Olmayacak" başlıklı söyleşimize bakılabilir).
Dördüncüsü, bu operasyonun arkasında iktidar-içi güç çatışmaları temel belirleyici olmakla birlikte, biriken borçların ve özellikle de batık/sorunlu kredilerin, yükselen faizlerin, inşaat-konut sektöründe işlerin yavaşlamasının, otelcilik-turizmde durmasının etkisiyle daha da zora düşen şirketlerin (ki bunların epeycesi iktidarın eteklerinde semirtilmişlerdir) baskıları da vardır. Güçlü bir anti-faiz lobisi oluşmuştur çünkü tahsili gecikmiş alacaklar (takipteki krediler) ile yakın izlemedeki kredilerin toplamı 539 milyar TL'ye ulaşmıştır. Bunun toplam kredi hacmi olan 3,5 trilyon TL'ye oranı bize yüzde 15 oranını verir ki çok yüksektir. İnşaat, hem toplam kredilerden yüzde 7,67 ile en çok pay alan sektördür, hem de kullandığı kredilerin yüzde 9,27'lik oranla takibe dönüşmesi bakımından en riskli sektördür. Üstelik BDDK kararıyla, bankaların tahsili gecikmiş alacaklarına ilişkin 90 gün olan asgari gecikme süresinin 180 güne çıkarılmasıyla, batık kredilerin gerçek görünümünün ortaya çıkması önlenmiş/ertelenmiştir. Yani sorunlu kredi oranı yüzde 15'in hayli üzerinde olabilir.
Geçici bir pembe tablo mümkün mü?
Sonuçta dünkü hafta açılışında, bekleneceği gibi, bu tuhaf kararın döviz kurlarına, içerdeki altın fiyatlarına ve borsaya (BİST) yüksek oranlı yansımalarını yaşadık. TL'nin döviz karşısındaki değeri yüzde 10 civarında (başlagıçta yüzde 13,9 kadar) geriye giderken, BİST -100 endeksi de yüzde 10'a yakın kayıp görecekti.
Yukarıda da söyledik: Eylül 2018'de Berat'lı YEP'te tasarlanmış ancak uygulanamamış olan program Naci Ağbal'ın Kasım 2020-Mart 2021 dönemindeki başkanlığında para politikası yönünden uygulanmıştı aslında. Lütfi Elvan'ın maliye politikalarında neye hazırlandığı ise (son ekonomik paketin köşeleri yontulduğu için) tam ortaya çıkmamış olmakla birlikte, daha sıkı maliye politikalarına bir geçişi de içerebilirdi. Peki, şimdi tekrar Kasım 2020 öncesine dönmek yani Ekim 2018- Ekim 2020 dönemini yeniden yaşatmak için koşullar var mı? Bizce artık yok. Ama denemek isteyecekleri tam da bu: Düşmeye zorlanacak faizler üzerinden yeni bir kredi genişlemesi yaratmak ve ekonomiyi seçimlere kadar yapay bir büyüme patikasına sokmak! Bunun koşulları olmadığı gibi, son başkan değişikliğiyle son güven kırıntıları da berhava edilmiştir.
TCMB rezervlerini tamamen tüketip üstüne swaplarla fazladan 45 milyar dolar daha mali imkân kullanan bir iktidar, şimdi de elindeki faiz silahını da kullanılamaz duruma getirmiştir. Açık ekonomi koşullarında iç ve dış piyasanın öldürücü darbelerine faiz silahını çekmeden karşı koyabileceğini sanma gafleti, gene aynı sonuçları verecektir. (Aynı filmi görüp farklı sonuçlar bekleyenlere ne denilebileceğini Einstein uzun süre önce tanımlamıştı zaten).
AKP'nin bir sermaye iktidarı olduğuna kuşku yok, tamam. Ama sermayenin en etkin kesimlerini temsil düzeyi giderek düşüyor, hatta burada yer yer kopuşlar yaşanmakta. İç ve dış sermayenin güvenini yitirmeye başlayan (hatta yitiren) böyle bir iktidarın sermaye tarafından daha fazla sorgulanır olduğu yeni bir döneme girildiği söylenebilir.
Ama bizim asıl derdimiz şu olmalı: Emekçi sınıfların bu iktidarın gerçek sınıf karakterini görerek sorgulamasını ve onu ve benzerlerini tarihe gömmesini sağlayabilecek miyiz?
Oğuz Oyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder