İlgi duyup beğendiği şeyleri alıp satıyordu; Brown tıraş makinesinin ilk modellerinden tut, Polaroid fotoğraf makinesine ve her çeşit çizgi romana kadar...
İnsanların rant peşinde koşturduğu, uyanığın akıllı sayıldığı fırsatçı bir düzende, trafiği çift taraflı vızır vızır işleyen ana caddesi üzerinde bir eskici açmak ancak ticareten bir delinin aklına düşer. Şüphesiz, delinin veli olduğunun hikmetini anlamış kâmil bir delinin; tutkulu, gönlü bol bir delinin...
Teskin edici ses tonuyla ağır ağır konuşuyordu Kocamustafapaşa Caddesi üzerinde 65/B numaralı dükkânda meraklısına nahif bir dünyanın kapılarını aralayan Paraf Eskicisi’nin sahibi Erçin (Galip Arkan), tane tane; her bir kelimeyi tartarak ikram ediyor, zarif bir karakter oluşunu gram gram tattırıyordu. Kapısından içeri ilk girdiğimde beni 40 yıllık arkadaşı gibi karşılamış, elimden çayı eksik etmemişti. O ziyarette bir Nesrin Sipahi 45’liği (Ağla Gitar / Gül Oğlan) almıştım ama aynı poşete tanışmamız şerefine bir de David Bowie 45’liği (Ashes To Ashes / Move On) koymuştu, ayakbastı hediyesi...
Bu deliyi tanımaktan öylesine büyük bir mutluluk duymuştum ki, üstüne bir de deliliğini teyit ediş şekline tanık olunca zevkten dört köşe olmuştum.
Facebook sayfasına “hemen al” başlığıyla ürünler koyuyordu Erçin; plaktan kasete, kitaptan oyuncağa... Satışlardan birinde iki kitap almıştım: “Deli Eşref” ile “Eski İstanbul Delileri – Pazarola Hasan Bey”. Altına da not düşmüştüm:
- “Başka deli varsa onları da ayır.”
Yanıt hemen geldi:
- “Bir de dükkânda ben varım!”
***
Küçükçekmece’nin bahçe içinde büyük müstakil evlerin bol olduğu, gölün üstünde kaşıklı olta ile turna balığı tutulduğu, içinde kürek yarışı yaptığı, kenarında tüfekle ördek avlandığı, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi görünen tren yolunun dostu akrabayı kavuşturduğu zamanlar… Erçin’in çocukluğunu anlatan fotoğrafta bir de Devlet Demir Yolları’ndan emekli olan babası Bülent Bey’in yakın arkadaşı sinema oyuncusu Ahmet Mekin var.
Dedeler Balkan göçmeni, Selanik Vardar’dan. Soğuksu çocuğu Erçin. 1967 doğumlu, üç kardeşin tekne kazıntısı. Dokuz yaş büyük abisi, 11 yaş büyük ablası; çocukluk günlerinde müzikle gönül bağını kuran, eve plak getiren onlar.
İktisat terk Kadir abisinin, Cağaloğlu Emekli Sandığı’nda çalışan ablası Sibel’in Sahibinin Sesi dükkanından, Edebiyat terk Ahmet eniştesinin aldığı 45’likler halen duruyor. O yıllara özdeş kafasına kazınmış şarkıların ilki Melike Demirağ’ın “Arkadaş”ı, yani hepimizi solcu yapan şarkı. Ardından İlhan İrem, Esmeray, Cem Karaca, Edip Akbayram ile müzik aşkı alevlenmiş.
Mimar Sinan Ortaokulu sıralarında, genelde boş geçen İngilizce derslerinde akıllarda kalan birkaç kelime yabancı müziğe ilgi duymasının müsebbibi. İlgiyi büyüten TRT FM’deki Stüdyo FM programı. Bir de sinemada ağız açık izledikten sonra plakçılarda kasete çektirilen “Grease”. İlk çekim kaseti Bakırköy Tınaztepe Pasajı’nda Piccatura’dan almış; ilk hayran olduğu yabancı topluluğun Alan Parsons Project’in “Ammonia Avenue” albümü.
***
Mahallede Jenerik isminde stüdyo vardı. Karışık liste yapmış, kaset çektirecekti. Listede Micheal Sambello’nun “Maniac” şarkısı yazıyordu. Stüdyo sahibi o plak olmadığı için yerine Pink Floyd’tan “Money”yi kaydetmişti. Niçin onu kaydettin diye kavga çıkarmıştı ama bir ay sonra Pink Floyd hayranıydı. Bir kuşağın değişimiydi bu. Seksenli yıllarda büyüyen çocuklar önce diskocuydu. Sonradan önemli kısmı metalci ve rakçı olmuştu. Bir arkadaşıyla Piccatura’dan Ajda Pekkan’ın “Süper Star” kasetini almış, yatay ITT Schaub-Lorenz radyolu kasetçalarda dinliyorlardı. Stüdyo FM dinlerken yanlışlıkla play ile kırmızı kayıt düğmesine basınca kayıt silinmişti. Piccatura’ya gittiğinde “yenisini al oradan” diyorlardı. O zamanlar öyle güzel abiler vardı, kasetçi...
Yeşilköy 50. Yıl Lisesi’nde okurken, semtteki kasetçiler yabancı müzik dağarcığını hayli genişletmişti. 1984’te Fen Fakültesi’ne girdiğinde ise kıblesi Laleli’deki Cabir Müzik olmuştu. Şimdi hiçbir öğrencinin alamayacağı Fikret Kızılok ve Yeni Türkü plaklarını oradan edinmişti, öğrenci harçlığıyla… Derken İMÇ’yi keşfetmişti, plağın son, kasetin ilk zamanlarıydı...
1986 senesinde okuldan atılmıştı, siyasi nedenlerle değil tamamen aylaklıktan. Derslere girmek yerine birkaç kafadar sinemaya tiyatroya gidiyor, alkol sigara eşliğinde haytalık ediyorlardı. İçinde yer alabileceği tek okul Açık Öğretim idi; 1986’da İktisat bölümüne girmiş, 90’da mezun olmuştu. İkinci kuşak mezunlarındı. O günlerde Laleli-Beyazıt-Nuruosmaniye hattında, muhasebe bürolarında çalışmıştı.
Sahaflar Çarşısı ve Çınaraltı’nda yeni yeni açılan tezgahlarda hard rock, metal müzik kasetleri satılıyordu. Dadanacak yeni bir yer bulmuştu, ancak burası Erçin’in bir başka merakının uyanmasına da neden olmuştu: tabak-çanak-efemera- kartpostal-araba... İlgi hep sürmüş ancak yaygın olarak toplamak 2000 senesinde kırtasiye ve sanatsal malzemeler dükkânı açtığında nasip olmuştu.
Artık Samatya’nın ayakta güçlükle duran birbirine yaslanmış evlerinden mal toplayarak gezen arabacılarla eskicilerle haşır neşirdi. Hepsine tembihliyordu; kaset plak falan ne bulursanız getirin diye. Onlar yanında oyuncak biblo kitap getirmeye başlamışlardı. Sahip olduğu malzemenin çoğunu o dönem el arabalarından toplamıştı. Türkiye kültürel bir değişim içindeydi. Tüketim kültürü gelmiş, evlerden eskiler kovuluyordu. Erçin hem el arabalarından hem de çöplerden topluyordu. Ne plaklar ne kasetler çıkmıştı o çöplerden. Şimdi hepsi nadir diye tarif ettiğimiz şeyler. Doğu Dilleri ve Edebiyatı mezunu eşi Deniz, ailesinden kalan plaklarla koleksiyonuna destek olmuştu.
1990’da mezun olunca iş hayatına atılmıştı, inşaat işleri yapan bir holdinginde müdürdü. Çabuk sıkılmıştı kendi işini yapmak istedi. Bir yıla yakın boş gezdi, bu arada çocukları olmuştu: Doğuhan. Nicedir aklında yatan Paraf adındaki kırtasiyeyi açtı, eşinin görev yaptığı Sancaktar Hayrettin İlkokulu’ndan uzakta. Söylenti çıkmasın diye. Kırtasiyeden çok sanatsal malzeme satıyordu.
Burada çiçekçi, ondan önce de kasap varmış. 250 liraya kiralamış. 4-5 yıl sonra mal sahibi satıyorum diye kapıya dayanınca, zor bir kararın ardından satın almışlardı. Sıkıntılı bir kredi ödeme döneminden sonra borcu bitirince 2004 yılında kayınbiraderi kafasına girmişti:
- “İddaa diye oyun çıktı, çok iş yapacak, adamlar bayilik vereceklermiş. Mutlaka girelim”.
2000 dolar teminat yatırıp girmişlerdi, zaten sanatsal malzeme işinin sonu gelmişti.
Dükkândan çıkan malzemelerin çoğunu ablasına vermişti Erçin. Onlar zira çok yardım etmişlerdi. Okul kırtasiyesi bölümünü de eşinin görev yaptığı okullardaki maddi durumu iyi olmayan çocuklara bağışlamışlardı. İddaa işi iyi gidiyordu, ama Erçin yine sıkılıyordu. 15 yıl dayanmıştı, 2019’da gözünü kararttı.
İddaa bayii iken arkadaki bankoların üzerinde pikap, plak ve kasetçalar hep vardı. Bazı müşteriler ilgileniyor, soruyorlardı, özellikle tıp fakültesinde okuyan öğrenciler. İlgi duyanlara plak hediye ediyordu ama sonra gelip teşekkürle karışık sitem edenler oluyordu:
“Çok masraflı işmiş bizi bulaştırdın”.
Böyle böyle okuldan bir çevre edinmişti, müziğe ilgi duyan. Sosyal medyayla beraber liseden beri müzik çevresinde toplandığı arkadaşları da artmıştı. Müzik sayesinde tanıklarının çoğu iyi insandı. Sevecen bir camiaydı aslında, arada çıkan arızalı koleksiyoncular dışında hümanistlerdi. Gönlündeki dükkân için şartlar olgunlaşmıştı.
İlgi duyup beğendiği şeyleri alıp satıyordu; Brown tıraş makinesinin ilk modellerinden tut, Polaroid fotoğraf makinesine ve her çeşit çizgi romana kadar... Efemera olarak müzikle ilgili kartpostallar, fotoğraflar yanı sıra kitaplar ve plak katalogları toplamıştı. Bir hobi dükkânı olarak şekillenmişti burası ancak mütevazılığından dolayı eskici olarak sıfatlandırmayı münasip görmüştü. Açılış tarihi Şubat 2020. Boya badana bitmiş, tam kepenk açılacakken salgın başlamış. Fiziki satışın kaybını internet vasıtasıyla telafi etmeye çalışıyor şimdi. Her uğradığımda hal-hatır sormadan evvel yandaki kahvehaneden çay söylüyor, bir de şayet deliler hakkında bir şey bulursa bana ayırıyor.
MURAT BEŞER / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder